Değişen siyasal paradigma ve dışında kalanlar

Abone Ol

Türkiye’de yaşanan yeni bir siyasal paradigmadan bahsedeceğim. Bu paradigmal değişimin dışında kalanları ve elbette muhalefetin konumunu bu minvalde ele almaya çalışacağım.

Rus bir iktisatçı olan Nikolay Dmitriyeviç Kondratyev’in "Kondratiev dalgaları" olarak bilinen ve kapitalist sistemlerde 50-60 yıllık aralıklarla ortaya çıkan ekonomik depresyon dönemlerinden bahseder. Bu depresyon dönemlerinin ardından da yeni bir dönem başlar. Başlayacak olan yeni dönemin siyasal ve ekonomik kodları bir önceki dönemden farlı olacaktır.

Muhtemeldir ki toplumun da önceki dönemden kurtulmak adına sığınacağı liman yeni paradigma olacaktır. Nitekim AK Parti’nin 2002'de başlattığı “yeni”yi umut olarak görenler onu büyük bir teveccühle iktidara taşıdılar.

Siyasetteki bu paradigma kırılmalarının sebebi siyasal ya da ekonomik yozlaşmalardır. Bu yozlaşma süreci bizim ülkemizde de bir kırılmanın yaşanmasına sebep oldu. Bugün “Yeni Türkiye” ifadelerini okurken bu siyaset ve ekonomi alanlarındaki kırılmalar üzerinden okumak daha isabetli neticelere ulaştıracaktır.

Bu “yeni” hâlâ ülke seçmeninin önemli bir bölümü açısından gelecek vadeden bir durumdadır. Yeni paradigmanın dışında kalanlar ise hâlâ kendilerini temsil edecek ve seçmene güven duygusu aşılayacak bir zeminde siyaset üretememişlerdir. AK Parti, üçüncü dönemini geride bırakmaya hazırlanırken muhalefetten hâlâ güçlü bir sinyal alındığını ifade edemeyiz.

Muhalefet partilerinin tamamında görülen tablo şudur. Kendi tabanlarında bulunan kemikleşmiş mensupları dışında geniş kitlelere mesaj ulaştırılamamak. Bunun temel sebeplerinden biri proaktif bir siyaset izlemek yerine çeşitli muhalif grupların meydana getirdiği olayların arkasına takılmaktır. Bunun en temel örneklerini Gezi olaylarında ve 17-25 Aralık hadiselerinde yaşadık.

Proaktif siyaset üretemeyen muhalefetin tavrı ise bizde genellikle şöyle cereyan ediyor: “Bir mesele çıksın/çıkarılsın biz de bu meselenin üzerine gidelim, köpürtelim ve iktidarı zayıflatalım...” Bu anlayış aslında Türkiye’deki agresif siyasetin ana kaynağını da oluşturuyor. İktidar için sürekli sabırsızlanan muhalefet her seferinde daha büyük sorunların “duacı”sı konumunda kalıyor.

Yani muhalefetin güçlü bir mesaj yakalaması için ana paradigma açısından siyasi ya da ekonomik bir depresyon halinin ortaya çıkması gerekir. Bugün iktidar açısından böyle bir zaaf görünmüyor. Eğer hâkim paradigmanın bir zaafı ortaya çıkar da buna rağmen hiçbir parti güçlü bir mesajla iyi bir rüzgâr yakalayamazsa o takdirde de daha önce örneklerini gördüğümüz, parlamenter sitemlerde ki koalisyon hükümetlerle muhatap olunmak zorunda kalırız.

Bu tablo üzerinden bakıldığında AK Parti’nin “yeni” paradigmasının daha da güçlenmesi için bu “yeni”nin hukuksal zeminde de güç kazanması gerekiyor. Bunun yolu da yeni bir anayasa ve Başkanlık siteminden geçiyor.

Seçmenin önemli bir bölümü tarafında satın alınmış gibi görünen bu yeni “siyasi kaldıraçlar” mevcut siyasal paradigmanın ömrünü uzatacak bir zeminde değerlendirildiği için muhalefet açısından çok sert bir şekilde eleştirilmektedir.

Fakat burada belirleyici olan şey seçmenin tavrı olacaktır. Çözüm sürecinin başarıyla sonuçlandırılması ise üçüncü bir “kaldıraç” olarak büyük bir öneme sahip.

Seçmenin önümüzdeki seçimlerde hangi mesaja yöneleceği ve kime inanacağı noktasından baktığımızda iktidarın ya da muhalefetin, en azında yeni bir seçim döneminde daha nerede konumlanacağını görmüş olacağız.

Yapılan anketler buna dair önemli ipuçlarını veriyor zaten…