Demir Duvaklı Gelin!

Cumhuriyetin ilk yıllarında projelendirilen fakat güzergahın değiştirilmesi ile küllenen ama hiçbir zaman bitmeyen bir sevdanın kısa öyküsü: Yıl 1924… Ankara’da kabul edilen bir proje Anadolu’nun en hüzünlü, en kanaatkar şehrinde kurtuluş günü sayılmaz ise görülmedik bir sevince yol açmış, ‘makus talihin nihayet üstesinden gelineceği’ inancını yediden yetmişe herkesin damarlarında dolaştırır olmuştu. Şehir kararmaya yüz tutmuşken düşen bu haber, idare lambalarının yaydığı soluk ışığı bastıran ve ahalide baş gösteren gözle görülür büyük bir ateşin ilk kıvılcımlarıydı.

Abone Ol

Cumhuriyetin ilk yıllarında projelendirilen fakat güzergahın değiştirilmesi ile küllenen ama hiçbir zaman bitmeyen bir sevdanın kısa öyküsü: Yıl 1924… Ankara’da kabul edilen bir proje Anadolu’nun en hüzünlü, en kanaatkar şehrinde kurtuluş günü sayılmaz ise görülmedik bir sevince yol açmış, ‘makus talihin nihayet üstesinden gelineceği’ inancını yediden yetmişe herkesin damarlarında dolaştırır olmuştu. Şehir kararmaya yüz tutmuşken düşen bu haber, idare lambalarının yaydığı soluk ışığı bastıran ve ahalide baş gösteren gözle görülür büyük bir ateşin ilk kıvılcımlarıydı.

O gece, yatağa uzanan herkes; belki de tarihi "İpek Yolu" günlerinden kalma “bereketli ertesi gün heyecanı”nı uzun zamandan sonra ilk defa hissediyor, ürpertiyle huzur arası bir duyguyla uyumaya çalışıyordu.

Heyhat!

Sabah ezanı o sabah diğer sabahlardan sanki daha erken okunmuş, camiler dolmuş taşmış, sabahçı kahveleri çay yetiştirememiş olmuştu. Gözle görülen mutluluk, sözle de duyulur olmuş; şehir birden bire ölü toprağını üzerinden atmış, büyük planlar yapmaya koyulmuştu…

Esnafın küçük ve cılız planları birdenbire devasa fikirler ile yer değiştirmiş, züğürtleşen  tüccarlar büyük düşünmenin zamanı geldiğine karar vermişti. Milletin suratını sabunlayıp sonra da unutan o sünepe berber bile, makasını havada daha önce hiç görülmemiş bir edayla şaklatmaya başlamış, umarsız terzi kesimlerini yaparken birkaç dergide gördüğü modacıların havasına bürünmüş, çiftçiler toprağı sevinç gözyaşları ile ıslatmaya başlamış, cambazlar bile ‘karabaş’a gerek duymadan sürüyle anlaşır olmuştu.

Kadınlar ve çocuklar gibi, sokaklar da bayram günü kadar renkliydi o gün. Tezgâhlar aydınlanmış, vitrinler süslenmiş, camlar silinmiş, özel müşterilere açılan atlaslar, kadifeler, bürümcükler, manusalar, çitariler, makaslı keşanlar, yazmalar, çuhalar, abalar, ehramlar, şayaklar, şallar, kuşaklar görücüye çıkmıştı. Uzun zamandır desenleri unutulan halı, kilim, cicim, sili, sumak, çarpana, çul, telis, keçe ve daha yüzlercesi göz önündeydi artık. İpek yolu döneminin şaşaalı günlerine dönüş hazırlığı gibiydi. Pamuklar, ketenler, ipekler ve yünler tezgâhtarların elinde uçuşmaya başlamış; pazarların, manavların ve aktarların çığırtkanları öyle nidalar atmaya başlamıştı ki, sözüm ona mecliste ‘çiğ yumurta içmiştir’in yerini ‘katarın düdüğüyle yarış eder bunlar ha, demedi deme” sözleri almıştı.

Nihayet taklarla süslenen allı pullu “demir” gelin, Bayburt ise fiyakalı bir damat olacak; Bayburtlular da kerevetine çıkmanın yanı sıra, bu büyük izdivaçın mutluluğunu bilmem kaç asır boyu sürecekti.

Bu proje, ülke ekonomisinin kalkınması için, demiryollarının önemini kavramış bir projeydi. ‘Demir gelin’ ya da o günkü deyişle “millî şömendöfer siyaseti”, iç pazarın ana hatlarını oluşturacak, ülke dört bir yanı ile kucaklaşabilecek, birbiriyle ilişkili bir hale getirilecekti. Bazen stratejik gerekçelerle sınaî kuruluşlar Anadolu’nun iç yörelerine alınacak ve demiryolu ile pazarlara yakınlık kazandırılacaktı. Özellikle de Doğu Anadolu için bu durum ayrı bir önem taşıyordu: Savaşlar boyunca Anadolu’nun hayvan varlığı büyük bir darbe yemiş, dörtte bir oranına düşmüştü. Besiciliğin geliştirilmesi için demiryolu şarttı. Erzurum ve Bayburt yaylalarından Trabzon’a sevk edilen hayvan sürüleri uzun yürüyüşlerle telef olmuş, yıllar yılı tarihi ipek yoluna konaklık etmiş Bayburt; ticaret bir yana, artık konukseverliğini  gösterecek kimseleri bile bulamaz durumda kalmıştı.

***

Ankara’ya heyetler gidiyor, sevinçli haberler eşliğinde dönülüp, havadislerin konaklarda, mahalle odalarında, kıraathanelerde Bayburt’un ileri gelenleri ile paylaşılıp, haberin dalga dalga yayılması sağlanıyor, yarınlara dair umutlar sararmasın diye heyecan ayakta tutulmaya çalışılıyordu.

Kıraathane sahibi soluk almaya gelmiş esnafa, berber müşterisinin ölçüsünü yenileyen terziye, “kilo mu aldın sen Osman ağa” diyen terzi de kalfasına takılır olmuştu:

-    İstasyonun açılışında kahvede bol bol sinek avlarsın ha Osman emmi!
-    Sen geç dalganı bakalım İsmet Efendi, o güne özel bizim de bir planımız vardır elbet… Trenle gelecek misafirler bilmem ki, soluklanmak için nereye giderler?
-    Nereye mi gidecekler? Tabi ki, o kadar yoldan sonra karınları acıkmış olacakları için benim lokantaya uğrayacaklar. Kuru fasulyemden, çaşurumdan, kokoçumdan, galacoşumdan, çırpmamdan, mantımdan, lahana ve lor dolmamdan tadacaklar!
-    Orası da doğru, öyle ya çaydan önce senin o çoruşmuş yemeklerini tadacaklar zavallılar. Neyse ki benim ıhlamurum, kuşburnum misafirleri kendilerine getirecekte, senin yaşattığın mide ızdırabını unutmuş olacaklar!
-    Osman emmi, Osman emmi! Mutfağıma laf söyletmem bilirsin!
-    He vola he, bilirem. De susta çayını iç…

***

Demiryolunun “modernite” simgesi oluşunun bir başka kanıtı istasyon anlayışıydı. Kasabalarda ve şehirlerde insanlar, büyük bir ahenk içinde çalışan demir yığınını görmeye istasyona giderlerdi. İstasyon bir cazibe merkezi olmuştu.

1930’lara gelinmeden Bayburt’u da içine alan ve bölge insanını heyecana sürükleyen projenin güzergâhı şöyle idi: Trabzon – Tirebolu – Gümüşhane – Bayburt – Saptıran – Aşkale ve nihayetinde de Erzurum. Saptıran istasyonu, yolu kuzeye saptıracağı için adı Saptıran koyulmuştu. Ama yıllar ardı sıra geçerken, proje uygulamaya koyulduğunda işin rengi değişmişti. Tren rayları Bayburt’a bir türlü uzanmak bilmiyordu.

Bu inanılması güç durum Bayburt için önce büyük bir hayal kırıklığına, ardından da bitmek bilmeyen bir sevdanın, bir tutkunun öyküsüne dönüşecekti...

***

Nedeni bir türlü öğrenilemeyen değişiklikler, Bayburt’ta buruk karşılanmıştı. Kara tren önce Sivas’a, ardından  1939’da Erzurum’a vardığında, Bayburt’tan bu özlemle yanıp tutuşan birçok insan Erzurum Garı’na koşturmuş, o coşkulu karşılamaya karışmış, demir gelinin Erzurum’a girişini yutkunarak izlemişti.

Tek sorun finansmandı! Ah şu finansman eksiği yok mu? Vardı var olmasına da; olmasa, o güzelim kara tren Bayburt’a da gelecekti. Ne de güzel olacaktı! Hele bu kadar zahmet ve emekten sonra; öyle ya, Kop dağları ve Çoruh vadisinde güzergâh kazıkları bile çakılmıştı. Herkes görmüştü bu kazıkları, herkes yanılıyor olamazdı.

1953 yılında Bayburt Postası Gazetesi, ilk sayısını çıkarken işte bu özlemle ‘merhaba’ diyordu okuyucusuna : “Demiryolu, Bayburt’un ve Tarihi İpekyolu’nun en tabii hakkı…”

İlk defa kendi yörelerine ait bir gazeteyi ellerine alan ahali, bu satırları okudukça başını sallıyor, yazılanlara katılmamalarının mümkün olmadığını söylüyorlardı. Bu kabullenemeyiş bir zaman sonra özleme, hasrete dönüyordu fakat hiçbir zaman son bulmuyordu. Heyetler gidip geldikçe Bayburt Postası yazıyor, ahalide baş sallayarak yazılıp çizilenleri onaylıyordu.

***

Hasan Saka Başbakan olarak 1948 yılında Bayburt’a geldiğinde, Bayburtlular kendisinden söz konusu olan demiryoluna başlanılmasını istemişti. Hasan Saka, Şükrü Koçak’a (dönemin Ulaştırma Bakanı) dönmüş, aralarında şu sohbet yaşanmıştı:

- Demiryoluna niçin başlamıyoruz?
- Efendim, 50 milyon lira temin ettiğimiz takdirde mutlaka Trabzon Limanı’nı, etüdü yapılmış bu güzergâhtan demiryol şebekesini bağlayacağız…

Bu sohbetin ve 1924 yılında kabul edilen 476 Sayılı Trabzon Erzurum Demiryolu Kanunu’nun yankıları; 64 yıl yürürlükte kalmasının ardından 1988’de çıkarılan 3488 Sayılı Kanun ile hükümsüz sayılana kadar sürdü. Bayburt’u tren özleminden saf dışı bırakan bu kanun bile, bu kara sevdaya engel olamadı. 1989’da Bayburt, Türkiye’nin 69’ncu vilayeti olunca, küllenen bu sevdayı tekrar hatırladı. Ama yorgundu artık…

Bu yorgunluğu, zaten kendisi de yorgun olan Bayburt Postası omuzlarına yüklenecekti ve arada sırada cılız hatırlamalar ile yetinecekti.

*
     

Son yıllardaki demiryolu atağını büyük bir keyifle takip eden Anadolu insanı ve Bayburtlu, umudun dışında kendi memleketinde olmasa bile icraatı görmenin mutluluğunu yaşıyor. 1940’larda duran demiryolu projelerinin son yıllarda tekrar canlanması ve rüya gibi projelerin birer birer hayata geçirilişi, küllenen sevdalara bir dirhem olsa dahi, su serpiyor, serinlik yaşatıyor. Zalim 3488 sayılı kanuna ne demeli şimdi?  

Editör: Bu öykümsü deneme, Real Life Dergisi için kaleme alınmış, adı geçen dergide “Allı Pullu Demir Gelin; Bayburt da Damat Olacaktı” başlığıyla yayınlanmıştır.