Madem din cemaatle yaşanabiliyor, o halde şu dört şeyi; iman, ilim, takva ve birlik (cemaat) adabını göz ardı etmemek gerekir. Zira tek başına yaşama isteği bencilliğe kapı aralayan bir husustur. Nitekim Rabbül Âlemin; “İnsanlara karşı yanağını çevirip (yüzünü kırıştırma) ve böbürlenmiş olarak yeryüzünde yürüme. Çünkü Allah, büyüklük taslayıp böbürlenenleri sevmez” (Lokman, 18 ayet meali-Kur’an 31/18) beyanının yanı sıra bir başka ayet-i kerimede ise “Onlara: Gelin Allah’ın Resulü sizin için mağfiret dilesin, denildiği zaman başlarını ve onların kibir içinde yüz çevirdiklerini görürsün” (Munafıkun 63/5) buyurmaktadır.
Bilhassa cemaat içerisinde kendimizden büyüklere karşı saygıda kusur göstermemeli, küçüklerle karşılaştığımızda ise hasbıhal eyleyip şefkatle kol kanat germeli. Dahası her kim olursa olsun tevazu ve yumuşakça davranmayı şiar edinmeli. Bakın bir Hadis-i Kutside Rabbimiz; Büyüklük benim ridam, ululuk izarımdır. Kim bu ikisinden biriyle benimle çekişmeye girerse onu helak ederim buyuruyor. Hakeza yine Yüce Allah (c.c); “Yeryüzünde kibir ve azametle yürüme! Çünkü sen asla yeri yaramazsın ve boycada dağlara erişemezsin” (İsra suresi, 37. ayet meali-Kur’an 17/37), “Şimdi insan baksın neden yaratıldı? O, belden atılan bir pis sudan yaratıldı” (Tarık 86/5–6), “Kahrolası insan (kâfir) ne nankör şey! Bir meni parçasından yarattı da (insan) biçimine koydu” (Abese ayet meali- Kur’an 80/17–19) beyan buyurarak cemiyet hayatında kibirle dolaşmayı men etmektedir.
Peki, bu konuda Allah Resulü ne buyurmuş? Malum, Rasulullah (s.a.v); İnsanların arasına girip onların yükünü çeken ve eziyetlerine katlanan Müslüman, hiç kimseye karışmayandan daha hayırlıdır beyanıyla günümüzde sıkça kullanılan ‘Halka hizmet Hakka hizmettir’ sözünün ne demek olduğunu hatırlatmıştır. Zaten hatırlatmasa bile cemaatle beraber yaşamak aklın gereğidir. Tek başına bir insanı şeytanın aldatması çok kolay ama cemaatle yaşayan insanı aldatması hiçte öyle kolay bir iş değil. Dolayısıyla şeytanın aldatmada zorlandığı bir topluluğa hizmette kusur eylememek gerektir.
Bakın bu hususta Enes (r.anh.) ne anlatıyor:
Resulü Ekrem’le yolculuk esnasında bir yere konakladığımızda, o sırada oruçlular uyuya kalmışlardı, oruç tutmayanlar da tam aksine çadır kurup hayvanları sulamaya koyulmuşlardı. Tabii bu durumu yerinde gören Allah Rasulü: Bu gün, oruç tutmayanlar bütün sevabı alıp götürdüler müjdesini vermiştir. Anlaşılan o ki; bu kutsi yolda hizmet nafile ibadetten daha önem arz eder. Nafile hizmetten sonra yapılsa da olur. Şu bir gerçek her meşrepten mümin bozulur ama hizmetkâr mümin kolay kolay bozulmaz.
Bir başka örnek verecek olursak;
Ashap arasından birine koyun kellesi hediye verilmişti, o hediyeyi alan da kendi sıkıntısını dert etmeden komşusuna gönderir. Derken o komşu da diğer komşusuna gönderir. Böylece hediye elden ele yedi komşuya ulaştıktan sonra tekrar ilk gönderene dönmüş olur. İşte görüyorsunuz kardeşlik ve cemaat bilinci budur. Madem öyle, şimdi soruyoruz, şayet her bir ashap tek başına inziva hayatı yaşasaydı konu komşu nedir bilir miydi? Elbette ki, bilmek bir yana olan bitenden haberi bile olmayacaktı.
Malum, bir diğer cemaat adabı cemaat arkadaşlarını sıkıntıya sokmamaktır. Zira bu hususta Rasulullah (s.a.v); Ben ve ümmetimin Salihleri yapmacık zorlama ve davranışlardan uzağız’ buyurmuştur. Ki; bir gün Peygamberimizin ayakkabı bağı çözüldüğünde derhal etrafındakiler düzeltmeye kalkışırlar, ama Allah Resulü buna razı olmaz. Hatta bunun bir özel muamele olacağından bahisle bu tür davranışları sevmem demişlerdir. İşte bu sünneti seniyye’den hareketle cemaat içerisinde yaşayan kardeşler birbirlerinden hürmet beklemeyi bir kenara itip, hizmete koşmayı tercih etmeli. Hürmet beklentisinde olursan bir gün gelir terk edilirsin, önemli olan hiç kimseyi sıkıntıya sokmamaktır. En iyisi mi kendin için istediğini kardeşin içinde iste ki yalnız kalmaya mahkûm kalmayasın. Kaldı ki birlik ve dirlik başkasını düşünmekle sağlanabiliyor. Bakın, Allah Teâlâ; Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın, dağılıp parçalanmayın buyuruyor. Yine; Sadıklarla beraber olun diye öğütlüyor. Peygamberimiz ise; Rabbül Âleminin eli (rahmeti ve desteği) cemaatle birliktedir buyuruyor. Madem öyle, toplum içinde beşeri münasebetlerimizi kolay kılmak varken zora sokmak niye? Keza kardeşinin problemlerini çözmek varken bencil davranmak niye? Sahabeyi Kiramı örnek alsaydık böyle olmazdık elbet. Nitekim şu örnek bile her şeyi izah etmeye yetiyor:
Allah Resulü Medine’de Sa’d b. Rebi’yi Abdurrahman b. Avf'a kardeş yapınca Sa’d b.Rebi, Abdurrahman b. Avf’a bakın ne demiş. Der ki;
- Malımı ikiye bölüp yarısını sana vereceğim, iki hanımım var istersen bunlardan birisini boşayayım, hatta iddet müddeti bitince onunla evlen der.
Abdurrahman b. Avf'da cevaben;
- Bak kardeşim! Allah sana, ehline ve malına bereket versin, sen iyisi mi bana çarşının yolunu göster başka bir şey istemem, ben ticaretle uğraşayım der. İşte Ensar topluluğuna dâhil olup hayatı kolaylaştırmanın karşılığı budur. Bu kıssadan anlaşıldığı üzere iyi insanların arasına karışmak gerek, bu da yetmez Ensar olmak gerek. Ensar olmak için de; Allah’ın size nimetini hatırlayın. Hani siz bir zaman birbirinize düşman idiniz; O kalplerinizi birleştirdi ve O’nun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Sizler bir ateş çukurunun kenarında idiniz, sizi aradan kurtardı. İşte Allah size ayetlerini böyle açıklıyor ki doğru yolu bulasınız (Al-i İmran 3/102–103) beyanına kulak vermek gerek.
Her ne kadar; “Hep birlikte Allah’ın ipine sarılın” emrinden maksat Kur’an olduğu kuvvetli delil olarak sunulsa da bu hususta kimi İslam, kimi İtaat, kimi 'iman, tövbe ve ihlâs' üçlüsü, kimi de cemaat olduğunu belirten müfessirlerde var. Aslında bu açıklamaları bir bütün halde toplayıp derlediğimizde; Kuran’ı rehber edinmeyi, İslam dairesinden çıkmamayı, tövbe, itaat, ihlâs ve takva üzerine yaşayan cemaatle birlikte olmak gerektiğini idrak ederiz. Nasıl idrak etmeyelim ki, bir kere Yüce Mevla’mız; “Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın” beyanıyla uyarmakta bile. Hatta Yüce Allah çözüm olarak; “Allah ve Resulüne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin” diye öğütler de. İşte yapılan bu uyarı ve öğütler ışığında Resulü Ekrem (s.a.v); “İsrail oğulları yetmiş iki fırkaya ayrıldı. Benim ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacak. Bunlardan bir grup hariç, diğerleri ateşte olacaktır” buyurmuştur. Tabii bu durum karşısında Ashab-ı Kiram merak edip sorar:
- Ya Rasulullah! Bu kurtulacak fırka kimlerdir?
Buyurdular ki:
- Ehl-i sünnet ve’l cemaattir. Yani Allah ve Resulünün yolundan gidenlerdir.
Bu arada Resulü Ekrem; “Kim cemaatten bir karış ayrılırsa, boynundan İslam bağını çıkarmış olur” uyarısında bulunmayı da ihmal etmez.
Cemaatin önemini ortaya koyan diğer hadislere göz attığımızda ise:
Kurdun sürüden ayrılan koyunu kaptığı gibi, şeytan da insanı kapar. Bölünüp dağılmaktan sakınınız. Size cemaate sarılmanız ve çoğunluğa katılmanız gerekir (Ahmed, Müsned).
Üç şey var ki; Müslüman bir kimsenin kalbi onlarda hıyanetlik üzere bulunmaz. Bunlar: Allah için amelde ihlâslı olmak, önündeki imama nasihat edip samimiyetle davranmak, cemaate sımsıkı sarılmak. Şüphesiz müminlerin duaları onları arkadan sarar.
Kıyamete kadar ümmetimden bir taife hak üzere kalmaya ve Allah’ın emrini yerine getirmeye devam edecektir. Onlara muhalif davrananlar kendilerine hiçbir zarar veremeyecek. Onlar hakkı izhar ve ispata muvaffak olacaklardır (Bkz. Alusi a.g.e. C.7, cüz16).
Şüphesiz Allah ümmetimi delalet üzerinde bir araya getirmez, Allah’ın eli cemaatle birliktedir. Kim cemaatten ayrılırsa ateşe gider.
Hiç şüphesiz şeytan cemaatten ayrılan kimseyle beraberdir. Onun içine yerleşip istediği yola çeker..
Şüphesiz, Allah her yüzyılın başında bu ümmetin içinden, onların dualarını yenileyecek kimseler gönderir (Ebu Ya’la, Müsned 7. 59–60 No:2078).
İsrail oğullarını peygamberler yönetip idare ederdi. Bir Peygamber vefat edince yerine başka bir Peygamber gelirdi. Benim ve ümmetimden durumum ise böyle değildir. Benden sonra hiçbir Peygamber gelmeyecek, fakat halifeler bulunacak, sayıları da çok olacak.
Ashab-ı Kiram:
- Ya Rasulullah! Onlara karşı ne yapmamızı emredersiniz?
Efendimiz (s.a.v):
- İlk önce beyat ettiğiniz halifenize vefa gösterin ve onların hakkını verin; üzerinize düşeni yerine getirin. Şüphesiz Allah, onları da yönetimlerine verdiği kimselerin hesabını soracaktır (Buhari, Enbiya,50, müslim, imare,440, İbnu Mace, Cihad,42, Ahmed, Müsned,2, 297).
Bir İmama kalbinin sevgisiyle yönelip elini uzatarak beyat eden kimse, gücünün yettiği kadar ona itaat etsin (Müslim, imaret).
Müslüman’a, kendisine bir haram emredilmediği sürece hoşuna giden ve gitmeyen konularda başındaki imama dinleyip itaat etmesi farzdır (Buhari, ahkâm,4).
Başınızda eli çolak, ayağı topal, rengi siyah bir köle de olsa sizi Allah'ın kitabına göre yönettiği sürece sözünü dinleyip itaat edin (Müslim, imare,37; Nesai).
Bana itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur. Bana isyan eden de Allah’a isyan etmiş olur... Eğer başınızdaki imam Allah'tan korkmayı emrederse bundan dolayı kendisine ecir vardır. Takvanın dışında bir şey emrederse vebali onadır.
Bir ara Resulü Ekrem (s.a.v);
Ey topluluk! Benim size Allah tarafından gönderilmiş bir Resul olduğumu bilmiyor musunuz sorunca,
Oradakiler:
- Evet, Sen Allah’ın Resulüsün dediler.
Resulü Ekrem (s.a.v):
- Allah’ın kitabında; Bana itaat edenin Allah’a itaat etmiş olacağını bildiren ayeti indirdiğini biliyor musunuz?
Dediler ki:
- Evet ya Rasulullah! Şahadet ederiz ki sana itaat eden Allah’a itaat etmiş olur. Şüphesiz sana itaat Allah’a itaat sayılmaktadır.
Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v):
Hiç şüphesiz bana itaat etmenizi Allah’a itaat olmaktadır. Başınızdaki imamlarınıza itaat etmenizde bana itaat olmaktadır (Suyutu ed, Dürrül- Mensur, 11. 597).
Kim başındaki Emirden hoşlanmadığı bir şey görürse, sabretsin. Çünkü kim cemaatten bir karış ayrılırsa cahiliye ölümü ile ölür (Müslim, imamet).
Ümmetimden her devirde Sabikun (hayırda önde) bulunur (Ebu Nuayım, Hilye,1,7, Suyuti el- camius sağır2, 415 No:7327).
Üç sınıf insan var ki, Allah Teâlâ onlarla kıyamet günü onları temize çıkarmayacaktır. Bunlardan birisi de, bir imama sırf dünya için beyat eden kimsedir...(Buhari, Ahkâm,48, Müslim, İman 173;Nesai, Buyu,6, İbnu Mace, Cihad,42; Ahmed Müsned2, 25)
İmamlarınız hakkında kötü sözler konuşmayın, Allah'tan onlar için güzel hal isteyin.. (Müslim)
İmamlarınızın en hayırlısı; sizin onlar için onlarında sizi sevdiği, sizin onlar için onlarında sizin için dua ettiği kimsedir (Taberani).
Kim, dünyada Allah’ın adına hüküm icra eden sultana (imama) ikram ve hürmet ederse Allah'ta kıyamet günü ona ikram eder. Kim küçültürse Allah'ta kıyamet günü onu alçaltıp rezil eder (Tirmizi, fıten,47).
Allah’ın ahkâmını ayakta tutan sultana (imama) kötü söz söylemeyin. Şüphesiz onlar yeryüzünde Allah’ın gölgesidir (Suyuti) tarzında daha birçok hadisler cemaatin önemini ve o cemaatin imamına tabii olmak gerektiğini ortaya koyar.
Elbette ki imamete tabii olmak derken Sünnet-i Seniyye üzerine hareket edene tabii olmak esastır. Kaldı ki, Peygamberimiz (s.a.v) kendinden sonrası için imamet atamamıştır. Bu yüzden Hz. Ebubekir Sıddık (r.anh); Ben Allah’a ve Resulüne itaat ettiğim sürece bana itaat ediniz buyurmuştur. İmamlık o kadar önemli bir husus ki Rasulullah (s.a.v); vefat ettiğinde bir yandan defin işlemleri sürdürürken diğer yandan da Müslümanlar başsız kalmasın diye halife seçmenin derdine düşmüşlerdir. Nitekim Allah Resulünün vefatının ardından halifelik konusunda; “İmamlar Kureyş'tendir” hadis-i şerifi zikredilince Ensar halifelik talebinden vazgeçip Hz. Ebubekir’e biat etmişlerdir. Hakeza Hz. Ömer’de Hz. Ebubekir’in tavsiyesiyle halife seçilmiştir. Malum, Hz. Ömer’de hasta yatağında hilafet işini altı kişiye havale etmiştir. Söz konusu bu altı kişilik şura heyeti Hz. Ömer’in vefatının ardından kendi aralarında altıncı üye Abdurrahman b. Avf'ın vereceği karara razı olacaklarını beyanla Hz. Osman seçilmiştir. Hz. Osman’da hayattayken kendisinden sonra kimin seçilmesi hususunda herhangi bir isim vasiyet etmeksizin şehit edilip darü’l bekaya göç etmiştir. Hemen defin işlemlerinin akabinde Muhacir ve Ensar’ı temsilen toplanan heyet halifeliği Hz. Ali’ye teklif etmişlerdir. Tabii Hz. Ali (k.v) halifeliğin ateşten bir gömlek olduğunu düşünerek ten önce kabul etmemiş, fakat sonradan gelen yoğun ısrarlar karşısında üstlenmek zorunda kalmıştır.
Dört halife gerçek manada halifedir, sonrası malum Peygamberimizin daha önceden hadisi şerifte de belirttiği üzere mülk olarak tescillenmiştir. Bu yüzden Hz. Muaviye'nin Hz. Ali'ye yaptıklarından dolayı tekfir edilemez. Çünkü Hz. Muaviye mülk içtihadıyla hareket etmiş, Hz. Ali ise halifelik içtihadıyla mücadele etmiştir. Kaldı ki sahabe arasında yaşanan ihtilaflar asla iman konusu olamaz. Hz. Ali’den sonra ki Hz. Muaviye'nin imamlığı halife olarak değil emir veya hükümdar olarak değerlendirilir. Böyle değerlendirilmesi elbette ki halifelik sonrasının başa gelenlerin galip gelme şeklinde tezahür ettiği içindir. Zira Yezid bunun en tipik örneğidir. Malum o hem zalimce davranış sergilemiş, hem de münafıkça davranmıştır.
Anlaşılan ümmetin birliği ve dirliği için illa ki lider şart. Elbette ki ümmeti idare eden liderin Ehlisünnet yolunu takip edeni makbuldür.
Bakın Muaz b. Cebel:
- Ya Rasulullah! Eğer bizim başımızda senin sünnetine göre hareket etmeyen bulunursa ne yapmamızı emredersiniz?
Resulü Kibriya (s.av):
- Allah’a itaat etmeyene itaat edilmez buyurmuştur.
Hakeza Resulü Ekrem (s.a.v) bir grup asker hazırlayıp, başlarına da Ensar’dan Abdullah b. Huzafe es-Sehmi’yi emir tayin etmişti. Derken sefere koyuldular, bir yerde mola verdiklerinde emrindeki askerler Abdullah b. Huzafe es-Sehmi’yi kızdırmış olsalar gerek ki;
- Sizden biraz odun toplamanızı, onu tutuşturmanızı ve içine girmenizi istiyorum talimatını verir.
Onlarda:
- Allah Resulüne soralım; eğer ateşe girmeyi emrederse gireriz derler. Bu arada ateş söndüğünde Emir’in kızgınlığı da gitmiş olur, ama dönüşte mesele sorulduğunda Habibi Kibriya şu cevabı verdiler:
- Eğer o ateşe girselerdi, çıkamaz ebediyen içinde kalırlardı, imama itaat ancak hayırda olur.
Allah Teâlâ; Hakkında bilgin bulunmayan şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve gönül evet bütün bunlar o yapılan şeyden mesuldür (İsra:17/36) buyuruyor.
Müfessir Elmalılı Hamdi Yazır da ayet ve hadislerden hareketle; “Bir kimseyi ‘rab’ edinmiş olmak için illa ona ‘rab’ adını vermek şart değildir. Bir kimsenin emrine uymak emirlerini taparcasına yerine getirmek onu rab edinmek ve ona tapmak demektir. Bizim âlimlerimize ve adil idarecilerimize itaat edip saygı göstermemiz bunun dışındadır. Çünkü bize böyle bir itaat emredilmiş, ölçüleri belirtilmiştir” diye meseleye açıklık getirmiştir.
Yeryüzünde Allah diyen kimseler kaldığı sürece kıyamet kopmaz (Abdurrahman Cami 898 Nakduin- Nusus, 97) hadisi şerifiyle gerçek manada Allah adını ananların yüzü suyu hürmetine şu yaşadığımız acımasız dünyanın önümüze koyduğu bir takım hazin olaylar devam edebiliyor.
Rabbül Âlemin; Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygamber’e ve sizden olan ulu’l emr’e de itaat edin. Herhangi bir hususta anlaşmazlığa düştüğünüzde Allah’a ve ahrete gerçekten inanıyorsanız onu Allah’a ve Resulüne götürün, bu hem hayırlı, hem de netice bakımdan daha güzeldir (Nisa 4/59) diye beyan buyurur.
İmamlık netice itibariyle İmameti Kübra (büyük imamlık) ve İmameti Suğra (küçük imamlık) diye iki ana başlıkta incelenir. Umumi imamlıkta; hür, erkek, akil baliğ, muktedir ve Kureyş’li olmak gibi şartlar aranır. Umum-i riyasete sahip imametin başlıca görevlerine gelince; Şer’i cezaları tatbik etmek, zekâtları almak, yol kesici ve hırsızlığın önüne geçmek, cuma ve bayram namazlarını kıldırmak, velisi olmayanları evlendirmek, ganimetleri taksim etmek gibi hususları kapsar.
Bu arada unutmamak gerekir ki; kâfir, Müslüman’a veli olamaz, hakeza kadın da halife olamaz. Yine fasık birini imam tayin etmek mekruhtur. Adil olmak halifelik için şart değildir. Böyle birini seçmek mekruh olmakla birlikte halifeliği sahihtir.
Namaz İmamlığı
Namaz imamlığı için aranan şartlar; Müslüman olmak, akıl baliğ olmak, er kişi olmak, Kur’an’ı okuyor olmak, özürden beri olmak, yani burun kanaması, pelteklik ve pepelik gibi özürlerin olmamasıdır.
Kalabalık camilerde saflar yola bitişik ise imama uymaya mani teşkil etmez. Ev ve mescit arasında bir yol ayırımı olsa bu durum imama uymaya engel teşkil eder, zira mekân farklılığı söz konusudur.
İmama uymanın şartları;
- Cemaat imama niyet etmeli,
- Namaz kılınacak yerin bir olmanın yanı sıra cemaatin imamı görebilecek konumda olması, ya da imamı göremese de tebliğ edici vasıtasıyla imamın sesini duyabilecek mekân olması gerekir,
- İmamın arkasında saf duranların topuğu imamın topuk hizasını geçmemeli, burada hiç kuşkusuz topuk ölçüdür. Sadece topuk mu, elbette ki İmamdan önce rükû ve secdeye varmamak gerekir. Şayet bu temel kaidelere uyulmamışsa mutlaka selamdan sonra o rekâtı kaza etmek icap eder. Aksi takdirde namaz batıl olur. Esas olan rükünlerde imamla birlikteliği sağlamaktır. Dolayısıyla imamdan önce rükû ve secdeye varmak bir anlamda imama uymamak demektir.
- İmam ve cemaatin kıldıkları namaz aynı cins namaz olmalı,
- İmamın namazı sahih olmalı vs.
Zemin üzerinde namaza duran bir kimse binek hayvan üzerindeki imama uyamayacağı gibi, hayvan üzerindeki bir kişide zemin üzerinde namaza duran imama uyamaz. Zira paylaşılan mekân aynı değildir. Hakeza farz namaz kılan kişi nafile kılana uyamaz. Ancak nafile namaz kılan kişi bundan istisnadır, yani farz kılanın ardından cemaat olabilir. Anlaşılan buradaki incelik zayıfın kuvvetliye bina edilmesidir. Dolayısıyla bu durumda nafile kılanın nafile kılana uyması sahih olur. Hatta vitir namazını vacip bilenin sünnet kabul eden kimseye uyması da sahihtir.
İma ile namaz kılana uymak sahih değildir.
Abdestli kişinin teyemmümlü kişiye, ayaklarını yıkayanın mesh edene, ayakta olanın oturarak rükû ve secde edene, bedeni özrü olmayanın kambur ve topal olana, hür kadının başı açık olan cariyeye uyması caizdir.
Kadının kadına imamlığı kerahetle caizdir. Ancak kadınlar cemaatle namaz kılacaksa, imam olan kadın öne geçmez aralarında durması icap eder.
Bir kimse imamdan önce özürsüz olarak selam verirse namazı kerahetle sahihtir.
İmam cünüp veya abdestsiz namaz kıldırır da, cemaatte bundan haberdar olursa kılınan namaz fasittir.
Bu arada unutmamak gerekir ki dört şeyde imama uymak şart değildir, bunlar;
- İmam bile bile namaza secde ilave ederse,
- Bayram tekbirlerini fazla alırsa,
- Cenaze tekbirlerini fazladan alırsa,
- İmam yanılarak farzdan fazla bir rekâtı kılmak üzere beşinci veya üçüncü rekâta kalkma gibi ayrıntılarda uyulmaz.
İmamın cemaati usandıracak derecede namazı uzatması uygun olmadığı gibi mekruhtur. Ancak cemaat uzatmaya razı olursa kerahet olmaz. Sabah namazında imamın ilk rekâtı uzatması sünnettir. Bu durum cemaatin ilk rekâta yetişmesi içindir. İmamın kendisine kolay gelen ayet ve sureleri okuması caizdir. Bilhassa teravih namazını cemaati usandırmayacak şekilde orta halli kıldırması uygundur. İmama uyan kimsenin gizlice Fatiha okuması doğru tavır olmaz, okunursa namazın bozulacağı birçok sahabeyi kiramdan rivayet olunmuştur. Nitekim Ebu Hureyra (r.anh.) bu konuda; Biz vaktiyle imamın arkasında okurduk. Neyse ki 'Kur’an okunduğunda onu dinleyin ve susun' ayeti kerimesi nüzul olmasıyla birlikte mesele kendiliğinden hallediliverdi demiştir.
Mezhep değişikliği imama uymaya engel değildir, ancak şu var ki; bir Hanefi'nin burnundan kan aktığı halde abdestini yenilemeden imamlığa geçen bir Şafii’ye uyması caiz değildir.
Erkeklerin kadınlara ve çocuklara uyması caiz değildir. Ayrıca akıllının bunağa, Kur’an okuyanın ümmiye, kıraati olmayanın dilsize, elbisesi temiz olanın pis olana, avret yeri kapalı olanın açık olana, özrü olmayanın özrü olana uyması caiz değildir. Köle ve babası belli olmayanların imamlığı mekruhtur. Çünkü bunlarda cehalet daha fazla olur. İki gözü kör olanın imamlığı caiz olmakla beraber göz kusuru olmayanın imam olması daha evladır.
Başkasının evinde imamlık yapacak olan bir kişi ev sahibinin izniyle imamlık yapabilir, zaten faziletli olan da budur.
Bir kimse fasık’ın veya bidatçinin arkasında namaz kılarsa cemaat sevabına nail olur. Rasulullah (s.a.v); Bir kimse takva sahibi bir âlimin arkasında namaz kılarsa bir Peygamberin arkasında namaz kılmış gibi olur buyurmuştur. Fasık’ın ve bidatçinin imamlığı tahrimen mekruhtur, nasıl mekruh olmasın ki, bir kere dinen saygınlığını yitirmişliği söz konusudur.
İmamın arkasında bir kişi duracaksa bu kişi imamın sağında durması icab eder.
Kalabalık bir cemaate imamın sesi duyuluyorsa tebliğe (intikale-aktarmaya) gerek yoktur. Aksi takdirde mekruhtur. Bir kişinin safta yer olmasına rağmen cemaatin arkasında tek başına namaza durup imama uyması mekruhtur. Anlaşılan safta yer bulunmadığı durumda caiz olmaktadır.
İmamın kıraati cemaatin okuması gibidir. Fakat selam ve teşrik tekbirleri hariç iftitah tekbirinde elleri kaldırmada, tekbir getirmekte, subhanekeyi okumada, semiallahü limen hamideh demede, tahiyyatı okumasında imama uyulmaz, yani kişinin kendisi okumalıdır.
Cemaat arasında İmamete geçmede sırasıyla göz önünde bulundurulması gereken kurallar söz konusudur. İşte tercih edilen o hususlar:
- Namaz hükümlerini en iyi bilen, varsa fıkıh ilmine haiz olan tercih edilir.
- Tilavet ve tecvidi güzel, aynı zamanda takva sahibi olan tercih sebebidir.
- Yaşça büyük, yüzce güzel olan, ya da güler yüzlü, ahlaki ve soyca güzel olan tercih edilir.
- Karısı güzel olan tercih edilir.
- Elbisesi temiz olan, malı en güzel olan vs. tercih edilir.
Belki yukarıda dikkatinizi çekmiştir yüz güzelliği ve karısı güzel olmakta tercih sebebi olabiliyor. Buna şaşmamak gerekir. Zira yüz güzelliğinden maksat teheccüd namazıdır. Zira teheccüd namazı kılanın yüzü de güzel olur. Karısının güzel olmasından amaç belli; kocanın eşinden başkasına gözü kaymayacağı ihtimalidir. Başın büyük olmasından kasıt ise, aklın çokluğuna işaret teşkil etmesidir.
Şu da bir gerçek, kılınacak mekân evse ev sahibi, mescitse o mescidin imamı tercih edilir. Anlaşılan o ki, hane sahibinin imamlıkta önceliği vardır. Hatta evinde sultan ve hâkim olsa da bu böyledir. Malum sultan ve hâkimin tasarrufları umumidir. Yine de herşeye rağmen ev sahibinin usulen onlardan birini imamlığa geçirmesinde fayda vardır.
Mescidde cemaat
Bir mescitte vakit içinde bir kez cemaat olmak kâfidir, mescide sonradan gelenlerin cemaat olması mekruhtur. Ebu Hanife'den nakledildiğine göre; cemaat üç kişiden fazla olursa tekrarı mekruhtur. Nitekim Resulullah (s.a.v) Ensar'ın aralarını bulmak için evinden çıkmıştı ki, döndüğünde mescitte cemaatle namaz kılındığını fark etti. Bunun üzerine zevcelerinden birinin evine girdi ve derhal aile efradını toplayıp onlara namaz kıldırdı. Bir mescitte aynı vakit içinde birkaç kez cemaatle namaz kılmak hoş karşılanmamış olsa gerek ki, Peygamberimiz namazı mescitte eda etmeyip, eve gitmiştir. Keza Hz. Enes’ten rivayet olunduğuna göre; Rasulullah’ın ashabı cemaate yetişemediklerinde mescit içerisinde teker teker kılarlardı. Belli ki cemaat olup namaz kılsalardı bu durum alışkanlık doğuracağından cemaatin azalmasına da sebebiyet verecektir. Bir başka zahir rivayete göre ise mescitte cemaati tekrar etmek mekruh, İmam Azam ve Yusuf'a göre ise değildir.
Velhasıl; Hanefi fıkıh kitaplarından yararlanıp karınca kaderince kendi üslubumla anlatmaya çalıştığım imamlık ve cemaat konusu bu. Sürçü lisan olduysa affola.
Vesselam.