İnsanlık tarihinin en özel ve en temel besin maddesi ekmek, zorlu üretim aşamasının ardından tezgâhlardaki yerini alıyor. Son zamanlarda artan fiyatı ile çokça gündem olan ekmek, Bayburt'ta bazı noktalara ise zorlu üretim aşamasının yanında bir o kadar daha zorlu bir süreç yaşayarak ulaşabiliyor.
Bayburt'ta 2012 yılından bu yana fırın işleten Bünyamin Pala, çetin şartlara aldırış etmeden 45 kilometre uzaklıktaki köylere ekmek ulaştırmaya devam ediyor.
Bünyamin Pala’ya haftanın 4 günü tekrar ettiği ekmek turlarından birinde yol arkadaşı olduk. Karlı dağları aşarak zar zor ulaşabildiğimiz köylerde renkli simalarla tanıştık. İnsanımızın hayata dair görüşleri televizyonda görülen kimi otoritelerin çok ötesinde! Ekmeğin felsefesinden, tarihin derinliklerine; yaşamın zorluğundan, 'ötelere özleme' dair 4 saatlik turdan, zihnimize düşenler ve aklımızda kalanlar…
Turan caddesinden çıkıyoruz yola. Bünyamin 'önce mazot almamız gerekli' diyor ve dolayısıyla mazot fiyatlarına gelen zamlardan bahis açıyor. "Yaz aylarında bu köylere çok ekmek satıyoruz, kışın köylerde yaşlılar kalıyor. Yazın sattığımız ekmeğin üçte birini bile satamıyoruz, mazot fiyatları da her geçen artıyor ama götürmek zorundayız. Şuan köylerimizde kalanlar ekmek yapamayacak kadar da yaşlı. Zarar da etsek buna mecburuz."
Dikmetaş'ın yanından geçip, Adabaşı köyüne selam veriyoruz. Ballıkaya ve Karşıgeçit derken, Yamalı dağın Balhar rüzgârından koruduğu için yetiştirilen sebze çeşidi fazla olan ve bölgenin 'Çukurova'sı diye adlandırılan alana geçiyoruz. İlk köy Aslandede (Kân), buradan sonra karpuzun dahi yetişebildiği sırasıyla dört köyümüz var: Aslandede, Çakırbağ, Çamlıkoz ve Bayraktar. Aslandede köyünde sağlı sollu seralar gözümüze çarpıyor. Yazın Bayburt sebzesi diye satılan ürünler bu seralarda yetişiyor.
Aslandede köyünü geçip, ekmek vereceğimiz ilk durağımız Çakırbağ, eski ismi ile Abusta'ya varıyoruz. 'Absutalı Bekir' düşüyor aklıma, dünyaya nam saldığı ismi ile 'Kara Yusuf Pehlivan'. Muhlis Aydın'ın ünlü pehlivanı anlattığı romanının ismi 'Yamalı Dağın Aslanı'. Pehlivan, burada doğmuş, büyümüş ve ardından çalışmak için gittiği Rusya'daki güreşler yapmış, evlenmiş ve geri dönmüş. Son güreşini de Çar Nikola’nın huzurunda Rus güreşçisi Situpun ile yapmış, onu da yenmiş, ününe ün katmış. Tatar Türklerinden olan eşi Emine ile döndüğü köyünde yaşamını sürerken, işçi olarak gittiği Giresun'da 1944 yılında 58 yaşında hayatını kaybetmiş. Bugün halen bu köyde Kara Yusuf Pehlivan'ın ve onun ileri görüşlü eşi Emine'nin adından bahsediliyor. Onlara dair anlatımlar birçok Abustalı'nın dilinde. Ahmet Aker’in ‘Efsane Güç ve Aşk Hikâyesi’ de Pehlivan’ı çok yönlü ele alan, bu anlatımlara genişçe yer veren önemli bir makale…
Abusta'nın Bayburt eğitim tarihinde izleri bulunan önemli bir kıymeti daha var. Osmanlı döneminin son muallimi, Cumhuriyet döneminin ise ilk başöğretmeni Hasbi Ahmet Aker de bu köylü.
Ben bu düşünceler içinde iken, Bünyamin bir dağın yamacına sıralanmış evlerin aralarına giriyor ve köyün tek bakkalının önünde duruyor. Bakkal Halis, daha önce muhtarlık yaptığı için birçok toplantıdan tanıdığım bir sima. Abdulkadir Nişancı'dan söz açıyor, hazin olay dün yaşanmış gibi üzüntüsünü dile getiriyor ve onu özlemle anıyor. Bünyamin'e kaç gün sonra geleceğini soruyor. 'Üç gün sonra' cevabını alınca da 60 ekmek istiyor, bu arada gelen zamlardan sonra bakkaldaki birçok ürünün fiyatını daha yeni değiştiğini anlatarak, ekmeklerin ödemesini yapıyor.
***
Hicranî Baba’nın evi müze olamaz mı?
Abusta'dan ayrılıp, Ahbunus'a (Çamlıkoz) doğru ilerliyoruz. Ahbunus, Hicrânî Baba'nın köyü. Hicrânî Baba'nın yaşadığı topraklar ismini verimli toprak manasına gelen 'ahbun' kelimesinden alıyor.
Hicrânî Baba'nın köyde yaşadığı evi halen ayakta. Anadolu'nun birçok bölgesinde ozanlara ait müze evler var. Burası müze olamaz mı? Bence en âlâsından olur. Baksı Müzesi'ne doğru giden kültür yolunda ‘Hicrânî Durağı’, ozanların piri Dede Korkut'un yurduna ne çok yakışır. Bu benim yetkililere bir önerim olsun...
Ne diyordu büyük ozan Ters Destanı’nda:
“Yüze taksim etti bu gamı felek
Tam doksan dokuzu Hicrân’a düştü.”
***
Bünyamin’le köyün bakkalı Ali’nin evinin önünde korna çalıp beklemeye koyuluyoruz. O bakkalcının istediği ekmek miktarını verirken, ben de bir önceki köyde gözlemlediğim gibi köyün köpeklerine ekmek doğruyorum. Bu sırada kargalar ve serçeler de bir hayli aç kalmışlar ki köpeklere aldırış etmeden ekmeğe hücum ediyorlar, haklarına düşenleri kıyıya doğru çekiyorlar...
Ahbunus köyünden sonraki durağımız Baksı köyü, yeni ismi ile Bayraktar. Köylerin isimleri değiştirilirken bir Türk ismi olan Baksı da bundan nasibini almış. Halbuki Baksı; şaman, şifacı gibi anlamları karşılayan Türkçe bir kelime.
Baksı, son 20 yıldır Bayburt’un en ünlü köyü. Sadece Bayburt’un mu? Değil, şöyle ki Türk basın tarihinde zamansal sınırlama konularak yapılacak bir hesaplamada Baksı köyü kadar gündeme gelen köy çok az sayıdadır. Bayburt’un ismini dünyaya duyuran Baksı Müzesi, köyün de tanıtımına önemli katkı sundu, sunuyor. Prof. Dr. Hüsamettin Koçan’ın doğduğu topraklara inşa ettiği Baksı Müzesi, pandeminin gölgesinde etkinliklerini sürdürüyor. Baksı üretiyor, Baksı eğitiyor, Baksı geleceğin sanatçılarını desteklemek adına Bayburt başta olmak üzere bölgedeki illerden 116 öğrenciye burs veriyor.
Beyaza bürünmüş bu şaheseri geride bırakıp köye doğru yöneldiğimizde Bünyamin iki ayrı bakkala ekmek vereceğimizi söylüyor. İlk önce Ayşe ablanın bakkalı. Ayşe abla erkek kardeşi ile yaşıyor. Muhabbeti soğuktan açıyor, ‘sizin oralar buralar kadar soğuk değildir’ diyerek merkez-köy arasındaki sıcaklık derecesi tahmininde bulunuyor. Kışın köyde 35 hanenin yaşadığını ve köy nüfusunun azaldığını belirterek, ‘bir kış geçeydi de yaz geleydi’ diye temenni de bulunarak, yazın köydeki canlılığın özlemini duyuyor.
Baksı’daki diğer Bakkal Osman’ın da ekmeklerini vererek, tekrar geri dönüyor, Ahbunus’un kıyısından Pazahbun’a (Alapelit) doğru yol alıyoruz. Yol biraz daha zorlaşıyor. Karlı yolda 15 dakikalık bir sürenin ardından Pazahbun’a giriyoruz.
En renkli köy Pazahbun...
Pazahbun yani Alapelit. Ekmek verdiğimiz köylerden en canlı, en renkli olanı. Kışın 45 hane yaşıyor. İnsanları neşeli, sürekli birbirlerine takılıyorlar. Köy meydanına doğru ilerlerken cami önünde ayaküstü dikilerek sohbet edenleri görüyoruz. Bünyamin’in söylediğine göre, özellikle yaz aylarında gece yarılarına kadar süren bu sohbetlerin yegâne merkezi cami çevresiymiş. Köy canlı olmasına rağmen bakkalı bulunmuyor. Bunun için Bünyamin, ekmek aracını cami önüne çekiyor ve cami hopörlerinden ‘ekmekçi geldi’ diye anons yapıyor.
Anonsun ardından köyün ara sokaklarında önce kapı sesleri duyuluyor. Ardından karlı yollardan ellerinde poşetlerle ekmeğe doğru yönelen insanlar görülüyor. Az sonra neşeli sohbet başlıyor. Araca ilk yanaşan kişi Bünyamin’in söylemiyle ‘Avcı Yaşar’. Yaşar amcanın yaşı 60’ın üzerinde. Koyu renkli gözlükleri, başında fesi, ayağında çizmeleri ve omzuna astığı tüfeği ile av hazırlığını tamamlamış görünüyor. Bünyamin, Yaşar amcaya, ‘hiçbir şey vuramıyorsun’ diye takılıyor. Yaşar amcadan ‘çık gel bizimle ava, görürsün vurup vurmadığımı’ cevabını alıyor. Bünyamin’in anlattığına göre bu köyde usta avcılar olduğunu, bunlardan birinin de Yaşar amca olduğunu, avcılığa dair bilgilerinin çok olduğunu öğreniyorum. Bünyamin, ‘Karın yağmasını dört gözle bekliyorlar. Kış geldi mi işleri güçleri av’ diye ekliyor; üzülüyorum…
‘Siyaset Ayhan’la tanışıyoruz. Akşam olunca, tartışma programlarının sıkı takipçisi olan Ayhan, zamlardan bahis açıyor. “Yağa gelen zammı bir şekilde hallederiz. Yemeğe bir bardak değil de yarım bardak koyarız, buğdaya gelen zammı nasıl çözeceğiz? Televizyonda saatlerce konuşuyorlar, inanın hiçbirine kafam almıyor. Bunlar nasıl ehil adamlar, çözemiyorum” diyor.
Köy ahalisinden birinin “Doktor, gel bak gazeteci geldi” seslenişi ile başımı bakışların yöneldiği tarafa doğru çeviriyorum. Orta yaşlarda biri yanıma yanaşıyor. İsmi Tevfik, köyde ona herkes ‘Doktor Tevfik’ diye sesleniyor. Öğrendiğime göre, tıp üzerine kitaplar okuyormuş. Sağlık üzerine köy halkına önerilerde bulunuyor.
Tarihten konuyu açıp köyün camisinin ve hemen önünde yer alan tuvaletleri inşa eden Nuhoğlu Esat Bey’den konu açıyor. “Osmanlı döneminde Kırım civarlarında önemli görevlerde bulunmuş Nuhoğlu Esat Ağa yaptırmış bu camiyi. Sivas’tan bu bölgeye üç kardeş gelmişler. İspir’de, Kormas’ta, bizim köyde ve bu çevrede çok eseri var. Sadece camiyi değil bu önündeki tuvaletleri de yaptırmış ki o zaman bu civarda tuvalet yok. Mezarlığımızın yerini bizzat Esat Ağa satın almış.” Evet, böyle diyor Doktor Tevfik ve son olarak cami yanında bulunan mezarlıktaki ‘Nuhzadeler’e ait mezarlıkları gösteriyor. Doktor Tevfik’in anlatacak çok şeyi var ama sohbetimiz yarıda bırakıyor, yola koyuluyoruz.
Mişangaz çok sessiz…
Alapelit köyünü geride bırakırken Mişangaz (Kavakyanı) köyüne doğru güzergâhımız biraz daha zorlaşıyor. Yükseğe çıktıkça kar geçit vermeyecek gibi. Her an yolda kalabilme ihtimali ile Bünyamin’in ‘bu tepeyi de aldık mı Mişangaz’dayız’ temennisinin ardından Mişangaz’a varıyoruz. Mişangaz’da da bakkal bulunmuyor. Kış aylarında köyde sadece 12 hane bulunuyor. Şuana kadar geçtiğimiz köylerin en sessiz olanı. Bünyamin, cami hopörlöründen ‘ekmekçi geldi’ duyurusunu yapıyor. Anonstan bir zaman sonra, Bünyamin’in isimlerini sayarak ‘sadece onlar gelir’ dediği üç kişi araca yanaşıyor. Mahmut amca, Akif amca ve bir meslektaş. Mahmut amca gazeteci olduğumu öğrenince, köyün doğa harikası şelalesinden bahsederek, ‘gündeme getirin’ diyor.
Mişangaz Şelalesi Bayburt sınırlarında bulunan en büyük şelale. Birçok kez gündeme getirdik fakat henüz turizm noktası olması yönünde olumlu bir adım yok! Gerçi merkeze yakın olduğu için daha çok bilinen ve ziyaretçisi olan Sırakayalar şelalesinin durumu da buradan farksız değil! En son çevresine yapılan kaçak yapılaşma ile ilgili haberlerle gündeme gelmişti!
Burada bir de işsiz gazeteci kardeşimiz var. Fakülteyi bitirmiş ama çoğu meslektaşımız gibi işsizlik sorunu yaşıyor. KPSS’ye çalışıyor, iş başvurularında bulunuyor lakin şimdilik bir geri dönüş yok!
Mişangaz’ın da ekmek ihtiyacını giderdikten sonra Bayburt’a dönüş yoluna geçiyoruz. Dönüşü farklı bir güzergahtan, Bergici ve Taht köyü üzerinden sağlayacağız.
Bergici yeni ismiyle Dövmekaya.. Bünyamin, Dövmekaya’da hayvancılık yapan birine ekmek vereceğimizi söylüyor. Köye giriş yapmadan hayvan ahırlarının bulunduğu yolun uzağında duruyor ve aracın kornasına asılıyor, beklemeye koyuluyoruz. Birazdan elinde büyük bir poşetle bize doğru yönelen birini görüyoruz. Aramızdaki mesafe uzun. Yanımıza varması bir 5 dakikayı buluyor. Gelen kişi okuldan arkadaşım Aydın Sancar. 20 yıl kadar İstanbul’da çeşitli iş kollarında faaliyet gösterdikten sonra Bayburt’a döndüğünü biliyordum fakat köye yerleştiğini, hayvancılık yaptığını yeni öğreniyorum. Biraz sitem ediyor. Arıcılarla yaşadığı sıkıntılardan bahsediyor ve ‘kendi memleketimizde neredeyse bize iş yaptırmayacak güce ulaşmışlar, nereden alıyorlar bu cesareti anlayamıyorum’ diyor. O sorunları geride bıraktığını aktararak, ahırının yanından geçen yolun eski yol olduğunu, kullanılmadığı için zamanla tahrip olduğunu ve araçlar için uygun olmadığını belirterek, her gün bu uzunca yolu geçerek anayola ulaştığını bildiriyor. Yolda çalışma yapanlardan, bir kepçe ile 10 dakikada bitirilecek bir çalışmayı talep ettiğini fakat bu talebinin karşılık bulmadığını aktarıyor. Hayvancılık gelişsin diye onlarca projeyi hayata geçiriyor Bakanlık. Fakat yerelde de insanımıza hizmette sınır tanımayan yöneticilere, çalışanlara olan ihtiyacımız su götürmez bir gerçek!
Aydın’la da muhabbetimizi sonlandırıyor, Bergici ve Taht köyünün ardından Bayburt’a varıyoruz.
***
Yaklaşık 4 saat süren ekmek turunda neşeli insanlarla tanıştım, sıkıntılar dinledim, hayattan umudunu kesenleri gördüm. “Bizi sadece köy kabul ediyor, çocuk çok ama aslında kimse yok!”, “Artık bizim işimiz bitti, yerimize koyulmayı bekliyoruz!” gibi yüreğime zemheri soğukluğu salan cümleler kaydettim.
Velhasıl köylerimiz ıssız, çoğunluğunu yaşlılar oluşturuyor. Gençler burada kalmak istemiyor. Aslında bu bir Anadolu gerçeği! Bırakalım köyleri, Anadolu’nun birçok kenti bu göç gerçeğine boyun bükeli yarım asır oldu. Köyler boşalınca üretim olmuyor, üretim olmayınca dışa bağımlılık artıyor.
Şen olsun köylerimiz diyelim, huzur içerisinde gelecek kaygısı taşımayan bireylerle; şen olsun!