Grevden dönenin ve ilginç bir Amerikan işbirlikçisi

Abone Ol
Türkiye işçi sınıfının mücadele tarihi yazıldı mı? Hayır.

Yazılmalı mı? Evet… 

Yazılmalı ama bir vakanüvis üslubu ile değil, o sıkar günümüz insanını, edebiyatla sunulmalı o tarih.

1961 Anayasasının getirdiği hak ve özgürlükler. Bülent Ecevit’in çalışma bakanı olduğu dönemde çıkarılmasına öncülük ettiği toplu iş sözleşmesi, grev ve lokavt ve sendikalar hakkındaki yasal düzenlemeler ve 1965 yılında ivme kazanarak gelişen sanayileşme.

Ve ardından işçimizin başlattığı örgütlü, hak mücadelesi… Türkiye buralardan geçerek demokratikleşti, gelir dağılımını büyük ölçüde düzeltebildi. Ne zamana dek? 24 Ocak 1980 kararlarına dek. O kararlarla ulusal ve karma ekonomiden, batı güdümlü liberal ekonomiye geçtik. Ve o geçişin hoyratça olmasında 12 Eylül 1980 askeri rejiminin de büyük payı oldu.

Ve şunlar oldu, işçi hakları bağlamında; sendikalı ve kadrolu işçi sayısı azaltıldı, müteahhit ya da taşeron işçileri çoğaltıldı. Kurumların hizmetleri dışarıya yaptırılır oldu. Ve İşçi Konfederasyonları büyük ölçüde susturulup bastırıldı, yandaşlaştırıldı, etkisizleştirildi.

Son yıllarda artık bırakın grev yapmayı, ağıza alınması bile cesaret konusu oldu.

Eveet sözü değerli yazar ve eski bir sendikacı olan Celal İlhan’ın “Grevden Dönenin” (Kaynak Yayınları) kitabına getirecektim ama yukarıdaki “girişsiz” eksik olurdu bu getirme.

Celal İlhan, Mersin’de kurulu bir ağır sanayi tesisindeki ağır çalışma koşullarını (45 metre yükseklikteki asit kulesinde kaynak yapmak bunlardan birisi) değiştirmek için işçinin önüne düşen, öğütleyen, örgütleyen ve bu uğurda bedel ödeyen bir insan.

Ne o günün hükümeti, ne daha sonra gelen ve sosyal demokrat olduğunu söyleyen umut hükümeti, işçilerin haklı taleplerini yeterince kavrayamıyor. Oyalama, nutuk, çelmeleme, bölme… Ve Petrol-İş Sendikasının başındakiler… Sendika ağaları, sendika madrabazları… Onlarla da mücadele…

Ve destansı bir mücadele sonunda utku… Egemen sınıfa boyun eğdirme…

Celal İlhan edebiyatçılığının verdiği kıvraklık ve akıcı biçemle anlatıyor tüm bunları.

Bu kitap yeni değil, 2008 yılında Abdullah Baştürk İşçi Edebiyatı Birincilik Ödülü’nü almış. Ben yeni okudum. Celal İlhan’la geçen hafta katıldığım Ankara’daki Çankaya Belediyesi Kitap Günlerinde Berfin Yayınları standında yüz yüze tanış olduk. Yanında bu kitap varmış, imzaladı, armağan etti. İyi ki etmiş.

Bu kitabı emekten, haktan, hakça paylaşımdan, kardeşlikten ve de gerçek demokrasiden yana olan herkes okumalı. Günümüzde sendikacılık yapanlar ise ezber etmeliler.

İLGİNÇ BİR AMERİKAN İŞBİRLİKÇİSİ

Cumartesi günü Berfin Yayınları standına geldi o dost. Kızılbaş bir Türkmen olduğunu söyledi. Benimle uzunca sayılabilecek bir süre sohbet etti. Sonra “Şaman Olan İmam” adlı kitabımı alıp imza ettirdi. Ve bana “Bir Amerikan İşbirlikçisinin Faaliyetleri” adlı kitabı armağan ederek gitti.

Kitabın bir de ön başlığı var, o da ilginç: “Takma adla yazdıkları, basındaki tartışmaları, Kenan Evren arşivinden çıkanlar”. Kitabın yazarı Mesut Özcan, Payda Yayıncılık tarafından yayımlanmış.

Bu işbirlikçi, takma adlarla, devlet yetkililerine ihbar ve tavsiye niteliğinde önemli sayılabilecek, ciddiye almayı gerektirecek bilgiler yolluyor. Bunları zaman zaman Türk basınının önde gelen köşe yazarlarına da yolluyor ve onların köşelerinde yer de buluyor.

Ve bu adam durmadan yabancı birileri ile görüşüyor. Sovyet ve Bulgar Elçilikleri ile, İngiliz Büyükelçiliği ile, İsrail basın ateşesi ile ve ABD’lilerle.

Kim bu adam, neden görüşüyor, neden ciddiye alınıyor? Bunu anlamak olanaklı değil.

Peki neler görüşüyor, neler yazıyor ve rapor ediyor. İki konu üzerinde duruyor: Türkiye’deki Alevi toplumu, onlara yönelik baskı, kıyım ve kışkırtmalar ve devleti yöneten onun deyimiyle “Göçmen Cunta”… Ama burada işin dozunu kaçırdığı yalan ve iftiraya kadar da işi götürdüğü belli oluyor. Sözgelimi MHP’nin de göçmenlerin elinde olduğunu söylüyor ve Yaşar Okuyan’la Agâh Oktay Güner’i örnek veriyor, güya Okuyan Yugoslav, Güner de Kafkas göçmeni imiş. İkisi de yalan. Okuyan Rize Çayeli Büyükköylü, Agâh Bey de Bayburt Kadızâde Mahallesinden (benim yerdeşim, büyüğüm, dostum)…  

Ve derken dikkati çekiyor bu ilginç kişi. “Türk Ordusu kendi yarattığı terörü önlemede başarı kazandı” deyince, 12 Eylül yönetiminin hışmına uğruyor ve bir operasyon yapılıyor, gözaltına alınıyor, evinde bulunan belgelere el konuluyor ve Kenan Evren’in arşivine aktarılıyor. Askeri Mahkeme’de yargılanıyor. Sonra babası çıkıyor ortaya. Bunun şizofren olduğunu, çoktandır da aileden kopuk olduğunu söylüyor ve salıveriliyor.

Pekii yazdıkları hep deli saçması mı? Hayır. Ciddi, tutarlı, söz ve savları da var. Özellikle Kahramanmaraş katliamı ile ilgili. Bu kişi, bu bağlamda, Ecevit Hükümetinin Başbakan Yardımcısı CHP’li, eski emniyetçi Orhan Eyüboğlu’nun dehşet ve ibret verici sözlerine değiniyor. Bakınız, ABD’li Gene Christy (2.sekreter deniyor kitapta, sanırım elçiliğin yetkilisi), Eyüboğlu’na soruyor: “Bay Eyüboğlu, siz Alevi Kızılbaşları baskı, işkence ve soykırımlardan kurtarmak vaadiyle ve onlardan aldığınız oylarla iktidar oldunuz. Oysa ki Alevi Kızılbaşlara en büyük soykırımı siz yaptınız. Bunu nasıl izah edeceksiniz?”

Ve işte Eyüboğlu’nun yanıtı: “Kahramanmaraş soykırımı, resmen, Türk Ordusu tarafından, İran-Şii etkisinden korkularak, Türkiye’deki Alevi-Kızılbaşlara gözdağı verilmek için yapılmıştır. Olayların çıktığı 1. Gün (23 Aralık 1978), Alevi solcular ile Sünni sağcılar arasında sadece karşılıklı slogan düellosu yapılmıştır. Ne yazık ki, Gaziantep’ten yardıma çağrılan askeri birlikler bilinmeyen(!) bazı nedenlerle sağ kesime silah dağıtarak ortaklaşa bir hareketle soykırım gerçekleştirmişlerdir. Bu özel birliğin Özel Harp Dairesi (kontrgerilla) olduğunu zannederim, biliyorsunuzdur.”

Yaa işte böyle… Bunları, bu yaşananları, bu geçmişi bilmezsek, geleceğimiz aydınlık olamaz, hep aynı hataları yine işler, kırarız birbirimizi…