Çello'nun Hikâyesi

Abone Ol
Kapalıçarşı'daki turistlerin, çığırtkanların kaynaştığı büyük caddede değil de, ara sıra arkada kamış, boynu bükük dükkânların olduğu dar sokaklara dalarım. Çünkü buralara akla gelmedik, satanların bile tanımadığı öyle eşyalar düşer ki, şaşırıp kalırsınız.

Konservatuar Piyer Loti’deyken avareliğim tuttu ve bu aralardaki dükkânların arasına daldım. Dükkânlardan birinin kapısının sol tarafında bir çiviye, sicimle asılmış bir çello gördüm. Burguları yoktu. Eşiklerin her ikisi de mevcut değildi. Tellerin takıldığı kuyruğun ise yerinde yeller esiyordu.
Yine de Çello'nun öyle melûl mahzun duruşu, kir pas içinde bulunuşu bana çok dokundu. Dükkâncı benim uzun uzun bakmamdan etkilenmiş olacak ki, dışarı çıktı. Çello'yu çivisinden çıkardı, indirdi. Uzun seneler birikmiş ve rutubettle sertleşmiş ve cilânın üstünü kaplamış olan örtü halini alan şey, ceviz kabuğu sertliğinde idi.
Herhangi bir yaylı sazı incelerken, sağ taraftaki ef deliğinden sazın içine bakarız. Yapımcı imzaları veya adres kayıtları ararız. Etiketi okumak mümkün değildi. Sazın üstündeki çamur bulamacı kurusu etiketin üstünü ve sazın içini de sıvamıştı.

Keman ailesinin olmazsa olmazı, can direği de yoktu. Her şey tamam olsa bile bu can direğinin yokluğu sazdan ses almayı imkânsız hale getirir.
Satıcı ile konuşmaya başladık:
- Bu Çello'yu nereden buldunuz?
- Tanıdığımız eskicinin biri getirdi.
- Kaça satmayı düşünüyorsun?
- 200 lira.
- Yanımda 150 lira var. Bu sazın vitrinde değil de, sokakta kapı yanına asılması bana çok dokundu. Benim Çello'm var. Sadece bu sazı alıp temizlemek, eksik parçalarını tamamlamak, tellemek kullanılabilir hale getirmek istiyorum.
- Olmaz beyim. Bunu bırakan eskiciye para vereceğiz. Eh dükkânın da dönmesi lâzım.
Anlayacağınız, elli lira barajını aşamadım. Aklım sazda kaldı. Konservatuardan çıktıkça o sokağa sapıyor, kapının yanındaki çiviye asılı Çello'yu kolluyordum. Yerinde epey zaman asılı kaldı. Sonra çiviye başka bir eşya asıldı.
- Çello'yu ne yaptınız? diye dükkâncıya sordum.
- "Sattık."
- Kaça?
- Yüzelli liraya!
- Üç ay evvel bana bu fiyata satmadınız. Ne oldu ki?
- Bir anne kızı ile geldi. Çocuk çok istedi. Okulu kazanmış ama sazı yokmuş. Hem sazdan kurtulmak, hem de babasız kızcağızın gönlünü etmek için verdik gitti.

***

Konservatuarda viyolonsel sınıfında oturuyorduk. İsminin N… olduğunu öğrendiğimiz kızcağız, elle dikilmiş siyah bir torbanın içindeki Çello ile sınıfa girdi. Torbayı R… bey merakla açtı. Çello'yu görür görmez gözleri hırstan faltaşı gibi açıldı. Hışımla yerinden kalktı, masaların etrafında burnundan soluyarak dolaştı. Geri döndü, yeni öğrenciye sertçe sordu:
-Kızım bu sazla mı ders yapacaksın? Benimle alay mı ediyorsunuz?
Annesi cevap verdi:
-Estağfurullah hocam ne alayı? N.'nin babası vefat etti. Yüksek kaldırımdaki mağazalarda Çello'lar çok pahalı. Alamayız. Çocuk da imtihanları kazandı. Bunu Kapalıçarşı'da bulduk.
Böyle söyleyince, benim ilgim uyandı. Torbanın içine bakar bakmaz sazı tanıdım. Kapalıçarşı'da sokağa asılan, elli lira az teklif ettiğim için bana satılmayan Çello'ydu. Bu arada kızcağız, hocanın çıkışından korkmuş, büyük hayallerle ve ümitlerle konservatuar merdivenlerinden çıkarken beslediği rüyâ dünyası yıkılmıştı. Annesine sokularak sakladığı gözyaşları, annesinin tayyörünün eteğinde bir daire meydana getirmişti. Bunu gören viyolonsel hocası R.'nin içi burkuldu. Kendini biraz haksız çıkış yaptığına inandırdı. Konservatuarda çok Çello vardı. Onlardan biriyle çocuk derslere başlayabilirdi.
- Peki, Pazartesi, Çarşamba, Cuma günleri hazırlık sınıfına gel. Sana bir Çello vereceğiz. Ama eve götüremezsin. Personele söylerim. Ben olmadığım günlerde de buradaki sazla çalışırsın. Senin Çello'yu da Şeref Beye, Tepebaşına götürürüz. Annenle beraber gelirsin. Şeref Bey bu sazı belki çalınabilecek hale getirir.
N.'nin gözyaşları dindi. İçine yine umut dünyasının renkli rüyaları doldu. Işıklar altında, sahnede kendini hayal ediyor, Çello'sunu çalıyor, alkışlar, bravolar alıyordu. Hocaları en ön sırada kendisini dinliyor, kulise gelip tebrik ediyorlardı. Sınıf arkadaşları, okul idarecileri hep, N.'yi takdir ediyorlardı.
Siyah torbanın içindeki, üzeri kir kabuğu tutmuş Çello'yu alarak konservatuar merdivenlerinden annesiyle indi. Sokataki herkes kendisini süzüyor, gıpta ediyor, “Bu kız, viyolonsel çalışıyor. İleride artistik gücü yüksek bir sanatçı olacak” diye düşündüklerini zannediyordu. Çemberlitaş tramvay durağında da herkes kendine bakıyor zannetti. Hayal dünyasında kanatlanmış uçuyordu.
R. Bey, sadece viyolonsel hocası değil, genel kültürü çok yüksek, Galatasaray Mezunu bir entellektüel idi. Konservatuarda okurken aynı zamanda üniversitede sanat tarihi tahsil etti.
N. hurda halindeki Çello'yu alıp gidince, şüpheleri ve merakı artmaya başladı. Saz Avrupa'da yapılmıştı. Rus yapımı değildi. Alman yapımı da değildi. Daha çok İtalyan formasındaydı. En şüphesini çeken de Çello'nun burgularının üstündeki, salyangoz tabir edilen bölümdü. Başta sinirine mağlûp olduğu için, bu salyangozu incelememiş, hurda bir saza duyduğu tiksintiyi hissetmişti.
Halbuki el yapımı yaylı sazlarda bu salyangoz çok önemlidir. Her lütiyenin imzası sayılır bu salyangozlar. Yaylı saz uzmanları salyangozu adeta okurlar, kim yapmış, nerede yapılmış, hangi tarihte imal edilmiş? Bilirler. Hatta yabancı bir sazı ekspertiz eden, İsviçre'de kıymetli sazların nerelerde olduğunu, sahiplerine varana kadar kayıtlarının tutulduğu bir merkez de varmış. R. hocanın adeta uykusu kaçtı. Sabahı zor etti. İlk işi, Şeref Bey'i telefonla aramak oldu. Onu da Çello'yu bir an önce görmek merakı sardı. Arkasınadan R. Hoca telefona sarılıp N.'nin annesini aradı. Bugün Çello'yu Tepebaşı'na götürebileceklerini, Şeref Bey'in de görmek istediğini, adreslerini verirlerse arabasıyla kendilerini ve sazı götüreceğini söyledi.

Saat 10 gibi R. Bey Beşiktaş Serencebey'deki eve geldi. Annesini ve N'yi, uydurma torbası içindeki köhne Çello'yu alarak Tepebaşı'na yöneldiler.

***





Şeref Bey sazı görür görmez irkildi. İçini dolduran hüzün, iç sesinde şikâyetler yağdırıyordu. Sanki önündeki çalgı değil de felâkete uğramış bir insandı: “Gel bakalım koca adam! Demek, kadir kıymet bilmezlerin eline düştün?” Şeref bey, yardıma muhtaç, ama yüzde yüz bakımla iyi olacak bir hasta gibi davranıyordu Çello'ya. Önce özel bir şişeden yumuşak beze döktüğü karışımı Çello'nun her yerine bolca sürdü. “Biraz beklememiz lâzım” dedi. Telefon edip, dört kahve ve N. için bir limonata ısmarladı. Kahveler bitti. Gerekli zaman geçmişti.

Şeref Bey, daha temiz bir bezle sazı silmeğe başladı. Sazın cilâsı parıldamaya, adeta gülümsemeğe başlamıştı. Dışı pırıl pırıl parlamaya başladı. Şeref Bey, bir tava ısıtıp, sazın göğüs kısmında kenarlarda gezdirdi. Bu sıcaklık, tutkalla yanlara yapışan kapağı kaldırdı. Deminki şişeden bez üzerine döktüğü eriyikten bu sefer bolca iç kısımlara sürdü. Bir süre beklediler. Temiz bezle eriyik silinince sazın iç kısımları açıldı. Etiket meydana çıktı. Etiketi okuyan Şeref Bey'in dudakları titredi. Nutku tutuldu. R. Hoca'yı işretle yanına çağırdı. Etiketi okumasını işaret etti.
R. Hoca'nın boğazı düğümlendi. Ağlayabilse içi rahatlardı. Kendini tutmak zorunda kaldı. Adeta tıkandı. Etikette gotik yazıyla “NICOLA AMATİ/CRENONAL- İTALY-1680” yazıyordu. Şeref Bey, bir ay sonraya randevu verdi. Arka kapakta kurt yenikleri tesbit etmişti. Tuş, kuyruk, burgu, pik yuvası, can direği, eşikler hep yenilenecekti. Bunlar zaman isteyen şeylerdi. Yeni bir el yapımı arşe de yapacaktı.

***
N. konservatuarı bitirdi. Kendisinden çok Çello'su meşhurdu. Evlendi. Bir oğlu oldu. Bir gece komşu evde başlayan yangın evlerine sıçradı. Çello'sunu kurtaramadı. Amati ailesinin yaptığı, Şeref Bey'in hayata dödürdüğü Çello'yu alevler yutmuştu. Bu alevler, N'nin müzik tutkusunu da kül etmişti. Müzik camiasında bu Çello hâlâ konuşulur.

Temmuz 2020 / Bostancı