Rusya ve Türk cumhuriyetlerinde uygulanan siyasal rejime haklı olarak "Demokratörlük" deniyor.
Yani adı demokrasi olan diktatörlük. Hepsinde seçimler var ve seçilmiş diktatörler var ve tüm seçimleri onlar kazanıyorlar, onların iktidardan uzaklaştırılmaları ancak darbeler ve halk hareketleri ile olabiliyor.
Peki nasıl bir siyasal rejimdir bu demokratörlük, ayrıntı verelim.
Güçlü bir istihbarat, bastırılmış/kontrole alınmış bir medya, iktidara yaslanmış, iktidardan beslenip duran oligarklar ve besleme zenginler. Ve ortak talan, çalma. Bu çalma işine ilişkin Rusya’da bir olay anlatılır. Büyük Rus tarihçisi Nikolay Karamzin (ölümü 1826), Paris’e bir seyahat yapar. Yıllardır Paris’te yaşamakta olan Rus prens Gorçakov’la karşılaşır. Gorçakov sorar: “İki sözcükle söyle bana, ülkemde ne oluyor?” Karamzin de yanıtlar: “Her zaman olduğu gibi herkes çalıyor.”
Evet bizde de 21 yıldır Demokratörlük var. Birçok bakımdan Rusya ve Putinizme benzedik, benzetildik, tek farkımız “herkes çalıyor” aşamasına daha gelmedik, çalan ve talan eden oligarklar ve güç odakları belli, ayrıntı vermeme gerek yok.
Peki bu böyle devam edip gidecek mi, Rusya ve benzeri ülkeler gibi bizde de?
Bunu 14 Mayıs seçimlerinde göreceğiz. Bizim demokrasi tarihimiz Rusya ve Türk Cumhuriyetleri’nden çok daha eski ve köklü, halkımızın demokratik alışkanlıkları var ve bu ülkede iktidarlar değişti, yine değişmeli, değişebilmeli.
14 Mayıs'ta kansız, savaşsız, nizasız, halkın oyuyla bu demokratörlüğü yok edip özgürlükçü demokrasi ve kuvvetler ayrılığı sistemine geçmeliyiz.
Ve bu seçimler benim açımdan başka anlamlar, çağrışımlar, anılar taşıyor. Onları da aktarayım:
İlk hatırladığım seçim, 1954 seçimleridir. Ata topraklarım Bayburt Demirözü... 6 yaşındayım, daha ilkokula bile gitmiyorum. Babamın halasının oğlu Ekrem Ocaklı, Demokrat Parti'den milletvekili adayı. O yörenin en ünlü CHP'lisi, Balkan ve Birinci Dünya Savaşı gazisi dedem Şevki Efendi, yeğenine destek vermeyi reddetmiş, kendi partisi için uğraşıyor. Babam, dedemden gizli gizli halası oğluna çalışıyor.
O günü de gülümseyerek anımsıyorum. Dedemi kızdırmak için beni öğütleyip yolladılar. Vardım, dedem kahvenin önünde oturuyor. "Dede" diye seslendim, döndü baktı, kimsenin ona söylemeye cesaret edemediği o sözü söyledim: "Yaşasın Demokrat Parti." Önündeki şekerlikten bir kesme şeker alıp bana doğru fırlattı üzgün bir yüzle.
Ve seçim sonunda Ekrem Ocaklı milletvekili seçildi, CHP yenilgiye uğradı.
"Yeğeni mebustur dedem sevinmez
Kaybeden CHP, öfkesi dinmez" olarak dizelerime de yansımıştır bu olay.
Evet o günden bugüne ben çok seçimler gördüm Erzurum’da, Sarıkamış’ta, Kocaeli’de, Ankara’da. Kiminde müşahittim sandık başında, kiminde sandık kurulu üyesi, kiminde seçim işlerinden sorumlu genel başkan yardımcısı, belediye meclisi ve milletvekili adayları olarak. Kürsülerde oldum, pazar yerlerinde, dükkânlarda, köylerde oldum.
Ülkem daha aydınlık, daha uygar, daha gönençli olsun, Atatürk’ün çizdiği rotadan şaşmasın diye oldum. Aldığım rollerin hepsi bunlar içindi.
Amaaaa hiçbirinde bu seçim kadar heyecanlı ve meraklı değildim. Hiçbir seçimden beklentim ülkem adına böylesine yaşamsal değildi. Çünkü ülkem adına, çocuklarım ve torunlarım adına kaygılıyım.
Bekliyorum, umarım sevinirim o gece. Ve umarım, demokratörlüğün siyasal levhi mahfuzu acı soğanın ince zarı olur.