Din Eğitimi mi, Öğretimi mi? Öğretim Birliği Yasası Neden Gerekli?

Abone Ol

“Milletimizin, memleketimizin darülirfanları bir olmalıdır"
(1) Atatürk

“Laiklik din diliyle bilim dilini birbirinden ayırmaktır. Eğer siz din diliyle bilim, bilim diliyle din yaparsanız bir toplumu körler toplumu yaparsınız”(2) Prof. Dr. Nadim Macit

“Tanzimat, medreseleri ve cemaat mekteplerini ortada bırakmakla çok büyük hata yapmıştır. Cemaat mektepleri Tanzimatın ruhuna aykırı hareket ederken, medreseler de skolastik eğitim ve öğrenimin bir simgesi olarak devam etniştir. Medrese de, Fener Kilisesi de Tanzimat hareketlerinin karşısında durunca çağdaş bir devlet teşkikatı aleyhine müşterek bir cephe oluşturulmuş, dolayısıyla Tanzimat eğitiminden beklenen eğitici amaç gerçekleşmemiştir.

Bunun bilincine varan Mustafa Kemal, yeni Türkiye’de ‘Eğitimde Birliği’ esas almıştır. Günümüzde karşı devrimcilerin en çok bu noktada saldırıya geçerek, eğitimde cemaatlerin ve tarikatların önünü açmaya çalışmaktadırlar.(3)

Evet doğru... Dinci kesimler, Cumhuriyetle olan kavgalarını kâh açık kâh da örtülü biçimde sürdürüyorlar. Tevhid-i Tedrisatı (yani Öğretim Birliği’ni) bozmak, delmek, ortadan kaldırmak bunların esas amaçları. İstiyorlar ki medrese eğitimi geri gelsin, devlet devreden çıksın, bunlar rahatlıkla at oynatıp, arzuladıkları teokratik düzeni kursunlar. Bunların her dönem, yasama organında yandaşları da oluyor. İşte bir örnek: 1990 yılında 179 sayılı Kanun Hükmünde Kararname TBMM Milli Eğitim Komisyonu’nda görüşülürken verilen bir önerge ile Milli Eğitim Bakanlığı Din Öğretimi Genel Müdürlüğü’nün adı “Din Eğitimi Genel Müdürlüğü”ne dönüştürülmek istenmiş, o zamanki ANAP’lı Milli Eğitim Bakanı Avni Akyol’un uzun izah ve çabalarıyla, bundan vazgeçilmiştir. Avni Akyol izahlarını bir kitapçık haline de getirerek kamuoyu ile paylaşmıştır. (Laiklik ve Din Öğretimi/Ankara 1990)

“Öğretim”, “Eğitim”e dönerse ne olur? Faruk Erginsoy’un bu bağlamda yaptığı yorumu okuyalım önce: “Öğretim ve eğitimi kavram ve kurum olarak ayrı düşünmek gerekiyor. Bu iki kavramın farklı kapsamları var çünkü, değişik içeriklerde somutlaşıyorlar. Çok açıklayıcı olmasa da şöyle söyleyebiliriz; öğretim ile öğretilir, eğitim ile eğitilir. Bu bağlamda öğretmenin amacı bilgi kazandırmak, eğitmenin amacı kimlik ve kişilik kazandırmaktır.

Böyle bir çerçeve çizilince laiklik ilkesinin konu ile ilişkisini somutlaştırmak kolaylaşıyor. Laiklik ilkesinin uygulandığı programlarda dinsellik bilgi kaynağı olamaz. Zira din bilgi kaynağı olarak alınırsa bu özelliğini başka kaynaklarla paylaşmaz. Onun için bilginin farklı kaynaklardan değil salt bilimsel kaynaklardan alınması tevhid-i tedrisat (öğretim birliği) konseptinin temelidir. Burada özen gösterilecek husus, bilginin önyargılı yaklaşımlarla dine yabancılaşmamasıdır. Ona karşıt, özellikle düşman olmamak ama ona karşı bağımsızlığı-özgürlüğü korumak, laik anlayışta bilimin dine karşı tavrının asıl karakteridir. Burada söylenenler elbette sadece dinsellik bağlamında değil, diğer alanlarda da geçerli doğrulardır. Bilim, örneğin siyasal ideolojilere karşı da aynı ölçülerde bağımsız ve özgürdür. Bu kural eğitim kavramının kapsadığı alanların hiçbirinde tartışma konusu olamaz. Çünkü eğitimin ilk amacı insanı özgürleştirmektir.”(4)

İşte doğru bu, gerçek bu, akıl için yol bu. Bu da... Ülkemizde birçok kimse ve kesimler, bilgisizlik ve teokratik devlet özlemciliği yüzünden yutturmalara ve saptırmalara başvuruyorlar.

Bütün bunlara, bilmeden kananlar için, işin aslını, tarihsel ve hukuksal boyutunu bir kez daha hatırlatmak gerek. Alın işte 3 Mart 1924 tarihli ve 430 sayılı Tevhid-i Tedrisat Kanunu'nun gerekçesi:

"Yüksek Başkanlığa,

Bir devletin genel eğitim ve kültür politikasında, milletin duygu ve düşünce bakımından birliğini sağlamak için öğrenim birliği en doğru, en bilimsel, en çağdaş ve her yerde yararları ve güzellikleri görülmüş bir ilkedir. 1255 (1839) Gülhane Fermanı'ndan sonra açılan Tanzimat Dönemi'nde, yıkılmış Osmanlı Saltanatı da öğretim birliğine başlamak istemişse de bunu başaramamış ve aksine bu konuda bir ikilik bile meydana gelmiştir. Bu ikilik eğitim ve öğretim birliği açısından birçok zararlı sonuçlar doğurdu. Bir millet bireyleri ancak bir eğitim görebilir. İki türlü eğitim bir ülkede iki türlü insan yetiştirir. Bu ise, duygu ve düşünce birliği ile dayanışma amaçlarını tamamen yok eder.

Kanun teklifimizin kabulü durumunda Türkiye Cumhuriyeti'nde bütün ilim-irfan kurumlarının bağlı olacakları tek makam Milli Eğitim Bakanlığı olacaktır. Böylece, bütün okullarda bundan böyle Cumhuriyetin irfan politikasından sorumlu ve öğretimimizi duygu ve düşünce birliği çerçevesinde ilerletmekle görevli olan Milli Eğitim Bakanlığı, olumlu ve birleşik bir eğitim politikası uygulayacaktır. Teklifimizin bugün hemen ve ivedilikle görüşülerek kanunlaşmasını yüksek heyetten rica ederiz. (2 Mart 1924. Manisa Milletvekili Vasıf Bey ve arkadaşları)

Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun ne anlama geldiğini Büyük Millet Meclisi üyeleri 1921 yılından itibaren bildikleri için söz konusu yasayı kolayca kabul ettiler.(5)

Mustafa Kemal Paşa 16 Temmuz 1921 günü Ankara’da toplanan Maarif Kongresi’nin açış konuşmasında şöyle diyordu: "Şimdiye kadar takip olunan tahsil ve terbiye usullerinin milletimizin tarihi gerilemesinde en mühim ámil olduğu kanaatindeyim. Onun için milli terbiye programından bahsederken, eski devrin hurafelerinden ve yaratılış niteliklerimizle hiç münasebeti olmayan yabancı fikirlerden, doğudan ve batıdan gelebilen bütün tesirlerden tamamen uzak, milli seciye ve tarihimizle uygun bir kültür kastediyorum. Çünkü milli dehamızın tam gelişmesi böyle bir kültür ile temin olunabilir. Gelişigüzel bir yabancı kültürü, şimdiye kadar takip olunan yabancı kültürlerin yıkıcı neticelerini tekrar ettirebilir. Kültür zeminle mütenasiptir. O zemin milletin seciyesidir."(6)

Atatürk, bütün bunları yaparken, Türk Dünyası’ndaki “ceditçi-kadimci” çekişmesinden önemli dersler ve sonuçlar çıkarmış, bunların yinelenmemesi için gerekli önlemleri almıştı. İklil Kurban, Orta Asya’da bu çekişmenin kimlere yaradığını pek güzel anlatıyor: “İsmail Gaspıralı’nın (1851-1914) Usulü Cedit (eğitimde yenileşme) girişimi, Yusuf Akçura’nın (1876-1935) Türk Birliği tezi, Rus Emperyalizmi karşısında, esir Türk illerinin kaderini değiştirmede yetersiz kalır. Şeriat ile yönetilen ve Rusya’nın küçük bir vassalı haline gelmiş Buhara Hanlığı, öcünü Ceditçilerden alır. ‘Biz hayatta özgürlük, eşitlik ve kardeşlik istiyoruz’ diye haykıran Ceditçiler, hem komünistlerin, hem şeraitçilerin saldırısına maruz kalır. Rus işgaline karşı bağımsızlık savaşı vermekte olan Basmacılar da, bu Ceditçi ve Kadimci (Şeriatçı) mücadelesi içine çekilir. Basmacıların Kadimciler cephesinin komutanı Şir Mehmet Bek’in celladı olan Saki, Basmacıların Ceditçiler cephesinin komutanı Mehmet Emin Bek’i, Halhoca Hoca’nın fetvası ile ‘Besmele’ okuyarak, boğazına bıçak sürüp, koyun gibi keser. Bu uygun ortamdan yararlanan Rus komünistleri, kurtarıcı görünümü altında önce Kadimcileri, sonra Ceditçileri temizleyerek, Türkistan’ı ele geçirirler.”(7)

1) Mustafa Kemal Atatürk, 31 Ocak 1923’te İzmir’de halka hitaben yaptığı konuşmadan
2) Şahin Filiz-Nadim Macit-Ali Sarıkoyuncu-Cemal Şener-Çetin Yetkin/Atatürk Din ve Laiklik
3) Okan Gökay Emgengil-Türkiye Devriminin Yol Haritası ve Avrasya
4) Faruk Erginsoy-İslam, Sol Düşünce Laiklik
5) Özdemir İnce-Hürriyet Gazetesi 12-13 Ağustos 2009
6) Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Ankara 1959, II, 16-17
7) İklil Kurban-www.yalquzaq.com 27.6.2009