Peygamberimiz Hz. Muhammed (SAV) hepimiz için en güzel örnektir. Bütün yönleriyle ümmetin hayatına örnek olmuştur. İyilikte, yardımda, cömertlikte, infakta, sevgide, mazluma kucak açmada, zalimin zulmüne engel olmakta, yardımda, ailesine ve ev işlerine yardım etmesinde, ticari dürüstlüğünde canlı örnek abidesi olarak karşımızda durmaktadır.
Yarattığı insanı bütün yönleriyle en iyi bilen Rabbimiz, örnek alacağımız modeli yaratmış, eğitimini vermiş "And olsun ki Allaha ve ahirete kavuşmayı uman Allah’ı çokça zikreden kimseler ve sizler için Allahın resulü en güzel örnektir.” (Ahzab 21) ayetiyle kulların dünya hayatında rehberini bildirmiştir.
Hz. Muhammed (SAV) efendimizde "Beni rabbim terbiye etti, terbiyemi en güzel şekilde yaptı” ifadesiyle bildirmiştir. Ayeti Kerimeye göre Allahın Resulü Hz. Muhammed (SAV) herhangi bir örnek değil, her konuda, her zaman ve zeminde, varlıkta ve yoklukta, sevinçte, kederde en güzel örnektir. Tabi ki bu durumdan en çok istifade edenler en yakın arkadaşları olan Sahabe-i Kiramdı. Peygamberimizin “gökyüzü yıldızları”na benzettiği örnek sahabeler Resulullahı en iyi şekilde anlamış, onu hayatının her alanında adım adım izlemişlerdir.
Allahın Resulü, Peygamber olmadan önce de tertemiz bir hayat sürdürmüş, ahlaki değerlerini ortaya koymuştur. Mekke müşrikleri, o daha peygamber olmadan Muhammedül Emin, yani "güvenilen Muhammed" diyerek, inandıkları ve güvendikleri bir insan olduğunu ifade etmek durumunda kalmışlardır.
Peygamberlik görevi ile vahiyle muhatap olmuş, olgunlaşmış, kemale ermiş ve bugün en çok ihtiyaç duyduğumuz erdemli ahlaklı insan modelinin kendisi olarak “Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim” ifadesiyle ümmetine, insanlığa en önemli mesajı bırakmıştır.
Hz. Peygamber efendimiz bir beşerdi. Bizim gibi bir insandı. Bizden farklı yönü yüce Allah ile iletişim içerisinde ve sürekli onun kontrolünde ve korumasında olması idi. Zira o önce kul, sonra peygamberdi. Kelime-i Şehadette bizler “abdühu ve resulühu” diyerek önce onun kulluğuna sonrada peygamberliğine şehadet etmekteyiz.
Bu yönüyle şunu kabul etmeliyiz ki; Hz. Peygamberin yaşadığı gibi bir hayatı yaşamak, inanan insanlar için zor bir hayat değildir. Örnek şahsiyet yaşantısıyla önümüzde, hadisleriyle aramızda, salavatlarla dilimizde, sevgisiyle kalplerimizdedir.
Burada biz müminlere bir görev düşmektedir: Resulullahı iyi tanımak, hayat prensiplerini almak, çocuklarımıza, gençlerimize örnekliğini anlatmak zorundayız. Aile hayatımızda Resulullahın örnek aile modeline yer vermek, onu sevdiğimizin bir ifadesi olacaktır. Resulullahı tanımadan, onun hayatı gibi bir hayat yaşayamayız. Onun gibi yaşamadan, sünnetlerini ihya etmeden, sevdiğimizi de ispat edemeyiz.
Yaşadığım bir olayı burada nakletmek isterim: 9 - 10 yaşlarında bir çocuğa Sevgili Peygamberimizin torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin ile oyun oynadıklarını, onları sırtına alıp taşıdığını, mescitte namaz kılarken Resulullah Efendimiz secdede iken sırtına bindiklerini ve bu davranıştan dolayı Peygamberimizin torunlarına hiç kızmadığını ve daha birçok güzelliklerinden bahsettiğimde; “Peygamberimiz ne kadar merhametliymiş, ne kadar sabırlıymış, keşke ben onun torunu olsaydım” diyerek Peygamberimizin çocuk sevgisine hayran olmuştu. Ben de ona dedim ki; üzülme sen onun torunu olmasan bile, o peygamberin ümmetisin.
İşte sevgi bu, muhabbet bu, çiçeğe su verirsek yetişir çiçek açar, güzel kokar, çocuğa Resulullahı tanıtırsak çocukta yetişir, güller gibi güzel kokulara benzer davranışlar ile sünneti yaşar ve yaşatır. Toplumda sünnete bağlı fertler yetişir, sünnet ihya edilmiş olur.
Sevgili Peygamberimiz “benim sünnetimi yaşayıp yaşatan beni sevmiş olur. Beni sevende cennette benimle beraber olur” (Camissağir) buyurarak ümmetin sünnete tabi olmalarını arzu etmiştir.
Allah-u Teala Kuran-ı Kerim’de, Peygamberimizin biz ümmetini nasıl sevdiğini de şöyle açıklamaktadır: “Andolsun ki size kendi içinizden öyle bir peygamber geldi ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O size çok düşkün, müminlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir. (Tevbe Suresi 128. Ayet)
O halde sevginin nasıl ve nerede yer aldığını, Resulullah Efendimizin Hz. Ali ile arasında geçen şu olayla açıklayalım.
Bir gün Efendimiz, Hz. Ali’ye şunu sorar:
- Ya Ali Allah’ı seviyor musun?
- Evet ya Resulallah
- Peki beni seviyor musun?
- Evet, ya Resulallah.
- Peki eşini seviyor musun?
- Evet ya Resulallah.
- Peki çocuklarını seviyor musun?
- Evet ya Resulallah.
- Peki bunların hepsini bir kalpte nasıl yapıyorsun?
Hz. Ali bu beklemediği son soru karşısında şaşırmış ve cevap verememişti. Bunu düşünmem gerek deyip oradan ayrılmıştı. Hz. Ali düşünceli bir şekilde dolaşırken eşi Hz. Fatıma bu durumu fark edip “Nedir bu hal, ya Ali?” der. “Eğer bu düşünceli halin, dünyevi kaygılardan dolayı ise sana yakışmaz, bırak gitsin. Yok, bu halin Rahmani kaygılardan dolayı ise, anlat birlikte çözüm bulmaya çalışalım” der.
Hz. Ali, Efendimizle geçen diyalogu bir bir Hz. Fatıma’ya anlatır. Hz. Fatıma durumu öğrenince tebessüm eder ve Hz Ali’ye derki:
- Ya Ali babama git ve deki, kişi Allah’ı (cc) aklıyla ve ruhuyla sever, Peygamberimizi (sav) kalbiyle sever, eşini nefsiyle sever, çocuklarını ise şefkatiyle sever.
Hz. Ali, aldığı bu cevap karşısında memnun olur ve hemen Efendimizin yanına gelir. Hz. Fatıma annemizden öğrendiklerini, Efendimize anlatır. Efendimiz cevabı alınca tebessüm eder ve derki, “ya Ali bu bana getirdiğin gül, nübüvvet ağacından koparılmıştır.”
İşte bu hadise, bize sevginin nasıl olacağını da anlatır. Selam olsun ona, Peygamberimizi örnek alanlara selam olsun, aline ashabına ve onun izinden gidenlere selam olsun.