Aristo M.Ö 300 doğumlu, o incelemiş solucanları ve “Toprağın bağırsakları” olarak nitelemiş. Aristo’dan 2100 küsur sene sonra bu kez Charles Darwin düşmüş solucanların izine, daha ciddi, daha ısrarlı ve daha bilinçli olarak. O da demiş ki: “Saban insanlığın en eski ve değerli buluşlarından biridir… Ancak insan daha yer yüzünde yokken, solucanlar toprak solucanlar tarafından düzenli olarak sürülüp duruyordu.”
Pekiii, Eski Yunan ve Batılı bilim ve düşünce insanları solucanlar üstüne böylesine kafa yorup araştırırken, İslam Dünyası ne yapıyordu? Solucanlara bakıyordu “Cenab-ı Allah neler yaratmış… Bu solucanı yaratmasının da bir nedeni ve hikmeti vardır…” deyip geçiyordu ve balık avlarken oltasına solucan takıyordu kimi zaman, tek keşfi o idi. Bir tek İbn Sina’nın solucan incelemeleri vardı, o da bağırsak solucanları üstüne idi.
Alfa Yayınları Darwin’in “Solucanlar” adlı yapıtının yeni baskısını yayımladı. Kitabın alt başlığı da var, o da şöyle: “Bitkisel humus oluşumunda solucanların etkileri ve solucan alışkanlıklarına dair gözlemler.”
187 sayfalık bu kitaptan değerli ve önemli bulduğum kısa alıntılar yapayım da, solucanların nasıl harika yaratıklar oldukları iyice anlaşılsın:
-Solucanlar toprağı yarıyorlar, aktarıyorlar, bu yarım ve aktarım eski binaların gömülmesine ve sonunda toprakla kapanmasına neden oluyor. Böylece arkeolojik eserler korunmuş oluyor. Yani arkeoloji solucanlara çok şey borçlu…
-Solucanların yuttukları taş ve sert cisimler, taşlıklarında bir değirmen taşı görevi görüyorlar ve yapraklarla, toprakları öğütüyorlar.
-Solucanlar toprağı iterek ya da yutarak kazıyorlar ve oyuklarının içini sıvıyorlar. Oyuk boyları 2,5 metreye varabiliyor. Oyuklarına değişik yaprakları ve tohumları da sokabiliyorlar. Bu oyuklara yaprak çekmedeki ustalıkları, bir zekâ belirtisi… Oyukların ağzını çeşitli nedenlerle kapıyorlar ve geceleri açıyorlar. Oyuklar bir odacıkla sona eriyor ve solucanlar birbirlerine sarılarak kışı öylece geçiriyorlar.
-Solucanlar kemirmeye niyetlendikleri yarı çürümüş ya da taze yaprakları, oyuklarının girişinde 2,5 ila 7,5 santimetre derinliğe çekip salgıladıkları sıvıyla ıslatıyorlar. Bundan başka kalsiyum tuzu bezleri de bulunmakta.
-Solucanlarda tat duygusu ve sınırlı ölçüde koku alma duygusu da var.
-Solucan dışkılarında ise verim ve bereket var tam anlamıyla.
-İngiltere’nin birçok kesiminde her yıl solucanların bedeninden on tonu aşkın kuru toprak geçip arazi yüzeyine taşınıyor. Yani humuslar solucan bedeninden geçerek daha da verimli duruma geliyorlar.
Ve şimdi de basından bir haberden kısa bir alıntı okuyalım:
“Rusya'dan 30 bavulun içinde getirttiği Kırmızı Kaliforniya solucanlarının dışkısından organik gübre üretimine başlayan Burdurlu girişimci Mehmet Aksoy, bugün 18 tesiste sayısı 200 milyara ulaşan solucanla yıllık 5 milyon liranın üzerinde ciro yapıyor.
Burdur'da organik gübre konusunda faaliyet gösteren firmanın Genel Müdürü Mehmet Aksoy, yaklaşık 5 yıl önce Rusya'dan ‘Kırmızı Kaliforniya’ adıyla bilinen ‘lumbricus rubellus’ cinsi solucanları getirdiklerini ve organik gübre üretimine başladıklarını kaydetti.
Yüzde 100 organik gübrenin bitkisel ve hayvansal organik atıklarla beslenen solucanların dışkısından elde edildiğini belirten Aksoy, '’Bu gübre görünüş olarak siyah toprağa benzer ve itici bir kokusu yoktur. İçeriğinde bitkinin gelişimi için gereken bütün enzimler, toprak antibiyotikleri, vitaminler, büyüme hormonları ve humik maddeler vardır. Kesinlikle hastalık yapıcı maddeler, parazit yumurtaları yoktur ve ağır metaller içermez' dedi.”
Pekiii, Eski Yunan ve Batılı bilim ve düşünce insanları solucanlar üstüne böylesine kafa yorup araştırırken, İslam Dünyası ne yapıyordu? Solucanlara bakıyordu “Cenab-ı Allah neler yaratmış… Bu solucanı yaratmasının da bir nedeni ve hikmeti vardır…” deyip geçiyordu ve balık avlarken oltasına solucan takıyordu kimi zaman, tek keşfi o idi. Bir tek İbn Sina’nın solucan incelemeleri vardı, o da bağırsak solucanları üstüne idi.
Alfa Yayınları Darwin’in “Solucanlar” adlı yapıtının yeni baskısını yayımladı. Kitabın alt başlığı da var, o da şöyle: “Bitkisel humus oluşumunda solucanların etkileri ve solucan alışkanlıklarına dair gözlemler.”
187 sayfalık bu kitaptan değerli ve önemli bulduğum kısa alıntılar yapayım da, solucanların nasıl harika yaratıklar oldukları iyice anlaşılsın:
-Solucanlar toprağı yarıyorlar, aktarıyorlar, bu yarım ve aktarım eski binaların gömülmesine ve sonunda toprakla kapanmasına neden oluyor. Böylece arkeolojik eserler korunmuş oluyor. Yani arkeoloji solucanlara çok şey borçlu…
-Solucanların yuttukları taş ve sert cisimler, taşlıklarında bir değirmen taşı görevi görüyorlar ve yapraklarla, toprakları öğütüyorlar.
-Solucanlar toprağı iterek ya da yutarak kazıyorlar ve oyuklarının içini sıvıyorlar. Oyuk boyları 2,5 metreye varabiliyor. Oyuklarına değişik yaprakları ve tohumları da sokabiliyorlar. Bu oyuklara yaprak çekmedeki ustalıkları, bir zekâ belirtisi… Oyukların ağzını çeşitli nedenlerle kapıyorlar ve geceleri açıyorlar. Oyuklar bir odacıkla sona eriyor ve solucanlar birbirlerine sarılarak kışı öylece geçiriyorlar.
-Solucanlar kemirmeye niyetlendikleri yarı çürümüş ya da taze yaprakları, oyuklarının girişinde 2,5 ila 7,5 santimetre derinliğe çekip salgıladıkları sıvıyla ıslatıyorlar. Bundan başka kalsiyum tuzu bezleri de bulunmakta.
-Solucanlarda tat duygusu ve sınırlı ölçüde koku alma duygusu da var.
-Solucan dışkılarında ise verim ve bereket var tam anlamıyla.
-İngiltere’nin birçok kesiminde her yıl solucanların bedeninden on tonu aşkın kuru toprak geçip arazi yüzeyine taşınıyor. Yani humuslar solucan bedeninden geçerek daha da verimli duruma geliyorlar.
Ve şimdi de basından bir haberden kısa bir alıntı okuyalım:
“Rusya'dan 30 bavulun içinde getirttiği Kırmızı Kaliforniya solucanlarının dışkısından organik gübre üretimine başlayan Burdurlu girişimci Mehmet Aksoy, bugün 18 tesiste sayısı 200 milyara ulaşan solucanla yıllık 5 milyon liranın üzerinde ciro yapıyor.
Burdur'da organik gübre konusunda faaliyet gösteren firmanın Genel Müdürü Mehmet Aksoy, yaklaşık 5 yıl önce Rusya'dan ‘Kırmızı Kaliforniya’ adıyla bilinen ‘lumbricus rubellus’ cinsi solucanları getirdiklerini ve organik gübre üretimine başladıklarını kaydetti.
Yüzde 100 organik gübrenin bitkisel ve hayvansal organik atıklarla beslenen solucanların dışkısından elde edildiğini belirten Aksoy, '’Bu gübre görünüş olarak siyah toprağa benzer ve itici bir kokusu yoktur. İçeriğinde bitkinin gelişimi için gereken bütün enzimler, toprak antibiyotikleri, vitaminler, büyüme hormonları ve humik maddeler vardır. Kesinlikle hastalık yapıcı maddeler, parazit yumurtaları yoktur ve ağır metaller içermez' dedi.”