Hani meşhur bir söylenti vardır, Japonlar gençlerine tarih şuuru vermek için II. Dünya Harbi’nde yerle bir edilmiş olan Hiroşima ve Nagazaki şehirlerini gezdirirler. Derler ki, Türkler aynı gaye için ne yapabilir? Cevap olarak Çanakkale yetmez mi denilir. Bana sorarsanız eskilerin üslubu ile el-cevap: yeter de artar bile derim. O halde nedir Çanakkale’de yaşananlar. Kısaca ona değinelim.
Çanakkale, sömürgeci devletlerin Türkleri yok etme ve tarih sahnesinden silme girişimidir. Aslında bu durum, Fransız İhtilâli sonrası Avrupa haritasının yeniden şekillendirilmesi için toplanılan 1815 Viyana Kongresi’nde Osmanlı toprakları ile ilgili hususları ifade etmek maksadıyla ortaya atılan Şark Meselesi’nin bir parçasıdır. Şark Meselesi, Türkleri Avrupa’dan ve Balkanlar’dan atmak, İstanbul’u elinden almak ve nihayetinde Anadolu’dan da çıkarmak esasına dayanan bir projedir.
Son dönemlerde resmin tümüne bakmak diye moda bir tabir vardır. Gerçekten de Çanakkale Savaşlarını sadece 1915 tarihinde cereyan eden hadiselerle anlatmak, resmin tümünü görememek olur. Oysa 1915’e gelinen süreçte bilinmesi gereken çok önemli ayrıntılar vardır. Her şeyden önce Osmanlı toplumu bu sürece çok büyük sıkıntılar çekerek girmiştir.
1853-1856 Kırım Savaşı esnasında finansal sıkıntılar dolayısıyla ilk dış borçlanma yapılmış, ardından borcu borçla kapatabilme politikası takip edilerek, 1881’de Düyûn-ı Umûmîye adı verilen Borçlar İdaresi kurulmak zorunda kalmıştır. Böylece ülkenin bir takım gelirleri, doğrudan dış borçlara ayrılmıştır. 19. Yüzyılın ikinci yarısı ve hele son çeyreğinde Balkan toprakları adeta kaynayan bir kazan haline gelmiştir.
Memleketeyn diye tabir edilen bugünkü Romanya ve Ukrayna (Eflak-Boğdan), Hersek, Karadağ ve Bulgar bölgesinde sık sık ayaklanmalar çıkmış ve Osmanlı idaresi birer nizamname ile özerklik vererek, bağımsızlıklarını biraz daha tehir etmeyi başarı olarak telakki etmiştir. Ama nihai başarıyı gerçekleştirememiştir. Çünkü dönemim bütün büyük devletleri gizli ve ya aşikâr isyancılara destek vermişlerdir. O dönemde Osmanlı Devleti, Ruslar tarafından siyasi literatüre kazandırılan ancak İngiltere tarafından sahiplenilen hasta adam politik terimi ile ifade edilir olmuş ve hasta adam 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşları sonunda çok büyük bir yara almıştır.
Endüstri devrimini gerçekleştirerek, kurdukları fabrikalar için hammadde arayan sömürgeci devletler, hasta adamın topraklarını paylaşma yarışına girmişlerdir. Nitekim 1911’de Libya, Kuzey Afrika’daki son toprak parçası sıfatıyla kaybedilmiştir. Yaklaşık dört asır Osmanlı gölgesinde barınan devletlerin bir araya gelerek intikam ruhuyla hareket etmesi sonucu 1912-1913 Balkan Savaşları çıkmış ve Balkanlar da kaybedilmiştir.
İşte Çanakkale’ye giden süreç böyle çetrefillidir. Resmin bütününde savaş, yoksulluk, sefalet ve sürekli geri çekilme figüründen başka bir şey yer almamıştır. 1914’e gelindiğinde kaybedilen bu toprakları geri alabilme umudu, İttihat ve Terakki Partisi’nin yönetim anlayışı, dünyada gerçekleşen bloklaşma ve daha birçok iç-dış etken, Osmanlı’yı cihan harbinin içine çekmiş ve Çanakkale cephesi açılmıştır.
Aslında her şey 17 Şubat 1915 Çarşamba günü Londra’da İngiltere Bahriye Nazırı Winston Churchill’in İngiliz Genelkurmay Başkanlığı’na verdiği brifingde kararlaştırılmıştır. Churchill, etrafında toplanan İngiliz ileri gelenlerine şu tespiti yapmıştır:
“Petersburg’dan gelen haberler, Rus Çarlığı’nın kısa sürede çıkacak bir ihtilalle yıkılacağını göstermektedir. Bu çöküşü önlemek için Ruslara mümkün olan en süratli şekilde ulaşmak gerekmektedir.” Churchill’in planına göre, Rusya’ya en kısa yoldan, en az kayıpla ulaşabilmenin tek yolu, Yunanistan’dan geri çekilen kuvvetlerin yedeğe alınarak Çanakkale ve İstanbul Boğazlarını ele geçirmekle mümkün olacaktır.
Çanakkale geçilirse Türklerin başkenti İstanbul’a ulaşılmış olacak, Osmanlı saf dışı kalacak ve Türkler teslim olacaklardır.
Yapılan planlar sonrasında, başta İngiltere ve Fransa olmak üzere Avustralya’dan, Yeni Zelanda’dan ve Hindistan’dan getirttikleri sömürge kuvvetleri ile birlikte Çanakkale üzerine hücum etmişlerdir. Şüphesiz bu durum, en iyi şekilde Akif’in dizelerinde tasvir edilmiştir:
Yedi iklimi cihanın duruyor karşında,
Ostralyayla beraber bakıyorsun Kanada,
Çehreler başka, lisanlar deriler rengârenk
Sade bir hadise var ortada, vahşetler denk
Kimi Hindu, kimi Yamyam kimi bilmem ne bela…
Hani, taûna da zuldür bu rezil istila!
Çanakkale savaşları deniz, hava ve kara harekâtı olmak üzere üç aşamalı yapılmıştır. Deniz harekâtı 3 Kasım 1914’de Gelibolu Yarımadası’nda başlamış ve 18 Mart 1915’e kadar korkunç biçimde devam etmiştir. Boğaz savunması, girişten itibaren "Dış-Orta-İç Tabyalar" olmak üzere üç savunma grubu halinde tertiplenmişti. Boğaz kıyıları boyunca 20 Türk tabyasında çoğunluğu kısa menzilli ve eski model 170 adet top mevzilendirilmişti. İtilaf devletlerinin savaş gemilerinde çoğunluğu büyük çaplı uzun menzilli 247 adet en modern toplar bulunmaktaydı.
Düvel-i muazzama kuvvetlerinin topu tüfeği Türk askerinden çok çok fazla idi ama savaşı kazanmak için bunlar yeterli değildi. Türk askerinin vatan sevgisi, şehitlik ve gazilik duygusu, şüphesiz onu başarıya götüren en önemli faktörlerdendi.
Ve 18 Mart 1915 Perşembe günü, gururları ve kibirleri silahlarından daha güçlü olan İngiliz –Fransız donanması, Boğaz önlerinde belirmeye başladı. 18 büyük zırhlı, 14 torpido ve korvet ve 6 denizaltı, üç saf halinde Çanakkale Boğazına girdiler. Dünyanın en güçlü deniz canavarları ateşe başladılar. Onlar bir saate kalmaz boğazı geçeriz diye düşünmüşlerdir. Hatta Londra, İstanbul’daki Amerikan Büyükelçisine üç gün sonrası için buluşma randevusu bile veriyordu. Ve birden bire Türk tabyalarından ateş başladı.
Başlarında yürekleri iman ve vatan sevgisi ile dolu Mehmetler vardı. Müttefikler tam 6 saat 45 dakika boyunca 506 top ateşi gerçekleştirdiler. Başka bir hesapla Türk sahillerine 12 bin 650 mermi ve gülle atmışlardır. Türk topları eski, 1894 model, tamir görmüş savaş vasıtalarından başka bir şey değildi. Ancak savaşın dördüncü saatinde İngilizlerin efsanevi savaş gemisi Ocean/Oşin ve İrrestible/İrrestibl ve Fransızların meşhur Bouvet zırhlısı Türk top ve torpil isabetleriyle Çanakkale’nin derin sularına gömülmüştür. Bu beklenmeyen yenilgi üzerine İngiliz amirali Robeck, saat 16.00 sularında geri çekilme emrini vermiştir. Ve bundan tam 95 yıl önce Edirne’den Ardahan’a, Yozgat’tan Diyarbakır’a şehitlerin kanlarıyla tarihe şu cümle altın harflerle kazınmıştır. Çanakkale Geçilmez…
Deniz savaşlarında başarısız olan müttefikler, bu defa Nisan 1915’de Gelibolu Yarımadası’na karadan asker çıkarmayı denemişlerdir. Fakat bu defa karşılarında askeriyle bütünleşmiş ve ileride Türk’ün Atası olacak olan Mustafa Kemal Paşa Anafartalar’da tarih sahnesine çıkmıştır. Mustafa Kemal’in Conkbayırı’ndaki faaliyetleri ve “ben size ölmeye emrediyorum” hitabı dillere destan olmuştur.
İşte bu ruh ve bu duygularla Çanakkale geçilememiştir. Savaşın sonunda müttefiklerin planlarının tutmadığı görülmüş ve Osmanlı saf dışı bırakılamadığı gibi, savaş en az iki yıl daha devam etmiştir. Türk vatanı ve başkenti İstanbul, erken gelecek olan bir istila ve işgalden kurtulmuştur. Boğazları geçemeyen müttefikler, Rusya’ya silah yardımında bulunamamışlar, Rusya’dan sağlayacakları tarım ürünlerini de alamamışlar ve böylece Rusya’da ihtilal ve Avrupa’da açlık ve sefalete sebep olmuşlardır.
Çanakkale sıradan bir savaş değildir. Çanakkale, Anadolu insanını birbirine kenetleyen, ortak tarih şuurunu pekiştiren bir “millî ruh”tur. Zor günlerin yaşandığı dönemlerde Çanakkale ruhu hatırlanmalı ve hatırlatılmalıdır.
Mart / 2010
(*) Bozok Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü