Öncelikle Ramazan Bayramınızı kutluyorum. Bayram münasebetiyle arayan, soran, mesaj atan tüm Bayburtlu hemşerilerime teşekkür ediyorum, bayramlarını kutluyorum. Mart ayı sonlarına doğru kaleme aldığım fakat bir türlü sizlerle paylaşamadığım “kadınlarımız” içerikli yazımı, bu fırsatla sizlerle paylaşmak istiyorum.
8 Mart bilindiği gibi “Dünya Kadınlar Günü” olarak kutlanmaktadır. Bu günü kutlama programları çerçevesinde kadın-erkek eşitliği üzerine konferanslar verilir, bazı şehirlerde kadınlarımız toplu yürüyüş ve çeşitli gösteriler yaparlar, kendilerine politikada yeterince yer verilmediğinden yakınırlar. Bence bunlar subjektif görüşlerdir. Türkiye’de dün olduğu gibi bugünde ve hatta daha gerilere giderek Sümerler’de Semiramis bahçelerinde zaman zaman kabiliyetli kadın hükümdarların varlığını tarih sayfalarında görüp okumaktayız.
Batılıların ‘Feminizm”in anası olarak tanıdığı Hepa’da bir Anadolu kadınıdır. Kabiliyeti ve eğitimine güvenerek Hitit kralı 3. Hatusil’in evlenme teklifini buluntu büyük bir nimet olarak kabul etmeyerek şartlar ileri sürmüştür. Ülke yönetme kabiliyetini kendisinde gördüğünden “Devleti birlikte yöneteceğiz” olurunu aldıktan sonra evlilik teklifini kabul etmiştir. Olay günümüzden 3300 yıl evvel Adana civarında cereyan etmiştir.
Çıkan sonuca göre sokaklarda protesto gösterileri yapmak toplum üzerinde etkili olmamaktadır. Gayeye erebilmek için fikir, bilgi-beceri sahibi olarak kişi ister kadın olsun ister erkek kendisini topluma kabul ettirebilmelidir.
8 Mart Dünya Kadınlar Gününde ressam İsmail Acar hanımlarımız adına açtığı sergisinde bu mesajı vermiştir. Oğuz ellerinden gelen Türk kadını her zaman erkeğinin yanında olmuş, vatanına, ocağına saldıran düşmana karşı gözünü kırpmadan savunmaya geçmiştir. Nene Hatunlar, Kara Fatmalar, Halide Edipler milli mücadelede savaş veren binlerce kahramandan birkaçıdır.
Yalnız 21 Şubat 1918 de büyük kahramanlık göstererek, Ermenilerin korumasında olan cephaneliğini havaya uçurarak düşmanın şehri terk etmesini sağlayan kadınlarımızın sergide adı yoktu.
Gönül isterdi ki Bayburtlu kadınlar, dünya kadınlar gününde yürüyüş yaparak bu fedakar kadınların kimler olduğunu araştırılması için uyarsaydılar. Veya bir toplantı düzenleyerek olayı konuşma konusu yaptıktan sonra toplantıya davet edilenlerle konuya ilgi çekilmeliydi. Bayburtlu hanımlardan beklenen budur.
Yoksa Şehit Osman Tepesinde Allah tarafından patlama olduğu için Ermeniler şehri terk etmiştir sözlerinin gerçekle ilgisi yoktur. Ama şöyle denebilir. Allah bu hanımlarımıza fırsat ve imkan yarattı, Allahın emrini yerine getirdiler. Ruhları şad olsun.
Bu arada Yukarı Kırzı olaylarıda masaya yatırılmalıdır. Düşman geliyor diye Türk kızı veya hanımı kendini kuyuya attığı Türk tarihinde yoktur. Düşmanla dişe diş boğuştuktan sonra şehit olmuşlardır. Nitekim Yahya Akengin “Eski Çarıklar” adlı tiyatro eserinde yine aynı köye giden bir Amerikan subayı memleketinin propagandasını yapmak için konuşması sırasında subayın yanlış hareketini gören evin hanımı, misafiri olmasına rağmen bir kartal gibi subayın üzerine saldırmıştır.
Türk dünyasının manevi ismi etrafında birleştiği Dede Korkut hikayeleride Türklerde kadına verilen önemin birer belgesidir. Aile içerisinde kız olsun erkek olsun verilen değerden çok kadına değer verilmiştir. Eski Türklerde kadının devlet yönetiminde söz sahibi olacak kadar geniş yetkilere sahip olduğuda bilinen bir gerçektir.
Dede Korkut hikayelerinde her türlü şartta kadının erkeğinin yerini aldığı onu artmadığı görülmektedir. Dirse Han hanımına şöyle seslenir;
“Beri gel başımın bahtı, evmin tahtı, kadınım, direğim, döleğim.”
Dede Korkut, Basmı Beyrek’i tanıtırken beşik kertmesi nişanlısı Banı Çiçek’i göze çarpan kadın şovalye olarak göstermektedir. At binme, ok atma ve güreşte nişanlısı ile başa baş mücadele edecek güçte olduğu yansıtılmaktadır.
Dede Korkut, Oğuz Beylerinin aradığı ideal kadınıda şu sözlerle tanımlamıştır:
“Men yerimde turmadan ol turgeç gerek. Men kara koç atıma binmeden ol binmek gerek. Men kırıma varmadan ol bana baş getirmek gerek.”
Eski Türklerde kadına verilen önem Dede Korkut hikayeleri içinde önemli yer tutar. Selcan Hatun ile Kanturalı macerası Banu Çiçek ile eş değerdir. Kanturalı, Trabzon’a gelerek sınavları kazanarak Sevcan Hatun’u, Oğuz eline götürürken yakışıklı kocasının uykudayken başına bir hal gelmemesi için süngüsünü takarak tepe başında nöbet tutar. Trabzon Tekfuru, Sevcan’ı geri almak için gönderdiği birliği görünce nişanlısı ve kendi atlıları ile birlikte savaşa girer ve savaşı kazanırlar.
Erkek ister Bey ister sırdan bir fert olsun kadınlarını evin direği, vefalı ve sadık arkadaşı, yerine göre de yiğitlikte, binicilikte kendinden geri kalmayan şovalye kadın olarak kabul etmektedir.
Bu örneklerden sonra kadın-erkek münasebetlerinin Dede Korkut’tan sonra anadolu Beylikleri içinde aynı sevecenlik içinde sürüp geldiği bir gerçektir.
Hatta bu başlangıcı daha gerilere götürebiliriz.
Feminizmin anası olan Hitit Kraliçesi Pudu Hepa M.Ö. 1300 yıllarında Adana’da yaşadığı araştırmacılar ve bilim adamları tarafından tespit edildiğine göre Anadolu kadın haklarının beşiği sayılabilir.
Geçtiğimiz milenyumda Oğuz boylarında aile düzenini Osman Nuri Sezer arkadaşımız yerel ve göçer beyliklerde kadın ve kızlarımızın eşit düzen içinde yönetim ve aile içinde hizmet verdiklerini tespit etmiştir.
Değer yargısından anlaşılacağı üzere Türklerin toplumsal yapısında evliliğe verilen değerden çok çocuklara önem verilmektedir. Korkut Ata’nın duyurusundan anlaşılmaktadır. Binlerce evvel yılki yaşam şekli bundan daha etkin biçimde aktırılamazdı.
Aynı şekilde Türk örfünde kadının devlet yönetiminde söz ve yargı sahibi olmak ölçüde geniş yetkileri bulunduğu hikayelerin içerisinden anlıyoruz. Bazı şeylerin kesin bilicileri arasında kadın şu cümlelerle gösterilmektedir:
Ayrı ayrı yolların izlerini deve bilir
Yedi derenin kokularını tilki bilir
Geceleyin kervan göçtüğünü çayırkuşu bilir
Oğlunun kimden olduğunu ana bilir
Son cümle, kadına karşı güveni belirttiği gibi ananın hem yaratıcılık vasfını, sorumluluk kavramını anlatmak istemektedir. Hikayelerin giriş bölümlerinde kadında erdemlik sayılabilecek davranışları şöyle sıralamaktadır.
Erkeğin yerini tutabilmelidir. Onu aratmamalıdır. Konuk ağırlayabilmelidir. Herkese saygılı olmalıdır. Obur olmamalıdır. Nankör olmamalıdır. Evin sorumluluğunu taşımalı, gözü dışarda olmamalıdır. Tembel olmamalıdır. Çok gezmemelidir. Dedikodu yapmamalıdır. Haksız olduğu halde başkalarını suçlamaya çalışmamalıdır. Konuğa yemek yedirmekten hoşlanmalıdır. Kocasının öğütlerini dinlemeli. Sözünü kulağına koymalıdır. Erkek başı darda kaldığında kadınına sığınır.
Böylesine özelliklerle donanmış bir Dirse Han, hatununa içtenlikli şunları söyler;
“Beri gel başımın bahtı, evimin tahtı, evden çıkıp yürüyende selvi boylum, topuğunda sarmaşanda kara saçlım, kurulu yaya benzer çatma kaşlım, çifte badem sığmayan dar ağızlım, güz elmasına benzer al yanaklım, kadınım, direğim, döleğim.”