Gün ortası ışıl ışıl olsa da,
Karanlık saçından akar bu kızın.
Bülbül gülü bin zahmetle bulsa da,
Alır yakasına takar bu kızın.
Gül soldurur, gül yanağa takarsa.
Koç ağlatır ele kına yakarsa.
Çoruh kıyısından suya bakarsa.
Şelvesi kaleye çıkar bu kızın.
Yel eser saçında inceden ince.
Gonca açar zemheride gülünce.
Siyah zülfü gül yüzüne değince;
Yanağında şimşek çakar bu kızın.
Nasuh derki al yazması solalı,
Servi boyu mor ehrama dolanı.
Çoruh boyu seyrangâhı olalı,
Saçlarında iğde kokar bu kızın.
Cuma günleri güzellerin mesire yeri olan Çoruh’un kıyıları, biz yeniyetme delikanlılar için de bir spor alanıydı. Çoruh’ta yüzer; kıyısında koşar, koldaşı atar, güreşir hatta çimenlere uzanıp bilek güreşi yapardık. Koldaşı yarışlarına yaşlılar bile katılırdı. Nüfus Memuru İsmet Şekerci bizimle zorlu yarışlar yapardı. Yaşı çok ilerlemesine rağmen Değerli Hocamız Cemal Yetişen’de bir defasında bizimle yarışmıştı.
Yine bir gün, Selahattin Aydoğdu, arkadaşlarımızdan Hikmet Ergenekon’u sol koltuğunun altına, Abdullah Şakrucu’yu sağ koltuğunun altına alıp Savaş Kopuzlu ile Feridun Narin’i de üst üste sırtına bindirerek Çoruh’tan karşıya geçirmiştir ki bu heybetli manzarayı ne Çoruh unutmuştur ne de biz!
Cuma günleri güzellerin mesire yeri olan Çoruh’un kıyıları, biz yeniyetme delikanlılar için de bir spor alanıydı. Çoruh’ta yüzer; kıyısında koşar, koldaşı atar, güreşir hatta çimenlere uzanıp bilek güreşi yapardık. Koldaşı yarışlarına yaşlılar bile katılırdı. Nüfus Memuru İsmet Şekerci bizimle zorlu yarışlar yapardı. Yaşı çok ilerlemesine rağmen Değerli Hocamız Cemal Yetişen’de bir defasında bizimle yarışmıştı.
Yine bir gün, Selahattin Aydoğdu, arkadaşlarımızdan Hikmet Ergenekon’u sol koltuğunun altına, Abdullah Şakrucu’yu sağ koltuğunun altına alıp Savaş Kopuzlu ile Feridun Narin’i de üst üste sırtına bindirerek Çoruh’tan karşıya geçirmiştir ki bu heybetli manzarayı ne Çoruh unutmuştur ne de biz!
Gençliğimizin, Çoruh boyunda yapığı en zorlu müsabakası ise Galer Mahallesinin aslanlarıyla Zahit Mahallesinin yiğitleri arasında yapılan güreşlerdir.
Güreşleri, Feridun Narin Hoca düzenlemişti. O zamanlar üniversite öğrencisi olan Feridun Narin bu güreşlerin hakemliğini de yapmıştır.
Galer’den: Çil Hüseyin, Everekli Yılmaz, Tablacı Memmed’in oğlu Alaattin ve Demirci Mücahit’ti; Zahit Mahallesindense, Manav Kadir Ekşi, Turan Turgut, Hulusi Aydın ve Hüseyin Arıcı’idi. İşte bu yiğitler kararlaştırılan gün Çoruh kıyısında, yani, koruhta bir araya geldiler. Bu güreşçilerin yaşları 18, 19 ve 20 civarındaydı.
Bu delikanlıları Feridun Narin şöyle eşleştirdi: Kadir Ekşi’yle Everekli Yılmaz, Turan Turgut’la Çil Hüseyin, Hulusi Aydın’la Alaattin ve Mücahit ile de Hüseyin Arıcı.
İlk önce, Kadir Ekşi’yle Everekli Yılmaz güreşti. Yılmaz daha yapılı ve kuvvetliydi, Kadir’i biraz zorlandıktan sonra yendi. İkinci güreşi Turan Turgut’la Çil Hüseyin yaptı. Hüseyin, geniş omuzlu, dolgun pazılı ve yapılı bir delikanlıydı. Turan ise kendilerine ait kasap dükkânının etlerini yiye yiye Lorulu Kamer’in goçuna dönmüştü! Bu ikisinin güreşi çok heyecanlı oldu; çünkü kiloları ve kuvvetleri denkti, kâh biri bastırıyor kâh öbürü; ikisi de inattı ne kadar zor durumda kalsalar da güreşi bırakmıyorlardı. İkisi de ter içinde kalmıştı, göğüsleri demirci körüğü gibi kalkıp- iniyordu; ikisinin de dizleri titremeye başlamıştı ki Feridun, bunların berabere ilân etti.
Sıra Hulusi ile Alaattin’e gelmişti. Alaattin aslan gibi bir delikanlıydı, gücü-kuvveti ve kilosu yerindeydi. Onun yanında rakibi Hulusi çok çelimsiz kalmıştı, felek fukarası denilen tiplerdendi. Güreş başlar başlamaz Hulusi, kobra yılanı gibi oklanıp hasmının iki topuğuna dolanarak çekti ve koskoca Alaattini sırtüstü çayıra yapıştırdı. Herkes şaşkındı, Alaattin ise cin çarpmışa dönmüş meydanda kalakalmıştı. Hakem Feridun, Hulusi’nin elini tutup kaldırarak galip ilân etti.
Şimdi, Zahit Mahallesinin de Galer’in de birer galibiyetleri ve bir de beraberlikleri vardı. Artık sıra Demirci Mücahit ile Hüseyin Arıcı’nın ,merakla beklenen, güreşlerine gelmişti; kim yenerse onun mahallesi galip olacaktı.
Mücahit’in kendisi de demir döve döve çeliğe dönmüştü; heybetli bir görünüşü, kayaları yerinden sökecek kadar de gücü vardı.
Hüseyin ise yaz boyu elinden kürek düşmeyen bir gençti; bağda, bahçede çalışarak kendiliğinden atletik bir görünüşe sahip olmuştu, ancak vücut çalışan sporcularda görülen parça adalelere sahipti ve bu adaleler üzerindeki kaslar çizgi çizgi belirgindi.
Kendi gücünden başka güç tanımayan bu iki yiğidin güreşleri bir hayli zorlu geçti. Neticede Hüseyin esnek, dolayısıyla atletik yapısının verdiği avantajı yerinde kullanmayı bilmiş ve galip gelmişti!
Çin-Macin Kalesi
Bayburt Kalesinin bir isminin de “Çin-maçin Kalesi” olduğu bilinmektedir. Bu cümleden esinlenerek kale surlarının çinilerle kaplı olduğu düşüncesine varılmıştır. Surların dış yüzünde tekte-tükte olsa çinilerin görülmesi bu düşünceyi kuvvetlendirmiştir. Biz de Kale Ardı Boğazında Kale tarafından Çoruh’tan20-30 metre yukarıda bulunan kaya oyuğundan sürünerek geçer önümüze çıkan taş merdivenlere tırmanır kaleye çıkar ve gezerdik. Bu gezmelerimizde çini kırıklarına rastlar surlarda da yapıştırılmış veya kakılmış çini parçaları görürdük; fakat bunlar surların baştanbaşa çini kaplı olduğunu göstermez.
Düşünüldüğü gibi surlar çinilerle kaplı olsaydı bundan Marco Polo muhakkak bahsederdi, o bahsetmese Dede Korkut bahsederdi. Hele hele Bayburt’ta kaç cami kaç mescit kaç dükkân bulunduğunu ve daha nice vasıflarını teferruatla anlatan Evliya Çelebi mutlaka bahsederdi.
Demek oluyor ki çiniler surlara sonradan süs olsun diye ara ara yapıştırılmış veya kakılmıştır.
Çın-Maçin ifadesinin ne demek olduğuna gelince: Editörlüğünü, H.c. Güzel, K.Çiçek ve S. Koca’nın yaptığı “Türkler Tarihi”nin 9’uncu cildinin, 91.sayfasında şöyle denilmektedir: “Oğuz geleneğine aykırı olsa da, BOLCAS ve ÇİN- MAÇİN isimleri TÜRK ismi yerine kullanılmaktaydı.” Bu durumda Çin-Maçin Kalesi demek Türk Kalesi demek oluyor.
Rahmet olsun “Harposos” nehrine Çoruh ismini veren ÇOR Türklerine. Selâm olsun Koruha ve Selâm olsun Çin-Maçin Kalesine Selâm olsun Bayburt’a ve Bayburtlulara...