Duvarların Ötesi

Bayburt Sanat Okulunu bitirdiğim, 1964 ve 1965 yılları arası… Benim gibi Sanat Okulu'nu (liseyi ya da ortaokulu) bitirmiş arkadaşlarla, eski ahşap binanın içinde bulunan Halkevi Derneği'nde (gençlik çağımızın eğlenceli, vaktiyle işsiz-güçsüz fakat yarından umutlu hayaller eşliğinde) zaman geçiriyoruz. Bazen okuduğumuz kitapları, bazen kendi yazdığımız ya da yazmaya çalıştığımız şiirleri ve dönemin tiyatro eserlerini tartışıyoruz.

Abone Ol

Bayburt Sanat Okulunu bitirdiğim, 1964 ve 1965 yılları arası… Benim gibi Sanat Okulu'nu (liseyi ya da ortaokulu) bitirmiş arkadaşlarla, eski ahşap binanın içinde bulunan Halkevi Derneği'nde (gençlik çağımızın eğlenceli, vaktiyle işsiz-güçsüz fakat yarından umutlu hayaller eşliğinde) zaman geçiriyoruz. Bazen okuduğumuz kitapları, bazen kendi yazdığımız ya da yazmaya çalıştığımız şiirleri ve dönemin tiyatro eserlerini tartışıyoruz.



Bir sohbet sırasında benim aklıma bir tiyatro eserini çalışıp sahneye koymak geldi. Konuyu arkadaşlarla tartışıp kararlaştırdık ve o dönem Halkevi Dernek Başkanı olan Salim Haşlak hocamızdan izin alarak sahneye koyacağımız tiyatro eserini araştırmaya başladık.



O yıllarda tartışmalı olan, zaman zaman yasaklanan, düzenin polisini, yargısını ve hatta hapishanelerini eleştiren; Turgut Özakman tarafından yazılmış, sol içerikli “Duvarların Ötesi” adlı tiyatro eserini oynamaya karar verdik.



Özakman, 1957 tarihinde yazdığı oyunda, hapisten kaçan dört mahkûmun gerilim dolu saatlerini konu ediyor: Oyun; bu dört mahkumun yanlarına aldıkları bayan köy öğretmenini rehin tutarak bir zeytin deposuna sığınmaları ve jandarmayla yapılan pazarlığın üzerine kurulmuştur…



***



Hepimiz 20’li yaşlarda gençleriz… Okuduğumuz romanlar, yazdığımız şiirler, milliyetçi temalı. İçimizde sol düşünceli arkadaş yoktu. Fakat o dönem her oyunu sahneye koyacak kadar azimliyiz.



Birinci mahkûmu, yani Reis rolünü şimdi Burhaniye’de ikamet eden emekli komiser Muhlis Aydın (Nasuhbeyoğlu), ikinci mahkûm olan Kolsuz Sahtekâr rolünü ben, üçüncü mahkûm Bacaksız rolünü emekli İnşaat Teknikeri Hulusi Aydın (Nasuhbeyoğlu), dördüncü mahkûm Dilsiz rolünü şimdi Bayburt’ta tüccar olan Bekir Harputlu, bayan oyuncu bulamadığımız için erkek öğretmen rolünü şimdi Gebze’de emekli komiser olan Hikmet Ergenekon üstlendi.



Hiç birimizin işi olmadığı için bütün zamanımızı Halkevi Derneği'nde geçiriyoruz. Bir yanda provalar devam ederken, diğer yanda ben oyunun dekorunu hazırlıyorum. O yıllarda gençlerin uzun saç bırakması moda… Ben de oyundaki rolüme uygun düşmesi için saçlarımı uzatıyorum. Fakat babam kızmasın diye de eve geç vakit giriyor, geç vakit çıkıyorum.



Uzun bir çalışmanın ardından şimdiki Askeri Sinema’da perdemizi açtık…



Herkesin rolü kendisine çok yakışmış, oyun neredeyse gerçeğe dönüşmüştü. Oyunda; mahkûmların gittiği her yer hapishaneden farksızdı. Tıpkı bizim de gerçek hayatta gideceğimiz bir okul ve bulacağımız bir iş olmadığı için, o günkü Bayburt, biz gençler için hapishaneden farksızdı. Bu düşünceyle mi bilmem, severek yaşayarak oynuyorduk.



2 saat süren oyun… Dolu bir salon… Ve sonunda canhıraş bir alkış…



***



Benim hatırımda, 2 gün üst üste oynanan oyun yoktu… Ki, bir de bayanlar matinesi yapmıştık. Sohbet esnasında tavsiyeden yola çıkarak Bayburt’ta sahneye koyduğumuz oyunu, daha sonra Salim beyin girişimi ile “bir ilk olarak” Gümüşhane’ye turneye götürdük.



Orada da gündüz bayanlara, gece halka oynayacağız.



Bayanlar matinesinden sonra, arkadaşlarla Gümüşhane’de cadde gezintisine çıktık.

Yürüyüşümüz garipti… Herkes bize bakıyor, birileri (özellikle çocuklar) arkamızdan yürüyor, bir başkası diğerine bizi gösteriyor…



Aralarından biri yanındakine seslenerek:



- “İşte Bayburtluların Ankara’dan getirdikleri artist…”  diyordu. Belli ki rol icabı uzattığım saçlarımla dikkat çekmiştim.



Akşam oyununa çıktığımız salon, seyirciyle dolup taşmış… Vali Bey de protokoldeki yerini almıştı. Gündüz arkamızda önümüzde dolaşan halk bizi kamçılamış olacak ki, oyundaki başarımız en üst seviyeye çıktı...



Kolsuz Sahtekâr rolünde Orhan Ardahan, dilsiz Bekir Harputlu, gerçekten reisliğe yakışan Muhlis Aydın, çelimsiz yapısıyla Bacaksız Hulusi Aydın ve o yıllarda ince naif bir görünümü olan öğretmen Hikmet Ergenekon, bütün salon tarafından ayakta alkışlanmıştı.



***



Her şey bitmiş, Bayburt’a dönüş için otobüse gelmiştik…



Hem tiyatro sahnesinde, hem dekorunda, hem de bar ekibinde bulunduğum için arka koltuğa kendimi zor atmış, ölü gibi uzanmıştım. Kulağıma otobüsün ön tarafından bir takım sesler geldi…



Konuşmalardan anlaşıldığı kadarıyla, Vali Bey bizi uğurlamak için otobüse kadar gelmiş ve kafile başkanımız Salim hocayla konuşuyordu:



- Hocam Ankara’dan gelen oyuncu arkadaşı göremiyorum, onu da tebrik etmek isterim.

- Sayın Valim o arkadaş benim öğrencim ve Bayburtludur. Yorgun olduğu için arka tarafta dinleniyor.



Bu sözleri duyar duymaz, kalkmış ve ön tarafa doğru yürümüştüm… Az önce yaşanan sohbete istinaden, Vali Beye;



-“Sayın Valim ben bugüne kadar uzun süreli olarak Bayburt dışına çıkmadım.”  dedim.



Vali Bey’in tebriklerini bizzat kabul ettikten sonra, kafilemiz Bayburt’a doğru yol almaya başlamış, ben de yeniden arka koltuğa uzanmıştım.



Aldığımız alkışlar ve tebrikler, ben ve benim gibi nice genç Bayburtlu arkadaşımın, hatta bizlerle beraber Bayburt’un da kaderini değiştirip değiştirmeyeceğini düşünürken gözlerim çoktan, 'Perde' demişti bile…



Temmuz 2009

-