Hafta sonu Bayburt

Bayburt’a yolculuk hafızama ve ruhuma iyi geliyor. Temizlenmek, arınmak gibi bir duygu bu! Ulaşım, biraz daha makul sürelere çekilebilse, her hafta sonunu Bayburt’ta geçirme fikri kulağa hoş geliyor… Sanırım en az 20 yıl daha Zigana ve Kop’u aşmadan Bayburt’a ulaşmak mümkün olmayacak! Bu nedenle, gerçekçi olmak gerekirse “en kestirme dua, tüneller adına olmalı” diye düşünüyorum…

Abone Ol

Bayburt’a yolculuk hafızama ve ruhuma iyi geliyor. Temizlenmek, arınmak gibi bir duygu bu! Ulaşım, biraz daha makul sürelere çekilebilse, her hafta sonunu Bayburt’ta geçirme fikri kulağa hoş geliyor… Sanırım en az 20 yıl daha Zigana ve Kop’u aşmadan Bayburt’a ulaşmak mümkün olmayacak! Bu nedenle, gerçekçi olmak gerekirse “en kestirme dua, tüneller adına olmalı” diye düşünüyorum…

Zigana’yı tırmanırken acele etmiyoruz! Kafilemiz akademisyen ağırlıklı; Prof. Dr. Hüsamettin Koçan, Prof. Dr. Altan Akı, Ahmet Çağıldak ve içlerinde tek alaylı olarak bendeniz.

Zigana’nın eteklerine serpilmiş lezzet mekânları, bulundukları konumun mükemmelliğini hala keşfetmiş değil! Doğanın ve yörenin sunduğu lezzet ve atmosfer 10 numara olsa da; servis, sunum, temizlik ve diyalog maalesef hâlâ sıfır!

Ardından Gümüşhane… Değerler açısından Gümüşhane’nin önünde olsak bile; hangi alanı irdelersek irdeleyelim, tamamında bizden en az 10-15 yıl öndeler. Bu 10-15 yıl önde olma durumuna, zorlu arazi şartlarına rağmen kentleşme süreci de dahil! Bir tek, yerleşke ve imaj noktasında bizim üniversite, Gümüşhane Üniversitesi’nden daha keyifli bir görüntü çiziyor…

*

Ve Bayburt’tayız… Programımız yoğun…

Son yıllarda Bayburt’a dair, beni umutlandıran, yeniden heyecanlandıran ve en önemlisi koparmayan en güçlü duyguların başında Baksı Müzesi geliyor. Ne zaman şehrime dair tükensem, boşluğa düşsem ve “ne olacak şu bizim memleketin hali” diye dertlensem, -özellikle son yıllarda- imdadıma Baksı Müzesi yetişiyor…

Baksı Müzesi, her geçen gün büyüyor ve büyülüyor… Türkiye bu büyülü mekânı keşfetti ve kısa sürede sevdi, benimsedi… En başta olmamız gerekirdi ama olsun, şimdi sıra bizde! Bayburtlular olarak, bizler de Baksı Müzesi’ni keşfettiğimizde, her şey çok daha farklı olacak.

Bayburt bayrağını çok yukarılara taşıyan, Bayburt’un ‘bayraktar’lığını yapan Baksı Müzesi’nde; sanat, tasarım, pazarlanabilir üretim ve lezzet konuları artık oturmuş ve yola çıkmış durumda. Her biri için alanında uzmanlaşmış isimler, gönüllülük esasıyla, keyif ve heyecanla çalışıyorlar.

Baksı’nın temel taşlarını oluşturan bu dinamiklere, bu yıl yöresel turizm ekseninde konaklama da dahil ediliyor.  

*

Baksı’ya yolculuğumuzu, Baksı’da geçirdiğimiz akşamları, Baksı’nın yeniliklerini ve Baksı’nın bu yıl ki hedeflerini başka bir yazıda uzun uzun yazacağım.

*

Tekrar olacak ama altını yeniden çizmek istiyorum: Şimdi sıra bizde! Bayburtlular olarak, bizler de Baksı Müzesi’ni keşfettiğimizde, her şey çok daha farklı olacak.

Bayburt’ta en beğendiğim ve gönülden üyesi olduğum sivil toplum örgütlerinden biri BEKDER. Her şeyden önce konuşabildiğim ve tartışabildiğim bir örgüt.

Yıllardır organize etmeyi düşündüğüm 'Bayburt Postası Başarı Ödülleri' düşüncem, 'BEKDER Onur Ödülleri' ile vuku buldu ve kesinlikle 'düşlerimden birini' hayata geçirme noktasında beni geriye itti. Her derneğin ve kuruluşun ödül verme telaşı ve heyecanını anlayabiliyorum. Diğer bir yandan da, çoğunu düşünülmemiş, acele edilmiş, demini almamış ve hatta gereksiz buluyorum.

Bu nedenle, hakkı ve yakışacağı olmasına karşın 'Bayburt Postası Başarı Ödülleri' düşüncemi, 'BEKDER Onur Ödülleri' başlar başlamaz rafa kaldırdım!

***

BEKDER Onur Ödülleri’nde, kafama tam yatmayan bir konu var!

Rahmetli dedem Osman Okutmuş’a verildi bu ödül.  Bu yıl rahmetli müzisyen Remzi Çavuldak’a da verildi. Vefat etmiş birine, adı 'onur' dahi olsa, ödül verilir mi? Bu konuda emin değilim!

Sanki, projenin içine özel bir 'bölüm' dahil edilip, ödül değil de bir 'anma' günü tadında sunum düzenlense, daha doğru ve anlamlı olacakmış gibi geliyor. Hatırlanmaya değer 'o' kişiyi, tanıyanların konuşmacı olduğu, hayatından ve başarılarından kesitlerin sunulduğu, gelecek kuşaklara daha detaylıca aktarıldığı ve hatırlandığı bir program!

Başta da dediğim gibi emin değilim! Ama BEKDER tartışabildiğim bir örgüt olduğuna göre, bu konuyu da tartışırız diye düşünüyorum.

***

Bu yıl ki organizasyona gelince;

Ödül alan isimlerin tanıtım sunumlarını bu yıl daha çok beğendim. BEKDER’in kurumsal, yani kendi tanıtım sunumunu ise beğenmedim.

Başkan Mete Emir’in 'duygulu' konuşmasını beğendim. Ödül töreninin yine protokol ağırlıklı olmasını ise beğenmedim.

Kenan Yavuz’un tanıtımında annesinin röportajı ve ‘oğlu Kenan’ı anlatması ince düşünülmüş ve hoş bir sürprizdi, çok beğendim.

Ömer Kırmızı ustamızın 'taş köprüyü' yeniden yapma isteğini tekrar dile getirmesini beğendim, şehrin giriş ve çıkışlarına taştan kemerler önerisini ise beğenmedim.

Gecenin finalinde TRT Trabzon Radyosu Türk Halk Müziği Korosu’na protokolün dahil olması ve hep birlikte Bayburt türküleri söyleme fikrini beğendim, koroyu bozup sahnede ‘halaya’ tutuşmayı ise beğenmedim!

Erkek sunucuyu (Murat Türkoğlu) beğendim, bayan sunucuyu ise dersine az çalışmış buldum.

Organizasyonda salonun ışığını beğendim, müzik geçişlerini ve hele de ses sistemini hiç beğenmedim.

BEKDER Onur Ödülleri programının ardından Öğretmenevi’nde bir araya geldik. Keyifli bir akşamdı. Çay, tel helva ve közlenmiş patatesin (kartol) tadı damağımızda kaldı. Geceden hatırladığım diğer izlenimlerim şöyle:

- Valimizi makamında ziyaret ettiğimde, 'Bayburt’u sevmemiş olsa gerek' diye düşünmüştüm ama gecede gördüm ki, tam bir Bayburtlu olmuş. Türkü sevdiği her halinden belli olan Valimiz, söylemeyi de seviyor. Bilmediğim birçok Bayburt türküsü ezberinde.

- Kenan Yavuz, hem ödül töreninin hem de bu buluşmanın en haraketlisiydi. Söyledi, söyletti, Bayburt barlarında halay başını ve kırmızı mendilini kimseye bırakmadı. Doğrusu bu samimiyeti, coşkusu ve gençlere ilgisini keyifle gözlemledim.

- Abdurrahman Şentürk ile ilk kez karşılaştım/tanıştım. Sakinliği utangaçlığından mı, mizacı mı öyle çözemedim. Beden dilinde ve davranışlarında zenginliğin ve paranın kibri yoktu, çok beyefendi ve sessizdi.

- Vekilimiz Bünyamin Özbek’i zaman zaman ve hatta çoğu zaman eleştirsem de, bu güne kadar eleştirmekten en çok keyif aldığım siyasi olduğunu söyleyebilirim. Soğuk nevale ve ulaşılmaz olmayı önemli bir şeymiş gibi üstlerine giyinen siyasetçilerden değil! Olgun, samimi, sıcak… Yanına gelmek isteyeni önce o görüyor ve sesleniyor. Olmadı erinmiyor, yanına gidiyor. Espriler yapıyor. Sosyal medyada etkin olduğundan haberdar değildim. Ayak üstü Twitter’dan üç twit attık. Gecenin, tel helvanın, kartolun fotoğrafını paylaştık takipçileriyle.

- Öğretmenevi çevresinde, yaşadığı ekonomik koşullardan kurtulmak isteyen, bu nedenle de “umuttur” deyip milletvekilimizin, iş adamlarımızın uygun bir anını yakalayıp yardım istemeye çalışan gençlerimizin durumu yüreğimi dağladı. Ama tanık olduğum, aracı olduğum konuşmalarda gördüğüm iletişim ve ilgi biraz olsun beni rahatlattı.

Dikkatimi çeken diğer detaylar:

Valimiz barda başarısız, türküde başarılı.
Vekilimiz türküde başarısız, kabak oyununda başarılı.
Belediye başkanımız kabak oyununda başarısız, türküde başarılı.

Kenan Yavuz türküde başarılı, barda da başarılı ama kayışın sesinden olsa gerek kabak oyununa bulaşmadı.

Yahya Akengin hocam doğal olarak şiirde ve türkü sözlerini düzeltmede başarılı, söyleme konusunda ise gayretliydi.

*

Bir izlenim de bizim kuşaktan: Yeni dönemin tiyatro bayrağını taşımaya aday ve taşıyan Bülent Erdaş, hem gecede oynanan oyunların lideri, hem de en renkli genç temsilciydi. Özellikle gençler ve üniversiteliler Bülent’i hem çok seviyor, hem de onun her hareketine çok gülüyor. Bu da ‘sosyal’ olmasının yanında, iyi bir tiyatrocu olduğunu da gösteriyor.

*

Pazar günü sabah, davul sesleriyle uyandım!

Sarı siyah atkılı ve bayraklı gençler, Gençosman Stadyumu’na yürüyor. Ne yalan söyleyeyim, hoşuma gitti bu manzara. Bu coşkulu ve heyecanlı günü, en son 3. Lig'de şampiyon olduğumuz ve 2. Lig’e yükseldiğimiz 80’li yıllardan hatırlıyorum. Bayburt’u bir pazar günü, sabahtan itibaren böylesine renklendirebilen ve yaşanabilir kılan sporun adı futbol!

Bu coşkuyu ve keyfi, sadece zirveye oynayan bir futbol takımının oluşturmasını sevmesem de, “her şeye rağmen iyi bir şey” diye sarılmadan edemiyorum.

Bu coşkunun ve zirveye aday takımımızın adı biraz uzun… ‘Bayburt Grup Özel İdare Gençlikspor'

Bayburt Grup ve Özel İdare el ele vermişler, 'Bayburt bir zamanlar iddialı olduğu futbolda makus talihini yensin' diyerek takımımıza sahip çıkmışlar. Rakip Erzincanspor ve alınacak bir 3 puan lider olmamızı sağlayacak veya şampiyonluk yolunda büyük bir ivme kazandıracak. Gençosman Stadyumu’nun çevresi; eski günleri aratmıyor. Köfteciler, sucular ve çaycılar konuşlanmış köşe başlarına. Taraftar grupları tezahüratlar yapıyor. Şükrü Saraçoğlu, İnönü ve Türk Telekom Arena’nın çevresini solumuş biri olarak, benzer bir heyecanı gözlemliyorum.

Bir nostaljiyi yeniden yaşama fikriyle yola çıkmış olsam da, yavaş yavaş taraftar heyecanına kapıldığımı ben de fark ediyorum. Bunda en büyük sebep ise, Gençosman Stadyumu’nun sağ tribününü mesken tutmuş ‘Kurukafalar’, sol tribüne koşullanmış ‘Forza Gadalar’ ve karşı tarafta yer alan portatif tribünlere sığınmış ve de kendilerine 'Genç Bayburtsporlular' ismini vermiş taraftar grupları sağlıyor.

Sığınmışlar diyorum, çünkü öğreniyorum ki; Genç Bayburtsporlular, diğer iki gruptan kopan küskünler tarafından kurulmuş ve onlara da tribünlerde kala kala karşı tarafta yer alan portatif tribünler kalmış…

Küskünlükleri maç öncesi şova da yansıyor. Kurukafalar ve Gadalar birbirleri ile paslaşıyor, ortak tezahüratlar üretiyor, hatta iki tribün lideri ele ele taraftarları selamlıyor ama karşı taraf oralı değil... Anlayacağınız tribünde de hızlıca oluşmuş ve hemen ayrışmışız! Ama, ne yalan söyleyeyim, izlerken çok eğlendim. Genç Fenerbahçeliler’i, Ultra Aslanlar’ı, Çarşı Grubu’nu aratmıyorlar. En ateşlileri Kurukafalar; sarı siyah bayraklarla donanmışlar. Konfeti ve meşale konusunda uzmanlaşmışlar. Maçın başlama düdüğü ile birlikte stadı adeta ateşe verdiler. Bu meşaleler stada her yerde nasıl giriyorsa, Bayburt’ta da öyle giriyor olmalı!

Forza Gadalar ise davulda ve atkı ile iddialılar. Her tezahüratta atkılar kalkıyor. Genç Bayburtsporlular ise pankartta çok iyiler.

Şeref tribününün hemen arkasında yer alan, üstte bulunan kapalı basın bölümündeyim. Gazeteciler de var aramızda, üşüyenler de!

Her şey harika giderken ve ben keyifle Gençosman’da ki atmosferi izlerken, bizim çocukların beceriksizliği, ardından hakemin birkaç saçma kararı derken, tribünler birden zevksizleşti. Kırmızı kartın ardından başlayan küfürlü tezahürat ve gerginliğin ardından “çağımızın en büyük hapishaneleri stadyumlardır” sözü çöktü belleğime!

***

Takım adına çok kısa yorum yapacak olursam, en çok 5 numaralı formayı giyen kaptanı ve -sonradan öğrendim ki alt yapıdan yetişmiş Oğuzhan Köse'ymiş- 6 numarayı beğendim. 11 numaralı formayı giyen sağ açık, sol açık, özellikle de 9 numaralı forvet aldığı her topu harcadı. 9 numaralı futbolcuya hoca nasıl o kadar dayandı, anlam veremedim. Çünkü ikinci yarının ortalarında aldığı golcü, daha makul, daha teknik ve daha tecrübeliydi. Ki, o da yüzde yüz 2 gol pozisyonunu fena halde harcadı. 9 numaralı forvet biraz becerikli, sonradan giren forvet ise biraz daha kendine az güvenen biri olsa, maç çoktan kopmuş, tribünler ve stad o çirkin görüntülere bürünmemiş olacaktı.

***

Her şeye rağmen, yaşanan olaylar ve taşkınlıklar dışında atmosferi beğendim. Taraftar gruplarının coşkusunu ve inancını çok beğendim. Şehrin bir Pazar gününü, 3-5 bin kişi bir araya gelerek, bu şekilde yaşamasını daha çok beğendim.

Günün en eğlenceli ve beni bir hayli eğlendiren sloganı ise Bayburt Grup Özel İdare Gençlikspor Kulübü Onursal Başkanı Abdurrahman Şentürk’ün maç başlamadan önce stadyuma girişinde yaşandı: “Şampiyon yap bizi, cehennemde yak bizi.”

Takıma destek veren Abdurrahman Şentürk’e ve emeği geçenlere, bu keyifli günün yaşanmasına katkılarından dolayı ben de teşekkür ediyorum. Benim teşekkür sloganım ise biraz daha başka: Bayburt Grup, sporun oluşturduğu bu coşkuyu ve sevgiyi fark ederek, diğer branşlara da el atmalı!

Özellikle orada kendi haline çürüyen Kop Kayak Merkezi artık yaşamaya başlamalı! Bu gürültünün arasında ve uzun bir yazının sonunda ne kadar yankı bulur bilmem ama, 2013 yılı da dahil olmak üzere son 4 yılın Türkiye Kayak Şampiyonu Emre Şimşek bir Bayburtlu. Türkiye üçüncüsü kardeşi Harun Şimşek de öyle. Ve bu Bayburtlu şampiyon kayakçılar, sponsor desteği olmadığı için Bayburt adına yarışamıyorlar!

Geçmiş yıllarda olimpiyatlarda Türkiye’yi temsil eden kayakçıların Bayburt’tan çıktığını, fazlasının da çıkabileceğini Abdurrahman Şentürk’e ve Bayburt Grup’a anlatmak/aktarmak ya da anlatılmasını/aktarılmasını isterim. Futbola verdiği küçük bir destek ile Bayburt’ta bir Pazar gününün nasıl değiştiğini ve kendisine gösterilen sevgi selini gören Abdurrahman Şentürk, Kop Dağı Kayak Merkezi’ne de el atmalı! Hatta güçlü bir kayak kulübünün kurulmasına ve şampiyon kayakçıların bu kulüpte bir araya toplanmasına da liderlik yapmalı diye düşünüyorum.

***

“Neden yazmıyorsun?” diyen dostlarım ve Bayburt Postası okurları için; bir hafta sonu Bayburt’ta yaşadıklarım ve yaşamak istemediklerim böyleydi… Çok istediğim ama ancak zaman bulabildiğim bu köşede ve bir başka yazıda tekrar buluşmak dileğiyle…

Mart 2013