Cumhuriyetin temeline konulan ilk harç dürüstlük

Abone Ol

“Ankara’da erken gelmiş bir bahar akşamı…
Çankaya’da sofra bahçeye kurulmuş.
Atatürk’ün o geceki konukları Nuri Conker, Salih Bozok, Falih Rıfkı ve Mahmut Soydan.
Mahmut Soydan, Siirt milletvekili, eski gazeteci, Milliyet gazetesinin sahibi ve başyazarı… İş Bankasının da yönetim kurulu başkanı. Bir ara Atatürk’e;
-Bugün Maliye Vekili Abdülhalik Bey (Renda), Başvekili ziyaret etti, dedi. Atatürk arkadaşının yüzüne baktı.
-Etmişse ne olmuş?!
-Gaziantep Milletvekili Mithat Bey’den dert yanmış!..
-Neymiş derdi? 
-Millî Savunma Bakanlığı’nın alacağı silahlar meselesi…
-Açık konuşsana, nedir?
-Efendim biliyorsunuz, Millî Savunma Bakanlığı, orduyu güçlendirmek için bazı silahlar almaya karar verdi; şartnamesini yaptı ve ihaleye çıkardı. Eksiltmeye iki fabrika katılıyor ve bu iki fabrikanın da Türkiye temsilcisi Mithat Bey!..
-Hımmm… Sonra?
-Sonrası Paşam, Maliye Bakanı bugün başvekile çıkıp durumu anlatmış. Başvekil de önce işin inceliğini fark edemediğinden ‘Fabrika temsilcilerinden bize ne? Kim daha ucuz verirse biz ondan alırız?’ demiş. Sonra Maliye Bakanı tek temsilcinin fabrikalar arasında bir uyuşma yaparak fiyatlara etkili olabileceğini hatırlatmış… Başvekil durumu size açacak!
-Kılıç’a (Kılıç Ali) eniştesinin marifetini söyledin mi?
-Hayır Paşam… Zaten olayı bugün duydum. Maliye Bakanı’na İş Bankası’nın bir işi için uğramıştım, kendisi açtı.
-Güzel… Aramızda kalsın yine öyleyse.
Ertesi gün öğleden sonra Başvekil ismet Paşa, Çankaya’ya çıktı ve Atatürk ile bir görüşme yaptı. Görüşme konularından biri de Millî Savunma Bakanlığı’nın alacağı silahlar ve Mithat Bey’di.
Atatürk sordu:
-Ne düşünüyorsun?
-Eksiltmeyi erteleyeceğim ve daha geniş bir katılım sağlamaya çalışacağım.
-İyi edersin.
Durdu, bekledi, sonra sordu:
-Başka?
-Milletvekillerinin devlet eksiltmelerine müteahhit ya dA temsilci olarak katılmaması için yasalarımızın gözden geçirilmesini istiyorum.
-Bu önlem kanunla olmalıdır bence… 
Atatürk bir süre düşündükten sonra, usul bir sesle;
-Bu işte Kılıç Ali’nin parmağı var mı acaba?
İsmet Paşa… Konu ince bir alana kaymıştı. Kılıç Ali, Atatürk’ün sofrasından eksik olmayan bir milletvekili idi. Mithat, Kılıç Ali’nin eniştesi…
Mustafa Kemal Atatürk konusunda çok hassastır. Yakın arkadaşı Kılıç Ali’den bile kuşkulanır ve Gaziantep Milletvekili Mithat Bey konusunda onun parmağı olup olmadığını sormaktadır İsmet Paşa’ya:
-Parmağı? Bilmem Paşam! Eniştesidir. İşleriyle ilgilenip ilgilenmediğini bilemem. Ama kişisel kanaatimi soruyorsanız; ummam.
Atatürk gülümseyerek ‘Anlarız’ dedi. 
Ertesi akşam Atatürk’ün sofrasına Maliye Vekili davet edilmiş, Kılıç Ali de aranmıştı. Nitekim Atatürk salona indiğinde Kılıç Ali’ye takıldı:
-Sen dün akşam neredeydin bakalım? Kılıç Ali ‘Evdeydim Paşam’ diye karşılık verdi. Arkadaşlarından Salih Bozok takılmaktan hoşlandığı için ‘Aile saadeti var Paşam’ deyince, çevreden kahkahalar yükseldi. Atatürk:
-Enişten nasıl? Epeydir görmüyorum, diye soruverdi.
-Sayenizde iyidir Paşam!
-Neden benim sayemde oluyormuş, kendi sayesinde iyidir, diye Kılıç Ali’nin sözünü düzeltti. Sonra;
-Hadi çocuklar bu akşam Mithat’a bir baskın verelim…
Hiçbir şeyden haberi olmayan Kılıç Ali:
-İhya etmiş olursunuz Paşam. Müsaade ederseniz haber vereyim.
-Yok! Baskın dedik, biraz güleriz!..
İki otomobile doluştular ve Mithat Bey’in kapısına dayandılar. Atatürk’ün hiç yanından ayırmadığı köpeği Foks, havlayarak eve dalınca Mithat Bey büyük bir heyecanla koştu ve konuklarını karşıladı. O akşam oraya niçin gelindiğini bilmeyen yalnız Mithat Bey’le Kılıç Ali idi. 
Güzel döşenmiş bir evdi… Oldukça geniş ve konforluydu. Atatürk salonda dolaşıyor, güzel parçalara rastladıkça ‘Güzel zevkin varmış. Evini iyi döşemişsin’ diye yüzüne bakarak konuşuyordu. En son, hazırlanan sofrayı gözden geçirdi; ev sahibi konuklarını ağırlamak için evinde olanı sofraya dökmüştü. Siyah havyara dek her şey vardı. Atatürk yanındakilere dönüp:
-Mithat Bey, bir sofra dökmüş ki, kuşsütü eksik! Hadi oturalım!
Herkes sofrada uygun bir yer bulup oturdu, ilk yudumlar alındı ve sohbet başladı. O günlerde Falih Rıfkı, Ulus’ta bir yazı yazmış ve ‘Aferistler’den söz etmişti. Milletvekillerinin ticaretle uğraşmasını eleştirmişti. Atatürk bu yazıya temas ederek konuşmaya başladı:
-Milletvekili demek o ülkenin en yetişkin insanı demektir! Onun için hareketleri sınırlandırılmamıştır. Onun için dokunulmazlığı vardır. Serbestçe fikrini söylesin, serbestçe hareket etsin diye. Milletvekili demek ‘Beyaz eldivenli adam’ demektir. Gerekmedikçe, gerekmeyen şeylere dokunamaz. Çünkü parmakları kirlenebilir. Ne yapıp yapmayacağını takdir etmek, milletvekilinin idrakine bırakılmıştır. (Falih Rıfkı Atay’a dönerek) Oysa sen yazında rahatça Aferistlerden söz ediyorsun… Ben arkadaşlarımın arasında böyle kimselerin olacağını ummuyorum!
Bunu söylerken de Mithat Bey’in yüzüne bakmıştı.
Kılıç Ali o zaman bu apansız gelişin nedenini kavradı. Mithat Bey, kızardı, hafifçe terledi, söyleyecek söz bulamıyordu. Atatürk beklenen işi yaptı ve soruyu doğrudan ona yöneltti:
-Sizin ticaret işleri nasıl gidiyor Mithat Bey?
Mithat Bey, elindeki çatalı düşürdü, kıpkırmızı oldu, kekeledi:
-Milletvekili olunca elimdeki ufak tefek işleri dağıttım Gazi Paşa Hazretleri, şimdi ticaretle uğraşmıyorum.
-Yaa öyle mi, demek ben yanlış biliyorum. Bana senin bazı temsilciliklerin olduğunu söylemişlerdi.
-Var bir iki fabrikanın…
-Ne fabrikaları bunlar?
-Silah fabrikaları Gazi Paşa Hazretleri… Biri Çekoslovakya’nın, biri Fransa’nın…
-Bravoo… Demek iki büyük memleketin en üstün sanayiini Türkiye’de temsil ediyorsun!.. ‘Ticaretle uğraşmıyorum’ dediğine göre, bunlar fahri işler anlaşılan!..
Mithat Bey’in dili dolaşıyordu, ne diyeceğini iyice şaşırmıştı:
-Fahri değil efendim, iş olursa küçük komisyon verirler.
-Yani yüzde beş, yüzde on?
-Hayır hayır Gazi Paşa; yüzde yarım, yüzde bir, bazen iki. Ama bu rakamlar büyük olduğu için, iş olursa doyurucudur!
-Peki siz bu komisyona karşılık ne yaparsınız?
-Fabrikanın Türkiye’deki işlerini gözetirim. Bir eksiltme olursa haber veririm… Devletin ihtiyacı olursa, fabrikam adına teklifler yaparım.
-Anlaşıldı, yani fabrikanın işlerini kovalarsınız Türkiye’de.
Mithat sustu… Sofra sustu… Ev bile sustu…
Atatürk gözlerini Kılıç Ali’ye kaydırarak gülmeye başladı:
-Yahu Kılıç. Para kazanacak ne işler var. Görüyor musun?.. Sen bunlardan bana hiç bahsetmezsin!
Kılıç Ali’nin bu konuşmalardan üzgün olduğu her halinden belli oluyordu. Yere bakarak konuştu:
-Paşam ben böyle şeyi bilmem, yapanlardan da hoşlanmam!
-Neden canım, para kazanmak ayıp mı? Başkası kazanacağına arkadaşlarımız kazanıyor, fena mı?
-Paşam işte yüzü, işte yüzüm, ben Mithat’a kaç defa söyledim bu işlerle uğraşma diye. Milletvekili milletvekilidir o kadar!
Atatürk, Kılıç Ali’nin eniştesine karşı tutumundan hoşlandı. Çevresinde olan bir insanın eniştesi de olsa, böyle bir işte arkalamamasına memnun olmuştu.
-Bak bunu iyi söyledin Kılıç! Milletvekili halkın vekilidir. Milletin derdi ile uğraşacak. Bu arada elbette kendisini de düşünecek ama bunun hesabını da iyi yapacak.
Sonra Mithat’a döndü:
-Siz eskiden beri bu fabrikaların temsilcisi misiniz Mithat Bey?
Mithat suçlu gibi sandalyesine yığılmış konuşuyordu:
-Çekoslovak firması eskidir Gazi Paşa Hazretleri.
-Ya Fransız firması?
-Onun temsilciliğini Satvet Lütfü (Tozan) yapıyordu. Dört ay önce ‘Ben memlekette fazla bulunamıyorum, işlerden haberim olmuyor, sen nasılsa bu işlerle ilgilisin, beni fabrikayı sana devredeyim’ dedi.
-İyi arkadaşmış Satvet Lütfü doğrusu, bu kadarını bilmezdim.
Sonra Abdülhalik Renda’ya döndü:
-Siz şu silah eksiltmesini ne zaman çıkardınız acaba, hatırınızda mı Abdülhalik Bey?
-Dört ay önce Paşam!
Atatürk işini bitirmiş gibi etrafına bakındıktan sonra, kadehini kaldırdı:
-Hadi çocuklar şunu da içelim de Çiftliğe kadar uzanalım, tebdili mekânda ferahlık vardır demişler.   
Kadehini boşalttı ve ayağa kalktı. Konuklar davrandılar. Mithat’a kimse ‘Sen de gel’ demediği için, dış kapıda konuklarını geçirmekle yetindi. Kılıç Ali çıkarken eniştesine:
-Yarın sabah bize gel, görüşelim… dedi. Bir adım önde giden Salih Bozok, Kılıç Ali’nin konuşmasını duymuştu. Atatürk arabasına binerken:
-Kılıç Ali, barut Paşam. Yarın sabah eniştesini evine çağırdı, haşlayacak anlaşılan!
Atatürk duraladı:
-Bari ileri gitmese… Kulağını bük!
Salih Bozok, Atatürk’ün dediğini yaptı. Kılıç Ali ertesi sabah eniştesi ile sıkı bir konuşma yapmakla yetindi. Mithat Bey, temsilciliklerden istifa etti, olay kapandı.”(1)  Ama biz konuyu kapatmayalım, Atatürk’ün rüşvet ve yolsuzluk olayları konusunda ne denli duyarlı olduğunun çarpıcı bir örneğini daha verelim. Şakir Zümre ve Atatürk’e armağan ettiği altın tabaka ile ilgili bir olaydır bu. Şakir Zümre benim “Atatürk Ekonomisi ve Beş Destan Adam” adlı kitabımdaki beş destan adamdan biridir. Şakir Zümre’nin her şeyini o destanda yazmışızdır ama bu tabaka olayı yoktur. Bunu da değerli araştırmacı-gazeteci/yazar Soner Yalçın’dan aktaralım:
“Yıl; 1927… Ekim ayının son günleri… Atatürk; Nuri Conker, Salih Bozok, Recep Zühtü, Ruşen Eşref Günaydın ve Yusuf Kemal Tengirşek ile sohbet ediyordu.
Atatürk, Sofya Ataşemiliterliği günlerini anlatıyordu. Konu, Şakir Zümre'ye geldi.
Atatürk, Fevzi Çakmak'ın akrabası Şakir Zümre ile Sofya'da tanışmıştı.
Şakir Zümre, ilköğrenimini Varna'da tamamladıktan sonra, lise ve hukuk fakültesini Cenevre'de okumuştu. Varna Türk milletvekili olarak Bulgar Parlamentosu'ndaki 17 Türk'ten biriydi.
İstiklal Savaşı döneminde yurtdışından Anadolu'ya silah ve cephane gönderdiği gibi savaş sanayisinde değerlendirilmek üzere Türkiye'ye usta ve teknisyen bulunmasında da yardımcı olmuştu. Bu üstün hizmetleri nedeniyle İstiklal Madalyası sahibiydi.
İstiklal Savaşı'ndan sonra Türkiye'ye dönen Şakir Zümre, Atatürk'ün onayıyla Türkiye'nin savunma sanayisinin ilk özel sektör fabrikasını kurmuştu…
Atatürk'ün Sofya anılarını anlatmasının bir sebebi vardı; Şakir Zümre dün ziyaretine gelmişti. ‘Avrupa'dan dönüyormuş, bana da güzel bir hediye getirmiş. Altın, pırlantalı bir tabaka.’
Konuklarına göstererek, ‘Pırlantadan da inisiyalleri var! Bayağı pahalı bir şey. İşleri iyi gidiyor anlaşılan’ dedi.
Tengirşek, ‘Millî Savunma'nın taahhüt işlerini yapıyor’ dedi. Ve bu söz üzerine Nuri Conker yüzüne anlamlı bir teşebbüs yerleştirince, Atatürk kızdı: ‘Ne var, neye gülüyorsun?’
Conker, ‘Siz, ‘işleri iyi gidiyor' dediniz de, ‘iyi gidiyor' ne demek, karun oldu karun’ yanıtını verdi.
Atatürk dedikodu sevmezdi. Sinirlendi. ‘Ne zamandan beri başkasının parasında gözün var?’
Conker ‘haşa’ dedi, ‘başkasının parasında pulunda gözüm yok; yalnız milletin parasında gözüm var.’ Atatürk açık konuşmasını istedi. Conker, ‘Yusuf Kemal Bey söyledi, Millî Savunma Bakanlığı'na çürük çarık şeyler sokuşturuyor, sonra da milyonlar vuruyor.’
Atatürk masadakilere sorular yöneltti. Sonra… ‘Ya demek, eski arkadaşlarımız bize sırtını dayayıp hazineyi soyuyorlar, bize de rüşvet veriyorlar, öyle mi?’
Nuri Conker araya girdi: ‘Size sırtını dayayan yok. Bir yere sırtını dayamış ise, Milli Savunma Bakanı Recep Peker'in sırtına yaslanmıştır herhalde. Çünkü içtikleri su bile ayrı gitmiyor.’
Atatürk'ün Şakir Zümre ile anıları nereden nereye gelmişti…
Başyaveri Rusuhi Savaşçı'dan Recep Peker'in nerede olduğunu öğrenmesini istedi. Haber kısa sürede geldi: Kılıç Ali'nin evindeydi. Atatürk, ‘Kalkınız Kılıç Ali'nin evine gidiyoruz’ dedi. Eve vardılar; Atatürk sağ elinin başparmağıyla zile uzun süreli bastı. Zil sesini duyan Kılıç Ali heyecanlandı; ‘Atatürk geldi; bu onun kapı çalışı…’
Atatürk, Recep Peker'i görünce habersizmiş gibi göründü; ‘Kılıç misafirin varmış’ deyip tokalaştı.
Atatürk sohbet arasında, ‘Çocuklar size sansasyonel bir haberim var; dün rüşvet aldım!’ dedi.
İlk kez Recep Peker'in yüzüne bakarak, ‘Aldığım rüşveti görmek ister misin Recep Bey?’
– ‘Estağfurullah Paşam, şaka yapıyorsunuz herhalde.’
Atatürk sesini sertleştirdi:
– ‘Şaka falan değil. Rüşvet, bildiğin rüşvet.’
Pırlantalı tabakayı getirtti. Peker'e uzattı.
– ‘Güzel bir tabaka Paşam, güle güle kullanın.’
Atatürk karşılık verdi:
– ‘Sana ‘rüşvet' diyorum, sen bana ‘güle güle kullan' diyorsun; sana gelse sen kullanır mıydın?’
Peker, ‘Paşam sanırım şaka yapıyorsunuz; rüşvet olsa siz bunu alır mısınız?’ deyince Atatürk şu yanıtı verdi:
‘Hiç kimse insana ‘rüşvet' diye vermiyor ki, ‘armağan' diye veriyor.’
Kılıç Ali, meselenin ardında neyin olduğunu merak etti ve dayanamayıp sordu: ‘Paşam bu rüşveti kimden aldığınızı bize söyleyebilir misiniz?’
‘Tabii… Şakir getirdi.’
Peker, ‘Paşam, şaka yapıyorsunuz. Şakir sizin bunca yıllık yakın arkadaşınız, hiç rüşvet olur mu bu?’
Atatürk kızdı, ‘Senin de arkadaşın, sana ne getirdi?’ Yanıtını beklemeden devam etti: ‘Şakir senin bakanlığa öte-beri satıyormuş; sana kim bilir neler neler getirmiştir?’
Bu sözler üzerine evin salonuna bomba düşmüş gibi oldu.
Kısa bir süre sonra Atatürk ve misafirler çıkıp gitti.
Kılıç Ali ile Recep Peker evde bir başlarına kaldı…
Kılıç Ali misafirine ‘Kahve ister misin’ diye sordu.
Recep Peker, ‘Ne kahvesi bana bir viski ver’ dedi. Çok üzgündü. Atatürk'ün böyle bir davranışı kendine reva görmesini kabul edemiyordu. Rüşvet yemeyeceğini bilmez miydi?
‘Ne yapmalıyım’ diye sordu.
Kılıç Ali, ‘istifa et’ diye yanıtladı. ‘Atatürk'ü iyi tanırım, bu sana bir ihtar.’
Recep Peker istifa etmeyeceğini belirtti. ‘Eğer istifa edersem kuşkuların haklı olduğunu kabul etmiş olurum.’
Ertesi gün…
Kılıç Ali, Çankaya Köşkü'ne çıktı; Recep Peker'in kararını Atatürk'e bildirdi.
Atatürk, ‘Bir Milli Savunma Bakanı da kolundan tutulup atılmaz ya, kendi bileceği bir iş’ dedi.
O akşam… Atatürk ile Başbakan İsmet İnönü yan yana geldi. İnönü, Peker'in istifa etmemesinin dedikoduları daha artıracağını söyledi. Sonra bulduğu yöntemi söyledi: ‘Hükümet olarak istifa etmek.’
Atatürk öneriye sıcak baktı. İnönü Hükümeti 1 Kasım 1927'de istifa etti.
Tarih: 2 Kasım 1927.
Başbakan İsmet İnönü yeni hükümetini Çankaya Köşkü'ne sundu. Yeni kabinede Milli Savunma Bakanı Recep Peker yoktu….
Recep Peker rüşvet almış mıydı?
Tabii ki hayır. Yoksa…. Bir sonraki İnönü Hükümeti'nde Bayındırlık Bakanı yapılır mıydı? CHP Genel Sekreteri yapılır mıydı? 1931-1936 yılları arasında Atatürk ve İnönü ile birlikte dönemin ‘güçlü üçüncü adamı’ yapılır mıydı?
Ve en sonunda başkanlığa getirilir miydi?
Recep Peker dürüst bir devlet adamıydı.
Keza….
Şakir Zümre değerli bir işadamıydı.
TSK'nın ihtiyacı olan ilk silah ve cephaneler, ilk Türk denizaltı su bombaları, Şakir Zümre Fabrikası'nda üretildi. 1937'de Yunanistan, Bulgaristan, Polonya, Mısır gibi ülkelere silah ve cephane ihraç etti. Ne yazık ki, İkinci Dünya Savaşı sonunda ABD ile yapılan anlaşmalar gereği, yapılan silah yardımı nedeniyle Şakir Zümre Fabrikaları, silah ve cephane üretimini terk etmek zorunda kaldı. Soba üretmeye başladı!
Peki… Atatürk neden bu kadar sert tepki gösterdi?
Üç nedeni vardı; Atatürk laubalilikten hiç hoşlanmazdı; Sovyetler Birliği heyetine Ankara'da verilen davet sırasında ev sahibi Millî Savunma Bakanı Recep Peker'in davetlilerden Korgeneral İzzettin Çalışlar'ın çenesini kaşımasına çok kızmıştı. Böyle laubali birinin bakan olmasını kabul edemiyordu.
İkincisi… Doğru bile olmasa dedikodulara adı karışmış arkadaşından hediye almayı kabul edememişti, kızgındı…
Üçüncüsü... Halkın parasının soyulmasına büyük tepki gösteriyordu; bu konularda çok hassas davranıyordu…
Recep Peker olayı ne ilk'ti ne de son'du…” (2) 

Devlet parasına el uzatan bakan’ı affetmeyen Atatürk
“Büyük Önder, üç dört saat oturduktan sonra yerinden kalktı, halkın coşkun tezahüratı arasında, kendisini bekleyen ‘Acar’ motoruna doğru yürümeye başladı. Tam gazinonun kapısından çıkacağı sırada, kalabalık arasından fırlayan 50 yaşlarında, temiz pak giyinmiş bir adamın birdenbire O’nun ayaklarına kapanarak kendisini affetmesi için yalvarmaya başladığını gördük. Gazi’nin yüz ifadesi sert ve haşin... Omuzuna dokunup adamın ayağa kalkmasını sağladıktan sonra yüzüne karşı gürlüyor:
-Hayır, sizi hiçbir zaman affetmem. Siz bu fakir milletin dişinden tırnağından artırıp ödediği vergilerden oluşan devlet parasına el uzattınız. Ülkeyi zarara soktunuz. Cezanızı çekeceksiniz.
Ve yürüyüp gidiyor, motora biniyor.
Herkes, hayret ve merak içinde... Bu adam kim? Sonradan öğreniyoruz. Bir süre önce, kısa zaman Ziraat Vekilliği yapan bir milletvekilidir.” (3)
Atatürk budur işte, Cumhuriyet kuşağının ve yakın çalışma arkadaşlarının da böyle olmasını istemiştir, olmayanları affetmemiştir.

1) İsmet Bozdağ-Atatürk ve Rüşvet/Gözcü Gazetesi 10-11-12 Kasım 2001
2) https://www.odatv4.com/guncel/akp-nin-reklamiyla-gundeme-gelen-sakir-zumre-ataturk-u-neden-sinirlendirdi-255742
3) Yusuf Koç-Ali Koç-Başbuğ Atatürk