H. Ali Polat’tan ‘vasat’ açıklamalar…
Şimdi, neden böyle bir başlık seçtiğimi, bu mecrada haber yapılmış Bayburt Belediye Başkanı H. Ali Polat’ın beyanlarını irdeleyerek açıklamaya çalışacağım.
Başkan ilk paragrafında, görevi sırasında yaptığı çalışmaları ile iftihar ettiğini, ancak gelinen noktada kendisi için olumsuz bir durumun oluştuğunu, devam etmek istediğini fakat bunun gerçekleşmediğini açıklıyor ve bu ahvalin müsebbibi kim diye soruyor.
Lakin beyanlarının devamında suçlu/sorumlu(?) diye geniş bir kesimi işaret ediyor. Ve haliyle haklı olarak birçok çevreye cevap hakkı doğuyor. Benden ise özellikle bahsediyor ki, bu yazıyı kaleme almam, bu sebepten ve gözümü açtığım topraklara olan sadakat ve ilgimden ibaret.
İkinci paragraftan ise, Polat aday gösterilseydi, böyle sitemkâr bir açıklama kamuoyuna sunulmazdı gibi bir izlenim hissediliyor. Çünkü, ‘neden belediye başkanları devam etmiyor’ sorusunun iki mantıklı cevabı var: Ya halk beğenmediği/istemediği için bu insanlar tekrar seçil(e)miyor ya da siyasi nedenler veya çıkarlarla insanların önü kesiliyor. Hal böyle iken suçu halkta, suçu başka kalemlerde aramak, hatta kalem ve birimlerin sorgulanması gerektiğini iddia etmek, hem yersiz geliyor, hem de birçok kesimi töhmet altında bırakıyor. Öte yandan, sosyolog olduğunu dile getiren Başkan, hangi sebeple o kalemlerin sorgulanması gerektiği hususuna da esaslı olarak değinmiyor…
Daha sonraki cümlelerinde Başkan, kendini tarifliyor ve fakülte bitirdiğinden söz ediyor. İyi de fakülte bitiren çok insan var. Misal ben, hem de birincilikle, hem de Mimar Sinan Üniversitesi’ni bitirdim. İstanbul gibi bir metropolde çok önemli mevki ve makamlarda bulundum. Çeyrek asırdır fotoğraf, sanat, gazetecilik ve yazarlıkla hemhalim. Bayburt üzerine, dünyaca ünlü dergilerde yazdım. Foto-röportajlarım birçok ulusal gazete ve dergilerde yayımlandı. Üniversitelerde ve birçok kurumda seminerler verdim. Bunlar önemli ya da önemsiz bulunabilir, ama mühim olan bakış açısı ve ufuktur. Kültürel donanımdır. Ancak muteber belediyecilik, üç renkli kaldırım döşemekle, kentin kalbine açılan yolları asfalt donatmakla olmuyor. Kente karşı işlenen suçlar başlıklı bir yarışmada, tarihi saat kulesinin rengârenk aydınlatılmış ‘kiç’ görüntüsü, bir kentin zevk anlayışını resmeden bir belge olarak tarihe geçti.
Cümlelerinin devamında Başkan, ‘belediyeciliği öğrenmek için en az 3 yıl gerekli’ diyor. Ancak düşünen insanın aklına, ‘belediye gibi mühim bir kurum deneme tahtası mı’, ‘üç yıl az bir zaman mı’ gibi sorular düşüyor. Oysa düşünsel donanım, daha başkan seçildiği ilk gün, tüm birimleri toplayarak, onlardan kente dair, etraflıca raporlar ister. Ardından tüm alanlardan insanlarla, uzun soluklu toplantılar yapar. Birkaç ay sonra, elinde, tüm görüşlerden düşünceler vardır. Kente dair her türlü sorun, değerlendirme, beklenti ve çözüm önerileri de dâhil. Sonra bu raporlar eşliğinde hazırlanan plan ve proje ile çalışmaya başlar. Ki ortada artık, kentin bir ‘master planı’ da vardır ve bu plan üzerinden yol alınır. Gerisi rutin hizmetlerdir ki, bir biçimde yürüyecek, yürütülecektir…
Öte yandan bir kenti çözümlemek için Kop’u, dopu, emsali, haritayı, şehir planını bilmek yetmiyor. Daha çok şeyi ve özellikle kenti; tarihsel, kültürel ve sosyolojik açıdan, kavramsal ve kuramsal bir bilinçle bilmek ve içselleştirmek gerekiyor… Dücane Cündioğlu’nun dediği gibi, “Bugün’de ve şimdi’de yaşamadıkça, zamanda ve mekânda geçmişin mirasına bir gelecek sunamayacaklarını anlayamıyorlar.”
Sonraki açıklamalarında Polat, popülizme dair yer yer haklı açıklamalar yapıyor. Ancak kendisi de popülizmden kurtulamıyor. Asli görevlerini, bir lütuf gibi sıralıyor. Ki tartışmaya açık malum çalışmalardan söz edip, kanımca Bayburt’a en büyük zararı veren Hes’lerden, Toki’den, kentin tarihsel değerleriyle çelişen betonlaşmadan, Çoruh’un kök taşlarının sökülüp adata kanala dönüştürülmesinden ve eğreti faaliyetlerden söz etmiyor. Bunların tartışılmasını, handiyse Bayburt’a ihanet olarak görüyor, her nevi eleştiri ve görüşü yok sayıyor, muhalafeti ise adeta düşman görerek ötekileştiriyor…
Sonra, üst yapının alt yapıyı belirlemesi gibi çok mühim bir olguyu yok sayarak çalışanları eleştiriyor. Eleştirmekle de kalmıyor, bakın neler diyor: “…Şimdi belediyede kadrolu olarak yaklaşık 250 çalışanım var. Bunlar değişik zamanlarda belediyeye alınmış. Belediye başkanı seçildiği gün yakasındaki rozeti bir kenara bıraksa da, çalışanlar arasında işin içinde bir siyasi anlayış maalesef oluyor. Farklı bir partiye mensup bir çalışan, ‘ben çalışayım da Hacı Ali Polat mı kazansın?’ Arkadaş sen bu işten para kazanıyor, aileni geçindiriyorsun. Senin birinci işin aldığın paranın hakkını vermek. İş yapmayan adama cezasını da veremiyorsun. Ceza versen de geçici oluyor. İşten de atamıyorsun, rezilliği de göze aldıysa onla baş etmen mümkün değil.” Oysa insana sorarlar, ‘farklı partiden olmak suç mu?’ Çalışanlar, Hacı Ali Polat için değil de, Bayburt için çalıştıklarının bilincinde değiller mi? Bir çalışan, muktedir karşısında rezilliği nasıl ve hangi güçle göze alabilir? Dahası ihanet etmek, tembelce davranmak gibi cümleler bir belediye başkanının ağzına yakışmıyor…
Genel olarak ve özellikle sonraki paragraflarda hem nalına hem de mıhına vurduğu gözlemlenen Polat, kendi hatalarına ise hiç girmiyor. Sözünü ediyor ama ne olduğunu açıklamıyor. Hemen yapılan tüm eleştiri ve görüşleri bir potada buluşturarak yeriyor. Sanki ondan başka hiç kimse, Bayburt’a dair samimi kaygılar taşımıyor. Sanki her şeyi o biliyor. Konser ve etkinliklere kimsenin gelmemesini eleştirirken, söz konusu faaliyetlerin içeriğine hiç değinmiyor. Ya da bunu sorgulamak yerine, insanları suçluyor…
“İnanın 5 sene geçti, beni zorlayan adam çıkmadı. Ama elemanlarımdan benim hızıma yetişemeyen çok çıktı.” Bu cümleyi kurarak hem gözden kaçmayan kibrini ortaya koyuyor, hem belediyeciliğin ancak kolektif bir çalışma ile yürütüldüğünü, yürütülmesi gerektiğini atlıyor, hem de her faaliyette bizzat öne çıkarak, tüm birimlerin ve her şeyin tek sorumlusu, tek yetkilisi rolünü oynuyor…
Devam eden cümlelerinde sık sık ‘ben’ diye söze başlayan Polat, maalesef ki, yaptığı her şeyi, en iyi, en doğru yaptığına inanan anlayışı resmediyor. Oysa akil insan mütemadiyen öz eleştiri yapar. Kendiyle tartışır. Fikir alışverişinde bulunur. Sorar, sorgular, danışır. Yaptıklarından hep şüphe duyar. Zaman zaman ‘acaba’ der. Görece olan güzel ve doğru üzerinde temkinli davranır.
“…Bu sonuçta basının da etkisi var… Özelikle yeni çıkan bir basın sektörümüz oluştu; Sosyal medya basını. Karanlık alemlerden salvoların, klavye kabadayılarının ortaya çıktığı basın. Belediye ile ilgili bir belediyenin sitesindeki haberi yayınlıyor. Altına neler de neler. Adam adını bile söylemeye cesaret edemiyor hiç senin zihninde olmayan şeyler söylüyor. İftiralar, dedikodular, karalamalar… Sosyal medya buna çanak tuttu. Kontrolsüz, kuralsız, kaidesiz. Kişilik haklarına saldırı da oldu ama kimseyi mahkemeye de vermedik.”
Suçlular veya aday gösterilmemesinin sorumluları içine basını ve sosyal medya’yı da kattığı bu paragrafının içinde Başkan, ‘Bayburt hepimizin, yapılan her hizmet bize yapılan hizmettir. ‘ diyor. Ancak bunu içselleştirmek ve empati yapmak gerekir. Hizmetin nevini ve içeriğini tartışmak elzemdir. Her eleştiri ve görüşü önce böyle algılamak gerekir. Ne ki yine bu bölümde kurduğu bazı cümleler ise hem düşündürücü hem de söyledikleri ile çelişiyor. Sosyal medyadan, karanlık kalemlerden bahsederken, talihsiz bir ithamda bulunuyor ve herkesi zanlı durumuna düşürüyor. Oysa kendisi de o alanda yer alıyor ve ne tesadüf ki söz konusu açıklamalarını bu mecrada yapıyor. Dahası, Facebook’ta paylaştığı çok tartışmalı, çok sekter paylaşımlar, arşivlerde duruyor…
Sanırım bendenizi kastettiği, “Adam adını bile söylemeye cesaret edemiyor hiç senin zihninde olmayan şeyler söylüyor. İftiralar, dedikodular, karalamalar…" cümleleri ise, haddini aşan bir haksızlık içeriyor. Şimdi kamuoyu nezdinde sormak isterim sayın başkana, adını bile söylemeye cesaret edemeyen bendeniz ‘En Ka’ (Engin Kaban), sizin zihninizde olmayan neler söylemiş? İftira, dedikodu ve karalamaları kim yapmış ve nelerdir? Evet, sizinle söyleşi yapmak istediğimde, ‘ben her şeyi söyledim’ deyip teklifimi önce geri çevirmediniz mi? Ben ısrar edince, derdimin Bayburt’u tanıtmak olduğunu söyleyince, sonra ‘evet’ demediniz mi? Yoğunluk nedeni ile gerçekleştiremediğimiz bu gelişmenin ardından sizi telefonla arayıp Radikal Gazetesi’ne Bayburt röportajı hazırladığımı ve yazımda Hes’lerden de bahsedeceğimi size beyan etmedim mi? Siz, böylesi bir yazının Bayburt’a zarar vereceğini ve daha sonra ‘sizi kim gönderdi’ diye o talihsiz cümleyi kurmadınız mı? Burada yalan olan, karalama ve iftira olan ne var?
Dahası mağduru oynayıp kimseyi mahkemeye vermedik derken Başkan, gizlice tehdit savuruyor. Söyledikleri doğru ise, kendisine iftira atıldıysa, karalamada bulunulduysa, bunları açıklamalı, belgelemeli ve gerekeni yapmalıdır. Aksi halde tatsız ve haksız ithamlar, öylece ortada kalacak…
Başkanın genel olarak açıklamalarında, kanımca derinlikli bir husus yok. Dahası değinilmeyen ve eleştiriye açık çok şey var. Misal belediyenin borçları karşılığında verilen arsalar. İhaleler. Tartışmalı projeler. Çoruh. Hes’ler. Basının yaşadığı sıkıntılar. Eleştiriye tahammülsüzlük vs.
Son paragraflarında Başkan, 2012’nin başında yapılan bir anketin çok düşük olduğunu (% 10,7) ve Başbakan’ın kafasında o rakamların kaldığını söylüyor. Bu durum, henüz üç yılda öğrendiği belediye yöneticiliğinin acemilik dönemine denk gelmiş ki, ankete katılanlar yerinde oy kullanmış. Ustalaşınca da bu rakam, doğal olarak % 50’ye çıkmış. (Lakin ne tesadüf, ilgili birimler ve Başbakan bundan haberdar olamamış.) Ama Polat, meseleye böyle bakmadığı gibi, bu anketlerin kendisiyle devam etmeme anlamına geldiğini ve ortada bir vebal varsa, sorumlusunun kendisi olmadığını ima ediyor. Ve gelecekte alınamayacak hizmetlerin mesulü olarak da geniş bir kitleyi ve çeşitli kesimleri görüyor...
Özetle; Başkan’ın açıklamalarından anlaşılan şu: Belediyeciliği henüz öğrenmişken görevini sürdürememesine içerleyen Polat, bir refleksle sitemde bulunuyor. Bu doğal bulunabilir, ancak hem vasat ve tartışmalı cümleler kuruyor hem de bu durumun sorumlusu olarak, yanlış mecra ve çevreleri işaret ediyor. Merkezden seçilen başkan adaylığı ayan beyan ortadayken, kendisinin devam edip etmemesi açıkça partisine bağlı iken, üstelik temayül yoklamasında kullanılan yaklaşık 200 oydan 101’ini almasına rağmen bu hususu eleştirme gereği bile duymuyor…
“Belediyede kalifiye eleman az” diyen Polat, "Ben devam etseydim Bayburt kazanacaktı."
Kendinden bu kadar emin insana sorarlar, bir başına mı?..