1838 Osmanlı-İngiliz Ticaret Antlaşması sonucunda ülkemize Liberal kapitalist uygulamalar girdi; Osmanlı ekonomisi çöktü.
1854’te borç almaya başladık. Borçlarımızı ödeyemeyince neler olduğunu hatırlayalım:
Rus taraflısı bilinen ve “Mahmudof” denilen Mahmut Nedim Paşa’nın, İngilizler ise Mithat Paşa’yı tutuyorlardı. 1875 yılında belli bir süre borç faizlerinin yüzde 50’sinin ödeneceğini açıklaması üzerine, Avrupa’da kıyamet koptu. Osmanlı Devletinin toprak bütünlüğünü garanti ettiğini unutan Avrupa, borcunu ödemeyen imparatorluğu Ruslar eliyle bir ders verdi. Ruslar, ancak Yeşilköy önlerinde durduruldular. İngilizlere Kıbrıs adası rüşvet verilerek, Rusların empoze ettiği ağır şartlar biraz hafifletilebildi. Bununla birlikte, borçlar konusunda bütün Avrupa devletleri ortak bir görüşe sahipti.
Nitekim 1878 Berlin Kongresi’nde, Türk baş delegesi Kara Todori Paşa’nın itirazlarına rağmen, devletler, İstanbul’da, Osmanlı Maliyesini yönetecek Milletlerarası bir mali komisyon kurulmasını kabul ettiler. Devlet bütçesini bu komisyon yapacak ve uygulanmasını denetleyecektir! Bu kararın Babıali’de yarattığı telaş içinde ehven’i şer sayılan Düyunu Umumiye sistemi, “Muharrem Kararnamesi” ile 1881’de yürürlüğe kondu.
Bütün devlet gelirlerinin yüzde 31.5’u Düyunu Umumiye elindedir. Yalnız tütün, tuz vb. gibi dolaylı vergiler değil, dolaysız vergilerin yüzde 22,9'u da bu kurumun kontrolündedir.
Düyunu Umumiye Meclisi vergileri toplamak için geniş bir örgüt kurmuştur. 1912 yılında bu idarede 8931 memur çalış?maktadır. Bunların 5653'ü sürekli, 3253'ü geçicidir. Taşrada idarenin. 693 memuriyeti vardır 1910 yılında ise, Maliye Nezareti'nin memur sayısı 5472'den ibarettir. Parvus’ün deyimiy?le, örgüt, “o derece metindir ki, hin-i hacette Maliye Nezareti yerine kaim olabilir.”
Düyunu Umumiye personelinin tâyin ve azli, doğrudan doğruya Meclis'e aittir, yani bunların Türk devleti ile hiçbir ilişkisi yoktur. Ama bu personel, görevlerinin ifasında, devlet memuru sayılmaktadır. Osmanlı memurları, bunlara yardımcı ol?makla yükümlüdür. Devletin tâyin ve azledemediği bu personel, devletten emekli maaşı almak hakkına sahiptir. Yabancı per?sonele dahi, devlet hesabına emekli maaşı verilmesi için, bir kasa kurulmuştur. Parvus buna “görülmemiş hal” demektedir.
Devlet gelirlerinin büyük kısmına el koyan bu idare. Osmanlı Hükümetinin ricası üzerine, bazı vergileri de onun adı?na tahsil etmektedir. Ayrıca Avrupa'dan 1881'den sonra ya?pılan istikrazlara karşılık gösterilen yeni devlet gelirlerinin toplanıp alacaklılara ulaştırılmasını sağlamaktadır.
Demek ki, Düyunu Umumiye, yalnız devlet borçlarına karşılık gösterilen gelirleri toplayıp dağıtmakla yetinen bir kurum değildir. Tuz gibi bazı kaynakları kendi işletmektedir. İdareye tahsis edilen tütün gelirini, kurduğu başka bir şirket aracılığıyla sağlamaktadır. Ayrıca, yabancı sermayenin riziko yüklenmeden İmparatorluğa gelmesini gerçekleştiren bir garanti kurumudur. Meclis üyelerinin hemen hepsi, demiryolu şirketlerinin ve öteki yabancı sermaye kuruluşlarının yönetim kurullarında yer almışlar ve şirketlerin isteklerini devlete karşı başarıyla savunmuşlardır.
İdarenin 2 milyon lira ihtiyat akçesi vardır. Yani Düyunu Umumiye, borçların ödenmesi için gerekli olandan daha fazla miktarda kaynağa el koymaktadır. Bu para, devletindir. Ama Düyunu Umumiye, bunu İtalyan, Alman, Fransız, İngiliz, Macar ve Japon tahvillerine yatırmış, Osmanlı Hazine Tahvilleri almaktan kaçınmıştır. Böylece, Düyunu Umumiye, Osmanlı Devleti’nin parasıyla, İtalyanların Trablusgarp savaşının finansmanına dahi katılmıştır.
Türkçü Yusuf Akçura, iyi anlatmaktadır: “Efendiler, büyük veya küçük her sermayedar kapana tutacağı fert veya millet hakkında aynı usulü takip eder, kapana yem asar, yani ferde veya millete ödünç para verir, ikrazatta bulunur. Pekala bilirsiniz ki, oğlunu evlendirmek için, yahut tarlasını alabilmek için kasabada Avrupa büyük sermayesinin, Osmanlı Bankası namını taşıyan İngiliz-Fransız Bankası, Credit Lyonnais, Deutsche Bank, Banco di Roma ilh… Vasıtalarıyla (Türkiye’yi) nasıl zapt ve yağma ettiklerini anlarsınız.”
Ne demişti Mehmet Akif: “Tarihi tekerrür diye tarif ediyorlar, Hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi?”
Diyorum ki, bir dönemdir uygulanan “neoliberal politikaların” ülkemizi ne hale getirdiğini ve gerçek durumun ne olduğunu anlamak için bir de tarihi yeniden okumak gerekti.