Sokağa çıkmak yasak!
Yasaklı sokaklara bakıyorum penceremden, tüm yurttaşlara 2 gün, ben 21 günü doldurmaktayım. İki gün sonra, siz bu yazıyı okuduğunuzda bana yine yasak, yargısız mahkûmum, suçum 65 yaş üstü olmak…
“İnsansız Yalnızlık Aracı” adlı şiirimin bir kümesinde derim ki:
Bir ev dolusu yalnızlık
çekilebilir anılar yardımıyla.
Bir kent dolusu yalnızlık
ötelenebilir kalabalığa karışılarak.
Bir göz dolusu yalnızlıksa
özlemdir, hüzündür, murattır alınamayan
göz ardı edemezsiniz hele bir zaman
Bir “ev dolusu yalnızlığımı”, anılarım ve kitaplarım sayesinde çekiyorum. Bir “göz dolusu yalnızlık”, çok zor. Eşim 1,5 yıla yakın bir zamandır İstanbul’da, oradaki ikiz torunlarımın bakımına yardımcı oluyor. Bu Korona belasından önce haftada bir ya o geliyordu, yemeklerimi yapıyordu, çamaşırlarımı yıkıyordu evi düzene koyuyordu, ya da ben gidiyordum, torunlarımı seviyordum, kızımı damadımı görüyordum. Şimdi eşim orada kaldı, ben burada. Hasretlik arşa çıktı.
Vee “bir kent dolusu yalnızlık…” İlacını yazmışım teey ne zaman: “Ötelenebilir kalabalığa karışılarak.”
Kalabalığa sokaklarda karışılır, sokaklarsa yasak. Oysaki sokaklar kentin kan damarları… Damarları kansız bırakıyorsunuz geçici bir süre, acıtarak, kalbe de zor vererek. Sağlık belirtisiyken hastalık nedeni olmuştur artık sokaklar ve de sokağın kanı, canı insanlar.
Sokaklar; dolaşma, dalaşma, buluşma yerleridirler, siz şimdi onlara “bulaşma yeri” demektesiniz.
Anıdır sokaklar, anılardan ettiniz, kimi aşkların başlangıcı, kimilerinin sonudur, aşkları da öksüz ettiniz.
İnsan selidir, insan yüzleridir, insan içidir sokaklar… Selsiz, coşkusuz, yüzsüz, gözsüz, içsiz ettiniz. Ayak izlerimiz dolu sokaklarda, izsiz ettiniz. Dört duvar içinde, sıkıcı, yinelek, tekdüze, öyküsüz ve anlamsız ayak izlerine düşürdünüz dolap beygiri gibi.
Ve sokak kokularına da hasret ettiniz. Her kentin sokaklarında ayrı, özüne özgü kokuları vardır, alana, bilene. Bakınız Cahit Külebi usta ne güzel der:
"İzmir'in denizi kız, kız'ı deniz kokar
Bir “ev dolusu yalnızlığımı”, anılarım ve kitaplarım sayesinde çekiyorum. Bir “göz dolusu yalnızlık”, çok zor. Eşim 1,5 yıla yakın bir zamandır İstanbul’da, oradaki ikiz torunlarımın bakımına yardımcı oluyor. Bu Korona belasından önce haftada bir ya o geliyordu, yemeklerimi yapıyordu, çamaşırlarımı yıkıyordu evi düzene koyuyordu, ya da ben gidiyordum, torunlarımı seviyordum, kızımı damadımı görüyordum. Şimdi eşim orada kaldı, ben burada. Hasretlik arşa çıktı.
Vee “bir kent dolusu yalnızlık…” İlacını yazmışım teey ne zaman: “Ötelenebilir kalabalığa karışılarak.”
Kalabalığa sokaklarda karışılır, sokaklarsa yasak. Oysaki sokaklar kentin kan damarları… Damarları kansız bırakıyorsunuz geçici bir süre, acıtarak, kalbe de zor vererek. Sağlık belirtisiyken hastalık nedeni olmuştur artık sokaklar ve de sokağın kanı, canı insanlar.
Sokaklar; dolaşma, dalaşma, buluşma yerleridirler, siz şimdi onlara “bulaşma yeri” demektesiniz.
Anıdır sokaklar, anılardan ettiniz, kimi aşkların başlangıcı, kimilerinin sonudur, aşkları da öksüz ettiniz.
İnsan selidir, insan yüzleridir, insan içidir sokaklar… Selsiz, coşkusuz, yüzsüz, gözsüz, içsiz ettiniz. Ayak izlerimiz dolu sokaklarda, izsiz ettiniz. Dört duvar içinde, sıkıcı, yinelek, tekdüze, öyküsüz ve anlamsız ayak izlerine düşürdünüz dolap beygiri gibi.
Ve sokak kokularına da hasret ettiniz. Her kentin sokaklarında ayrı, özüne özgü kokuları vardır, alana, bilene. Bakınız Cahit Külebi usta ne güzel der:
"İzmir'in denizi kız, kız'ı deniz kokar
İzmir'in sokakları hem deniz, hem kız kokar"
İzmir’in sokakları, sahi şimdi ne kokar kızsız kalınca? Ya benim yaşadığım İzmit’in, “Yurdumun en uzun boylu körfezinin iki yakalı şehri” diye şiirlediğim şehrin sokakları?.. Simit kokar, poğaça, açma kokar sabahları… Fabrika, işçi, emek, yani ter kokar… Ve Yahyakaptan tramvay durağında bekleşen kadınlar parfüm kokar sabahları envai türlü, burnunuz bayram eder, laf aramızda gözünüzde… O koku o kadınlar, sahi neredeler?
Can alıcı başka sorularım da var, kendi kendime ve kapandığım dört duvara sorduğum: “Suçlu korona mıdır, sokaktaki insan mı, yoksa koronadan bizi koruyamayan küresel liberalizm, vahşi kapitalizm midir? Yoksa fiziği bırakıp metafizikten, bilimi bırakıp yakarıdan medet uman saplantılar mıdır?”
Yanıt yok, içimi karartan duvarların dili yok… Ama ben yine soruyorum: “Ya sokak, ya hastane, ya mezar ya da dört duvar… Seç dördünden birini, demeye, beni bu dörtleme burgacına sokmaya kimin ne hakkı?..”
İzmir’in sokakları, sahi şimdi ne kokar kızsız kalınca? Ya benim yaşadığım İzmit’in, “Yurdumun en uzun boylu körfezinin iki yakalı şehri” diye şiirlediğim şehrin sokakları?.. Simit kokar, poğaça, açma kokar sabahları… Fabrika, işçi, emek, yani ter kokar… Ve Yahyakaptan tramvay durağında bekleşen kadınlar parfüm kokar sabahları envai türlü, burnunuz bayram eder, laf aramızda gözünüzde… O koku o kadınlar, sahi neredeler?
Can alıcı başka sorularım da var, kendi kendime ve kapandığım dört duvara sorduğum: “Suçlu korona mıdır, sokaktaki insan mı, yoksa koronadan bizi koruyamayan küresel liberalizm, vahşi kapitalizm midir? Yoksa fiziği bırakıp metafizikten, bilimi bırakıp yakarıdan medet uman saplantılar mıdır?”
Yanıt yok, içimi karartan duvarların dili yok… Ama ben yine soruyorum: “Ya sokak, ya hastane, ya mezar ya da dört duvar… Seç dördünden birini, demeye, beni bu dörtleme burgacına sokmaya kimin ne hakkı?..”
YAZIYA ZEYL:
Yukarıdaki ifadelerim edebiyat bilgisi ve algısı eksik olanlarca ters ve yanlış anlaşılabilir. Bunu gidermek için, dün sosyal medyada yayımladığım daha net ifadeli bir metni de “zeyl” olarak sunuyorum.
“Eyy Sayın Hükümet, Sayın Cumhurbaşkanı, böyle bölük pörçük, yarım yamalak, suya tirit, akla ziyan önlemler almaktan vazgeçin... 15 gün mü olur, 21 gün mü, her ne ise, genel karantina uygulayın ama o süredeki hedefinizin ne olduğunu da açıklayın. Yani o süre sonunda neleri serbest edeceksiniz, biz bilelim, siz de kendinizi bağlayın... Ben üç haftadır evdeyim, yaşa takıldım, siz bu üç haftada bir arpa boyu yol alamadınız... Bu gidişle alacağınız da yok... Ben bilmek istiyorum, ne zaman dışarı çıkacağım? Ne olur şaşırtın beni, bir takvime bağlayın ve bitirin bu işi”
Yukarıdaki ifadelerim edebiyat bilgisi ve algısı eksik olanlarca ters ve yanlış anlaşılabilir. Bunu gidermek için, dün sosyal medyada yayımladığım daha net ifadeli bir metni de “zeyl” olarak sunuyorum.
“Eyy Sayın Hükümet, Sayın Cumhurbaşkanı, böyle bölük pörçük, yarım yamalak, suya tirit, akla ziyan önlemler almaktan vazgeçin... 15 gün mü olur, 21 gün mü, her ne ise, genel karantina uygulayın ama o süredeki hedefinizin ne olduğunu da açıklayın. Yani o süre sonunda neleri serbest edeceksiniz, biz bilelim, siz de kendinizi bağlayın... Ben üç haftadır evdeyim, yaşa takıldım, siz bu üç haftada bir arpa boyu yol alamadınız... Bu gidişle alacağınız da yok... Ben bilmek istiyorum, ne zaman dışarı çıkacağım? Ne olur şaşırtın beni, bir takvime bağlayın ve bitirin bu işi”