Emeğin hali

Abone Ol


4 Aralıkta Ermenek’te yer altında kalan son maden işçilerine ulaşıldığında, aynı zamanda Dünya’da “Madenciler Günü” kutlanmaktaydı. Arkasından 19 yıl gecikmeyle, konuyla ilgili ILO Sözleşmesi imzalandı. ILO’nun 176 sayılı sözleşmesi, maden çalışanlarının güvenli bir ortamda çalışmasını sağlayacak, risklerin azaltılmasını en aza indirilmesini temin etmeye dönük tedbirleri ihtiva etmektedir ve bu konuda işverene sorumluluk ve yükümlülükler getirmektedir.

Üst üste maden kazalarının yaşanmasından sonra, hükümetin bu konuda önemli adımlar attığını, ülkemiz madenciliğinin sosyal tarihinde iki uygulamayı gerçekleştirdiğini; bunlardan birinin, yer altı maden işlerinde çalışanların asgari ücretini iki katına çıkartmak, diğerinin ise çalışma süresini altı saatle sınırlandırmak olduğunu hatırlamak gerekir.

Peki, bu konuda yapılan yasal değişiklikler “maden ocaklarına” yansımış mıdır? Maden işletmeciliği yapan kuruluşlar, “yer altındaki bu düzenlemeye” nasıl bakmaktadırlar?

Emeğe karşı sorumlu olmak

Türk-İş Genel Başkanı Ergün Atalay alışılmış bir sendikacı değildir. Türk basınındaki klişeleşmiş ifadesiyle “bir sendika ağası” hiç değildir, hep işçi davasının ve emeğin meselelerini peşinde koşan dürüst bir insandır. Soma’da maden felaketi yaşanınca, işvereni ve devleti eleştirmekle kalmamış, “sektördeki sendika görevini yapsaydı durum böyle olmazdı” diyerek bir anlamda “sendikacılığın yan gelip yatma yeri olmadığını” söylemiştir. Bunu, açıkça kamuoyunda dile getirip, özeleştiri yapmıştır. Bunun üzerine söz konusu sendika başkanının ve yönetiminin istifa ettiğini o günlerde Türk kamuoyunda kim fark etti bilinmez!

Ergün Atalay işçi ve emek davası için mücadele ederken, bir siyasal amaç peşinde olmadığı gibi siyasal bir dilde kullanmıyor. Onun bu “sivil sendikacı üslubunun” hedefinde emeğe karşı olanlar bulunmaktadır. Emeğin korunması ve hakların geliştirilmesi konusundaki “bu hassasiyet” sendikacılık açısından önemlidir. Geçen günlerde Başbakan Davutoğlu’nun da bulunduğu, odaların, derneklerin işadamlarının da yer aldığı bir toplantıda yaptığı konuşmada, asgari ücretle ilgili, maden felaketlerine gelir adaletsizliğine dair yaptığı eleştiriler, sosyal medyada izlenme rekorları kırmış. Hatta gazeteci Sadettin İnan’ın ifadesiyle “Lady Gaga’yı geride bırakmış bulunmaktadır”.

Ergün Bey’le görüştüm. Oldukça dertli. “Uğraşıyoruz çabalıyoruz, meclis hassasiyet gösteriyor kanun çıkarıyor, en başta uygulaması gereken kamu işyerleri bunu uygulamıyorlar, kanuna ve emeğe karşı saygısız davranıyorlar, bu nasıl iştir?” diye soruyor.

Kamu bilinci

13 Mayıs’ta Soma’da arkasından Ermenek’te yaşanan facialardan sonra TBMM’nin yaptığı düzenlemeyi, kamu işyerlerinde uygulamayan “kraldan fazla kralcı, kapitalistten çok kapitalist” yöneticilere ne demeli. Akılları sıra kanunu “yorumlamaya kalkarak” sosyal yardım kalemlerini örneğin giyim, yakacak, yemek ve servis harcamalarını  “iki asgari ücretin miktarından düşerek” uygulamaya çalışmaları, açıkça kanuna karşı bir tutumdur ve suç işlemektedirler. Bugün kamu sektöründe, asgari ücretin iki katına çıkmasına karşı alınan tavır, sadece sorunun özel işletmelerde olmadığını, kamudaki “işletme zihniyetinin” de oldukça geri bir anlayışa dayandığını ortaya koymaktadır.

Türkiye’nin kalkınmasının, ileri sanayi üretimine, sanayi ötesi teknolojilere geçmesine bağlı olduğunu dikkate alırsak, “düşük standartlı sosyal şartlardaki emeğin” üzerinden elde edilecek “birikimin” yanlış bir hesap olduğunu daha iyi görürüz. 

Bu bakımdan emekle kurulacak “sosyal diyalog” üretimin gücünü artıracak, yeni üretim tarzına geçmek için güçlü bir motivasyon ve bağ yaratacaktır. Türk-İş Genel Başkanı Atalay’ın “ülke kalkınsın ama emeğe haksızlık edilmesin” yaklaşımı bunun en sade ifadesidir.