Türkiye’nin yaşadığı toplumsal sorunlara, onun bir parçası olan “etnik meseleye” dair hiçbir bilgisi olmayan adamların yıllardır “Kürt sorunu” diye diye ileri sürdükleri düşüncelerin hiçbir işe yaramadığı ve yaramayacağı “çözüm süreci” başladığından bu tarafa daha iyi görülmüştür.
Bu mesele üstüne kamuoyunda “uzman diye geçinen” gazeteci yazar taifesinin en bariz vasfı, anlamadıkları bir meseleyi cümlenin başına ortasına veya sonuna Kürt ismini ekleyerek, bir şey söyledikleri zehabına kapılmalarıdır. Yasakçı dönemlerde, askeri cuntaların baskısı altında yaşanan zamanda, böyle bir işe kalkışmayacak kadar kurnaz ve becerikli olan bu kalemlerin, Özal’la başlayan “özgürlük havasıyla” bu konuda adeta bir gösteriye girişmelerine söylenecek fazla bir şey yoktur.
Çözüm ve toplumsal barış
Burada sorun bu sahte aydınların, sıkça “Kürt siyasetçi, Kürt siyasi hareketi” gibi kavramlarla sorunu ayrılıkçı hareketle özdeşleştirmeye çalışmalarıdır. Bunun neresi yanlış diye sorulacak olursa bunun cevabını, çözüm sürecinin bütünüyle bu söylemi nasıl geçersiz kıldığını araştırarak bulabiliriz.
Meseleyi şu şekilde tanımlamak mümkündür; birincisi Türkiye’nin Kürtlerinin büyük çoğunluğunun ayrılıkçı hareketin dışında kalan bir siyasi harekete veya hareketlere katıldıkları, dolayısıyla bu özdeşliğin geçersiz olduğu gerçeğidir. PKK çizgisinde siyaset yapanların, Kürtlerin ancak belli bir oranını temsil ettiği ve bu siyasi çizginin Stalinist-Etnik ayrılıkçı bir SosyalizVan ideolojiyle bütünleştiği ise bir gerçektir.
İkincisi, bölgede başka fikirlere mensup siyasi hareketlerin (muhafazakâr-İslamcı-liberal-sosyalist) ortaya çıkmasını, güçlenmesini istemeyen, izin vermeyen bastıran PKK çizgisindeki hareketlerin, medyadaki bu söylemden buldukları destekle "Kürtleri temsil tekeli" sayesinde kamusal alanda bu söylem üzerinden bir meşruluk devşirmeye alışmış olmalarıdır.
Üçüncüsü daha düne kadar temsil edenle, temsil edildiği iddia edilenler arasında var olduğu kabul edilen durum, sivil halktan “onlar bizi temsil etmiyor” şeklinde itirazlarla karşılaşılınca ortaya yeni bir durum çıkmıştır. Şimdi durumun değiştiği açıktır. Çözüm süreci putları yıkıyor. Yıktığı ilk put Güneydoğu’da yaşayan halkın, Kürtlerin örgüt karşısında “korku duvarını aşarak” kendisini ifade etme cesareti şeklinde ortaya çıkmıştır.
Putlar yıkılıyor
Çözüm süreci, yaklaşık iki yıla uzanan bir sürede, sadece kanı, gözyaşını ve çatışmaların yaşattığı vahşet ortamını durdurmamıştır. Toplumsal barışın inşa sürecini başlatmıştır. Toplumsal barış, yalnızca bir çatışmazlık durumu değildir ve bununla karıştırmamalıdır. Toplumsal barış, toplumun çeşitli unsurlarının, farklı kültür etnik topluluk, mezhep, sınıf gibi farklılıklarıyla birlikte, aralarındaki “duygusal bağların yeniden kurulup”, birlikte yaşamanın mümkün olduğuna inanmalarıyla başlayan bir süreçtir. Duygusal kopuşun, öfkenin, öteki duygusunun, düşmanlık ve kinin yerini, katılım, etkileşim ve işbirliği süreçlerinin almasıyla gerçekleşir.
Çözüm süreci, Türkiye’nin Güneydoğu’sunda yaşayan Kürtlere, terörün baskısı olmadan yaşama fırsatı vererek, şimdiden en büyük açılımı yapmıştır. Bu sürecin her şeye rağmen sürdürülmesi, kalıcı olması “toplumsal barışın yerleşmesi“ için zorunludur. Özgürlüğün tadını yeniden alan insanların baskıcı-arkaik- Stalinist bir diktatörlüğe, yani örgütün “demokratik özerklik” dediği bir seçeneğe mi, yoksa demokratikleşen, büyüyen Türkiye’de yaşamayı mı tercih edeceklerini sormaya kim cesaret edebilir?
Diyarbakır’da her türlü tehdide rağmen anaların yükselen sesine, kulaklarını tıkayan Geziciler, Kürt sorunu deyip koşan sahte aydınlar neredesiniz, duymuyor musunuz, işitmiyor musunuz?