2000’li yılların başı, matbaaya bir tanıdık geliyor. Duduzar’da Beyböyrek mezarının yanında bir Abdulvahap Gazi varlığından bahsediyor, konuyla ilgilendiğini(!) ve bu gerçeği artık görünür kılmak için çaba harcadığını dile getiriyor. Amcam haber yapıyor. Haberin mevcut Beyböyrek mezarı ile ilgisi yok! Duduzar'la Beyböyrek’in yanı sıra Abdulvahap Gazi ilişkisinin de ortaya çıkarılacağını bildiriyor. Hatta amcam haber başlığında ‘Duduzar benliğine kavuşacak’ tarzında bir ifade kullanıyor.
Aslında Duduzar’la ilgili bir Abdulvahab Gazi ilişkisi bilinir. Türk edebiyatının ilk roman denemesi diye de değerlendirilen Bayburtlu Zihni’nin Hikaye-i Garibesi'nin giriş kısmında, Zihni Bayburt’tan bahseder. Bu kısımda Duduzar'da Abdulvahap Gazi ‘zaviye’sinin varlığını söyler. Zaviye; yani tekke.
Buraya dair sözlü kültürde ise iki ayrı bilgi var. Biri zaviyenin köy içinde, köy halkının hâlâ tarif ettiği bir alanda oluşuna dair ki bu en yaygın olanı. Zayıf olan bir diğeri ise, Beyböyrek'in uzunca kabrinin çevresinde bulunan mezarlardan herhangi birinin Abdulvahap Gazi’ye ait olduğu yönünde.
Gelinen süreç herkesin malumu. O mütevazi ama uhrevi havası olan Beyböyrek türbesi gidiyor, yerine şatafatlı bir mezar geliyor. Adına Abdulvahap Gazi Türbesi deniliyor. Beyböyrek de asırlık yerinden bahçeye intikal ediyor! Bu yapılırken, bir de dörtlük uyduruluyor. İlk başta Zihni’nindir bu dörtlük densizliği ortalıkta dönüyor. Uydurma olduğu, metindeki tüm eksiklerle yüzlere çarpılınca, bu dörtlük apar topar ortadan kaldırılıyor. (Birkaç kez dinlemişliğim var. Şimdi hatırlasam da buraya yazsam.)
***
Türk milleti sözlü kültürünün güçlü oluşu ile bilinir. ‘Bizde yazı çocuktur’ değerlendirmesi yapar otoriteler. Sözlü kültür halk biliminin varı yoğu. Bayburt’ta sözlü kültür bu alanlar hakkında neler söylüyor, halk Beyböyrek ile ilgili neler anlatıyor? Onunla devam edelim.
Türk Ocağı Bayburt Şubesi’nde oturuyoruz. Fakülteden hocam, ‘Dede Korkut-Bayburt’ ilişkisi çerçevesinde bir makale hazırlığında. Ona Duduzar’ın hemen ardındaki köy olan Almışka köyü (Uluçayır) sınırları içerisindeki Beyböyrek Mağarası’ndan bahsediyorum. ‘Çalışmanıza zenginlik katar’ önerisinde bulunuyorum. ‘Sözlü kültürde halen yaşıyor mu?’ diye soruyor, ‘evet’ diyorum. Hoca, o köylü bir eğitimci büyüğümüz ile hemen hafta sonu soluğu Almışka’da alıyor. Köyün en yaşlılarına başvuruyor. Beyböyrek Mağarası bilgisini köyden derliyor. Mağarayı zamanında halkın koyunlarını saklamak için kullandığını, burada koyunların sağılarak ‘pöhrenk’ adı verilen borularla elde edilen sütün köye aktarıldığı bilgisini ediniyor. Hoca, bu sırada benim ilk kez duyduğum bir bilgiyi daha literatüre kazandırıyor. Yine oranın aksakallıları, o bölge arazisinin Beyböyrek arazisi olarak bilindiği bilgisini veriyor. Böylelikle bu kıymetli bilgiler literatüre kazandırılmış oluyor. Meraklıları, ‘Bayburt Kent Kültürünün Mekânsal Hafızasında Dede Korkut’ adlı bilimsel makaleyi okuyabilir.
Fırat Kızıltuğ, çocukluğunun Bayburt’unu anlattığı Bayburt Şikestelerinin bir kıtasında şöyle seslenir:
“Duduzar’da iki yığın daş vardi,
Hekâtlari, beni, üzer, yahardi,
Orda gezen herkes susar, dalardi;
Beyböyregin mezerine baharduh
Böyüklernen göge avuç açarduh.”
Fırat Kızıltuğ, Bayburt’u 1945 yılında terk etmiştir.
Aslında, benim çocukluğumun da bu türbelerle olan ilişkisi hayli yoğundur. Çoruh nehri bizim için daha çok kaçamak, türbe kenarları ise ailece piknik için gidilen yerlerdi. Çocukluğuma dair en çok hatırladığım mekânlar, Ahsung’taki (Gümüşsu) Kitapsız Mustafa Efendi Türbesi ile Beyböyrek Türbesi idi.
Hatta, bu kabrin türbedarının torunları da halen hayattadır. Bu kişilerin de günümüzde yaşanan olayları garip bir şekilde takip ettiğini yakinen biliyorum.
Özetle bir yerde bir şey iddia ediliyorsa, toplumsal hafızada yer edinmesi kuralı önceliklidir. Toplum hafızasının inadına bir yerde bir şeyler yapılıyorsa, bir zaman sonra o yapılanlar tutmuyor, yaşamıyor, yok oluyor! Çünkü halk, atalarından duymadığı bu bilgiye inanmıyor. Böylelikle halkın hafızasına inat yapılan her şey, aslında o yer için en büyük kötülük oluyor!
Anadolu’da iyiliğin timsali bu mezarlara, türbelere ruh veren isimleri değerli bulurum. Yolum düştükçe de uğrarım bu türbelere. Fakat şunu da iyi bilirim. İnsanlar geride bıraktıkları ile değerlidirler. Hem yaşayan insanın mezarı mı olur?
Bu konuları uzun uzadıya yazmamın sebepleri var.
Birincisi şu günlerde 26. Uluslar arası Dede Korkut Kültür Sanat Şölenleri kutlanıyor. Ve bu program içerisinde Abdulvahap Gazi Türbesi ile Beyböyrek mezarını ziyaretler yer alıyor. Bu şölenler dahi bu garabetin en açık göstergesi olarak önümüzde duruyor. Düşünebiliyor musunuz ilk 10 yılında Beyböyrek mezarı diye ziyaret edilen yer, sonraki yıllarda Abdulvahap Gazi türbesi olarak ziyaret ediliyor.
İkincisi ise, Duduzar’daki bu senaryonun bir benzeri Berne (Balca) köyünde sergileniyor. Yani bir kötülük de Balca'da yapılıyor, cahil cesareti ile..
Beyböyrek mi, Bamsı Beyrek mi?
Osman Okutmuş, anılarını kaleme aldığı ‘Bayburt’un Konak Odaları’ adlı yazısında Ozulu Ethem Efendi Konağı’nı anlatır ve o zaman bir çocuk olarak katıldığı bu meclislerde dönemin sözü dinlenir adamlarının Dede Korkut hikâyelerini, Beyböyrek’in Bayburt anlatımlarını muhteşem bir orta oyunu ile sunduklarından bahseder. Sonrasında ‘Dede Korkut’un Mezarı’ adlı yazısında “Türk münevveri olup Dede Korkut’u bilmemek elbette ki imkânsız. Bayburtlu’nun beşiği onun ninnileriyle sallanmıştır. Bin yılı aşkın bir zamandan beri Bayburtlu ona ait efsaneleri anlatır ve dinler” ifadelerini kullanır. Yani Dede Korkut’la ilişkimiz yeni değil çok çok eski. Hatta Dede Korkut Hikâyeleri Dresden şehrinde bir bilinmez olarak durduğu zamanlarda dahi bu topraklarda bu anlatımlar vardı. Sözlü kültür dilden dile aktararak bu anlatımları yaşatıyordu…
Hikâyelerde Kam Büre Bey oğlu Bamsı Beyrek diye geçen bu kahraman, Anadolu varyantlarında ve özellikle Hüseyin Namık Orkun, Osman Turan, Mahmut Kemal Yanbeğ, Saim Sakaoğlu ve Fırat Kızıltuğ tarafından en eskisi 1930’lu yıllarda olmak kaydıyla derlenen Bayburt varyantlarında ‘Beyböyrek ve Akkavak Kızı’ olarak geçer. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi bugün kafasını kaldırıp Duduzar’a bakan her insanın diline doladığı Beyböyrek, nasıl olur da Bamsı Beyrek ismiyle pazarlanmaya kalkışılır?
Bize dair olan bir isim varken, neden Bayburt Belediyesi Duduzar eteklerinde yaptığı seyir terasına Beyböyrek değil de Bamsı Beyrek ismini verir ve neden Bayburt İl Kültür Müdürlüğü hediye verilmek üzere yaptırdığı bibloların üzerine Bamsı Beyrek ismini yazdırır?
Hikâyelerdeki asıl geçtiği şekli desen, kimse okumaz, kimsenin umurunda olmaz Dede Korkut Hikâyeleri. UNESCO İnsanlığın Somut Olmayan Kültür Mirası seçmiş ya, en az bir asır gider bu gurur bizim milletimize. Isıtılıp ısıtılıp, nutuk o perdeden açılır! Mesela bir hikâyenin vermiş olduğu mesaj araştırılıp, dünya destanları ile karşılaştırılarak gelecek nesillere aktarılmaz. Ne gereği var canım, gereksiz bilgiye!
TRT’de yayınlanan dizideki meşhur olan bir kahramana verilen isimden hareketle koyuldu ki, hani turist filan gelir diye düşünsen, o da olmuyor! Dizi bitince, ilgi de bitiyor. Daha neden sadece senin olanı değil de yaygın olanı seçiyorsun? O ki seçtin, neden iki ismi birlikte yaşatmak gayretinde olmuyorsun? Seni, hangi özelliğin ön plana çıkaracak? Sorular, sorular, sorular. Cevapsız, havada kalan sorular…