Sanırım 60’lı yıllardan beri bu gazeteye -aralıklı da olsa- bir şeyler yazıyorum.
Her yazdığımda Osman Abimiz aklıma geliyor.
O, gazetesinde yer alan her öykümü, -şimdi okuduğumda güldüğüm- her yazımı, her yan yana geldiğimizde önce över göklere çıkarır, ardından da söyleyeceklerini söylerdi; kırmadan dökmeden.
Bu gün bir şeyler yazma çabası içindeysem Osman Ağabeyimin –eniştem de olur- bu tutumunun önemli bir yeri olduğunu biliyorum.
Demek ki her yazılan okuyanca değerlendirilmeli, değerlendirmenin öznel ve nesnel sonuçları da dillendirilmeli; yerine ve amacına göre; sözlü ya da yazılı…
Bu değerlendirmelerin yazı iyesini ne denli mutlu ettiğini, onu ne denli isteklendirdiğini ancak yaşayan bilir.
…
Bu gazeteye yazı verenlerin tümü, yazılarının yayınlanmasından çok gazeteyi eline alan herkesin yazısını okumasını önemser. Kaç kişinin okuduğunu anlamak ister. Daha önemlisi de kaç okurun yazısına ilişkin görüş belirttiğine bakar. Bu görüşleri okumak, görüşlerde belirtilenleri değerlendirmek, yazacaklarında bu değerlendirmelerden yararlanmak ister.
Gazeteyi diri tutan, yaşatan okurlarıdır. Yazarların, gazete iyesinin, gazete çalışanlarının var olmasını sağlayan okuyucularıdır. Hele de okuyan, düşünen, düşündüğünü yazan okur… İşte bu, gazeteyi gazete yapan ana ögedir.
Bayburt Postası “En Çok Okunanlar”ı ve “En Çok Yorumlananlar”ı açıklıyor. Bu açıklamalarda yer bulan bir tane düşün yazısı yer almıyor! Yazılan onca köşe yazısı var, onca düşün yazısı var… Bunlar okunmuyor mu? Okuyanlar, yazıda dillendirilen görüşleri değerlendirmiyor mu? Okuyup değerlendiriyorsa niye gazete okurlarıyla paylaşmıyor?
Demem o ki gazete yazarı ile gazete okuru yine gazete sayfalarında buluşmalı, söyleşmeli, tanış olmalı.