İç hastalıkları uzmanı olan eşime sordum: ”Bir gün benim göğsümde bir ağrı olsa ne yapmamız gerekir?” Burada ilk düşünülmesi gereken bir klap krizidir. Kendi aramızda konuşuyoruz, 50 yıldır Türkiye’de sağlık sisteminin içinde olan kişiler olarak.
Önce hastanın bu konuda teşhisini koyabilecek en yakın sağlık kurumuna nakledilmesi söz konusu. Akla ilk anda şu geliyor: Hangi firma veya hangi sağlık kurumunun ambulansı daha güvenli ve donanımlı?
Üzülerek söyleyebilirim büyük şehirlerde trafik sorunundan dolayı bu araçlarda bazen amacı dışında kullanılabilmekte. İyi bir ambulansı buldunuz, içindeki donanım tamam mı? Acil müdahale konusunda yetişmiş hekim ve sağlık personeli yer alıyor mu? En azından kalp krizinde hayati önem taşıyan ‘defibrilatör’ dediğimiz durmak üzere olan bir kalbi tekrar hayata döndürebilecek olan bu önemli cihaz o ambulansta bulunuyor mu? Bunu kullanabilecek yetişmiş personel görevli mi?
Diyelim ki kalp krizi yani enfarktüs teşhisini koyabilecek uygun bir merkeze geldiniz ve kalp krizi teşhisi kondu. İlk müdahalede dakikalar çok önemlidir, hatta saniyeler. Ve size kalp damarlarınızın durumunu görebilmek için hepimizin bildiği koroner anjiyo gerekiyor. Burada duralım!
Anjiyonun yapılabilmesi için deneyimli ve beceri sahibi hekim maalesef bir diğer hastanede. Çünkü kalbe anjio yapılırken balon uygulaması ve stent uygulaması gerekebilir.
Bu işlemler size yapılmadı da acilen ameliyat önerildi. Peki bu cerrahi işlem konusunda deneyimli ve ölüm oranı düşük olan hekim nerede? O da başka bir hastanede. O hastaneye gittiniz ve çok başarılı bir ameliyat geçirdiniz. Şimdi yoğun bakım safhası geliyor. Cerrahinin iyi yapıldığı hastanede bu konuda eksiklikler var diyelim. Kaderinize razı olup orada kalmak durumundasınız çünkü o anda başka bir yere nakliniz mümkün değil. Yoğun bakımdan çıktınız. Kalp ve akciğer solunum rehabilitasyonu gerekiyor, ayrıca ameliyat sonrası bakım. Bu defa aklımıza başka bir merkez geliyor, çünkü o kadar çok deneyim yaşamışsınız ki.
Yaşanmayan tek şey ölüm, o da yaşanmaz ki
Rahmetli babamın kalp ameliyatı olduktan sonra yoğun bakımda yatarken uyarılarıma rağmen ellerini yatağa tespit etmedikleri için ameliyatın ilk gecesi suni solunum borusunu çekip çıkardığını ve sonra fibrilasyona girdiğini biliyorum ve o acıları yaşamış bir hekimim. Hem de donanımlı denilen yerlerde, büyük denilen özel bir hastanede.
Düşünüyorum da bunları da saklamanın hiçbir anlamı yok çünkü bunlar yaşanmış. Fethi Naci’nin dediği gibi “Yaşanmayan tek şey ölüm, o da yaşanmaz ki...”
Bu bir kalp krizinde yaşanacak olayların hikayesi. Daha başka sorunların var olduğunu düşünürsek daha başka acil sorunlar, daha başka hastalıklar. Hepsinde hastalığın türüne göre ve safhalarında aranacak veya başvurulacak doğru adresler
bulmak durumundayız. Çünkü ülkemizde sağlık sisteminin nasıl işlediğini çok iyi bilmekteyiz. Bir hekim bunları yaşıyorsa acaba bilinçsiz bir hasta nelere maruz kalıyor? Üzülmeyin, tanrının elinin her zaman yanınızda olduğunu düşünün.
Hekime güven tedavinin önemli bir parçasıdır
Bugün ülkemizde iyi işler de yapılıyor. Hep dilimize dolanmıştır, ‘Avrupa standartları’ sözü. Onun çok çok üstüne çıkan merkezlerimiz de var. Ve maliyetleri de çok pahalı değil. İşin kötü yanı bizde standart yok. Bazen basit bir hastalığın teşhisinde onlarca gereksiz laboratuvar tetkikleri ve görüntüleme araçları kullanılmakta.
Son zamanlarda uygulamaya konulan performans değerlendirilmesi de paraya dönük hastalıkların teşhisinde ve tedavisinde harcamaları abartılı hale getirmektedir.
Hekim vicdanlarını zorlayacak bu uygulamalarında bir daha gözden geçirilmesinde yarar var. Hekimlik özel sektörün kurallarına göre işleyen bir oyuncak haline getirilmemelidir. Hekim evine gittiği zaman yaptığı şeyleri gözden geçirir.
“Ben neden bunu yaptım” dememelidir! Kendini sorgulamamalıdır! Acımasız sistemin içinde boynunu eğmemelidir! Hasta hekimine, hekim de hastasına saygıyla ve güvenle bakmalıdır. Bu saygı ve güven tedavinin önemli bir parçasıdır, bunu da unutmayalım. Buna en çok ihtiyaç duyulan yerler sağlık hizmeti verilen merkezlerdir.
Bir de hekimler ilacı yazarken yaşadığı ülkenin ekonomik koşullarını düşünmek mecburiyetindedir. Çünkü bu konuda ödenen paralar çalışanların verdiği vergilerden sağlanmaktadır. Çünkü devlet ve millet ayrı iki firma değildir. Bunlar için ayrıca bir kaynak yoktur. Ülkemizdeki ilaç firmalarının yüzde 80’i yabancıların elinde olduğuna göre fakir fukaranın gelirinden kesilen paraların da yurt dışına transfer edildiğini bilmemiz gerekir. Dolayısıyla reçete yazarken, ilaç firmalarının promosyonlarından etkileneceğinize kendi cebinizden veya insanınızın cebinden çıkacak olan paradan etkilenin.
Haziran / 2010