-Büyük patlama kuramına göre evren, 13 milyar 800 milyon yıl önce çok yoğun ve sıcak küçük bir kütlenin genişlemesiyle oluştu ve günümüzde bu genişleme devam etmekte. Başka evrenler de var (sonsuz sayıda) ve o evrenlerin kimisi de büzüşme halinde olabilirler. Bizim evrenimiz ise tahminen 30 milyar yıl sonra küçülmeye başlayacak.
-Maddenin yoktan var edilemeyeceği, vardan da yok edilemeyeceği gerçeğinde dayanırsak, evrenin başlangıcının ve sonunun olmadığı sonucuna varırız.
-200 milyar gökada var uzayda ve her bir gökadada milyarlarca yıldız.
-Güneş sistemi 4 milyar 600 milyon, Dünya 4 milyar 560 milyon yıl önce oluşmuş.
-Dünyanın iç kısmının sıcaklığı 7 bin santigrat derece.
-Dünya okyanusları 4 milyar 500 milyon yıl önce dünyanın iç kısmından çıkan su buharlarının yoğunlaşıp yağmur olarak yere inmesiyle oluştu.
-Atmosferde oksijen oranı %21, azot %78.
-Yaşamın uzaydan geldiğine ilişkin kanıtlar var. 543 milyon yıl öncesinde (kambriyen) ve dünya tarihine göre az sayılabilecek bir sürede 30 ile 70 milyon yıl arasında, uzayda bir yaşam küresinde başlayan canlılık, ilk tohum hücrelerini Asteriod yağmurlarıyla dünyaya taşıdı.
-Balıklar, böcekler, eklembacaklılar, sürüngenler, dinozorlardan önce oluştular. Dinozorlar 250 milyon yıl önce oluşup 160 milyon yıl boyunca soylarını beş yüzden fazla farklı tür olarak sürdürdüler.(1)
“Evrenin sonsuzluğu bilim bağlamında kozmik alanda da ortaya çıkıyor. Yıldızlar alemi şimdi o eski görünüşüne göre daha rengarenktir. XIX. yüzyılda yıldızlar alemi hakkında yalnızca şunlar deniyordu: Yıldızlar güneşe benzer ateşten kürelerdir. Şimdi ise artık biliniyor ki yıldızların çok sayıda türleri var. Onlar kendi ölçülerine, ısılarına, kütlelerine, kimyasal bileşimlerine, onları birer ateş topu gibi koruyan içsel süreçlerin karakterine göre birbirlerinden ayrılıyorlar.
Son on yıllarda astronominin bilgileri kesinledi ki, yıldızların çoğunun kimi zaman gezegenlerin boyutlarına varan uyduları vardır. Böylelikle evrende güneş sistemine benzer birçok alemlerin var olması, Giordano Bruno’nun dâhiyane ileri görüşlülüğünün doğal-bilimsel bakımdan onayını gerçekleştirmiştir.
XX. yüzyılda astronomide, gökadaların incelenmesiyle önemli adımlar atılmıştır. İster yıldızlar, isterse serpilmiş maddeleri kuşatan gökadalar, evrenin çağdaş astronomik aygıtların erişebileceği bütün alanı kapladığı artık bellidir. Gökadalara göre daha çok enerji ışınlayan nesneler-kvazarlar da keşf edilmiştir.
Yıldızlar ve gökadalar alemi, çağdaş bilimin erişimlerine göre, gelişen bir alem olarak kendisini gösteriyor. Bu alemde bazı varlıklar gençtir ve onların içsel süreç rejimleri henüz kesin olarak belirlenememiştir. Başka varlıklar milyarlarca yıldır kendi durumunu koruyor, diğer varlıklarsa dağılmaya yakındırlar.
Şimdilerde yeni yıldızların ve gökadaların oluşması hakkında bilgiler bulunmaktadır. Evrenin öğrenilmesinde en büyük genelleyici erişimlerden biri gökadalara göre daha büyük yapı olan ‘metagalaksi’nin keşfedilmesi olmuştur. Metagalaksi uzayın bütün bilinen alanını kaplıyor, onun sınırlarını ise bilim daha belirleyemedi. Ancak şu kesinlenmiştir: Metagalaksiye dahil olan gökadalar ve onların topları birbirinden uzaklaşıyorlar ve sanki metagalaksiyi yarıçap olarak büyütüyorlar. Bazı araştırmacılar şu sonuca varmışlardır: Gökadaların gözlemlenen uzaklaşmaları metagalaksilerin maddesinin 13-15 milyar yıl önce başlamış patlayışlarının sonucudur.”(2)
“Karbon tarihleme” de bilimin en büyük başarılarından… Onu da aktaralım:
“Tüm elementler arasında karbon, yaşam için en vazgeçilmezidir, onsuz herhangi bir gezegende yaşam hayal etmek çok zordur. Bunun nedeni karbonun zincir, halka ve diğer karmaşık moleküler mimariler oluşturmadaki üstün yeteneğidir. Karbon, yeşil bitkilerin atmosferden karbondioksit moleküllerini alıp, güneş ışığından gelen enerjiyi kullanarak karbon atomları ve suyu birleştirip şeker yapması işlemi olan fotosentezle besin zinicirine girer. Bizdeki ve diğer canlılardaki karbonun tamamı, atmosferdeki karbondioksitten bitkiler yolu ile gelmiştir ve her nefes verişimizde, her dışkılayışımızda ve öldüğümüzde düzenli olarak atmosfere döner.
Atmosferin karbondioksitindeki karbonun büyük bir kısmı, radyoaktif olmayan ‘karbon 12’dir. Ama her bir trilyonda bir atom, radyoaktif olan ‘karbon-14’tür. Bu hızlıca ‘azot 14’e bozunur. Bitkinin biyokimyası, bu iki karbon arasındaki farkı ayırt edemez. Bir bitki için karbon karbondur. O nedenle bitkiler karbon-12 ile birlikte karbon-14’tü de alır ve her ikisini de şekerlerin yapısına, atmosferde bulunma oranlarıyla aynı oranda katar. Atmosferden alınan karbon, otçulların bitkileri, etçillerin otçulları vs. yemesiyle hemen besin zincirine yayılır. Bitki ya da hayvan bütün canlılar, sabit bir karbon- 12/karbon-14 oranına sahiptirler. Bu oranın aynısını atmosferde de bulabilirsiniz.
Peki saat ne zaman sıfırlanır? Bitki ya da hayvan öldüğü anda. O anda vücut besin zincirinden ayrılır ve bitkiler yolu ile atmosferden gelen taze karbon-14 akışından kopar. Asırlar geçtikçe cesetteki, odun parçasındaki, bir parça kumaştaki vs. karbon-14 düzenli olarak azot-14’e dönüşür. O nedenle, örnekteki karbon-14’ün karbon-12’ye oranı, giderek canlıların atmosferde paylaştığı standart oranın altına düşer. Sonuçta karbonun tamamı karbon-12 olur ya da daha kesin deyimle karbon-14 miktarı ölçülemeyecek kadar az olur. İşte bu karbon 12/karbon 14 oranı, bir canlının onu besin zincirinden koparan ve atmosferle değiş tokuşunu durduran, ölümünden sonra ne kadar zaman geçtiğini hesaplamada kullanılabilmektedir.
Karbon tarihleme göreli olarak yeni bir icattır, 1940’lara dayanır. Başlarda bu yöntemi kullanmak için çok fazla miktarda organik maddeye gereksinim duyuluyordu. Sonradan 1970’lerde kütle spekrometresi denen bir yöntem, karbon tarihlemeye uyarlandı ve çok az miktardaki organik madde yeterli olmaya başladı. Bu, arkeolojik tarihlemede bir devrim oldu. ‘Torino Kefeni’ bunun en önemli örneklerindendir. Bu meşhur kumaşa, sakallı ve çarmıha gerilmiş bir adam, gizemli bir biçimde resmedilmiş gibi gözüktüğü için birçok insan bunun İsa dönemimden kalma olduğuna inanıyordu. Tarihi kayıtlarda ilk kez 14’üncü yüzyılda Fransa’da ortaya çıkmıştı ama daha öncesi hakkında kimse bir şey bilmiyordu. 1578’den bu yana Torino’da, 1983’ten bu yana Vatikan gözetiminde korunuyordu. Kütle spektrometresi kefenden alınan çok küçük bir parçanın tarihlendirmede kullanılmasına olanak tanıyınca, Vatikan, kefenden küçük bir parçanın kesilmesine izin verdi. Bu parça üçe bölündü ve her biri, karbon tarihlemede başı çeken üç ayrı laboratuvara (Oxford, Arizona ve Zürih) yollandı. Labaratuvarlar özenli bir bağımsızlıkla çalıştılar (incelemelerini sonuçlar açıklanıncaya dek karşılaştırmadılar) ve kumaşın yapıldığı ketenin ne zaman öldüğüne ilişkin raporlarını açıkladılar: Oxford MS 1200, Arizona 1304 ve Zürih 1274 tarihlerini verdi. Bu üç sonuç da hata payları ile birlikte birbirleriyle ve kefenin ilk kaydedildiği yıl olan 1350 ile uyumluydu. Kefenin tarihlendirmesi ile ilgili birtakım çelişkiler hâlâ vardır ama bu çelişkilerin hiçbiri karbon tarihleme yöntemi ile ilgili değildir. Örneğin 1532’de gerçekleştiği bilinen bir yangının kefendeki karbonu değiştirmiş olabileceği düşünülmektedir.”(3)
Ve yalnızca 2017 ve 2018 yıllarında gerçekleşen bilimsel buluş ve keşiflerin bazıları… Onlarla bitirelim:
-İlk kez nötron yıldızlarının çarpışmasından yayılan kütleçekimsel dalgalar keşfedildi
“Evrenin sonsuzluğu bilim bağlamında kozmik alanda da ortaya çıkıyor. Yıldızlar alemi şimdi o eski görünüşüne göre daha rengarenktir. XIX. yüzyılda yıldızlar alemi hakkında yalnızca şunlar deniyordu: Yıldızlar güneşe benzer ateşten kürelerdir. Şimdi ise artık biliniyor ki yıldızların çok sayıda türleri var. Onlar kendi ölçülerine, ısılarına, kütlelerine, kimyasal bileşimlerine, onları birer ateş topu gibi koruyan içsel süreçlerin karakterine göre birbirlerinden ayrılıyorlar.
Son on yıllarda astronominin bilgileri kesinledi ki, yıldızların çoğunun kimi zaman gezegenlerin boyutlarına varan uyduları vardır. Böylelikle evrende güneş sistemine benzer birçok alemlerin var olması, Giordano Bruno’nun dâhiyane ileri görüşlülüğünün doğal-bilimsel bakımdan onayını gerçekleştirmiştir.
XX. yüzyılda astronomide, gökadaların incelenmesiyle önemli adımlar atılmıştır. İster yıldızlar, isterse serpilmiş maddeleri kuşatan gökadalar, evrenin çağdaş astronomik aygıtların erişebileceği bütün alanı kapladığı artık bellidir. Gökadalara göre daha çok enerji ışınlayan nesneler-kvazarlar da keşf edilmiştir.
Yıldızlar ve gökadalar alemi, çağdaş bilimin erişimlerine göre, gelişen bir alem olarak kendisini gösteriyor. Bu alemde bazı varlıklar gençtir ve onların içsel süreç rejimleri henüz kesin olarak belirlenememiştir. Başka varlıklar milyarlarca yıldır kendi durumunu koruyor, diğer varlıklarsa dağılmaya yakındırlar.
Şimdilerde yeni yıldızların ve gökadaların oluşması hakkında bilgiler bulunmaktadır. Evrenin öğrenilmesinde en büyük genelleyici erişimlerden biri gökadalara göre daha büyük yapı olan ‘metagalaksi’nin keşfedilmesi olmuştur. Metagalaksi uzayın bütün bilinen alanını kaplıyor, onun sınırlarını ise bilim daha belirleyemedi. Ancak şu kesinlenmiştir: Metagalaksiye dahil olan gökadalar ve onların topları birbirinden uzaklaşıyorlar ve sanki metagalaksiyi yarıçap olarak büyütüyorlar. Bazı araştırmacılar şu sonuca varmışlardır: Gökadaların gözlemlenen uzaklaşmaları metagalaksilerin maddesinin 13-15 milyar yıl önce başlamış patlayışlarının sonucudur.”(2)
“Karbon tarihleme” de bilimin en büyük başarılarından… Onu da aktaralım:
“Tüm elementler arasında karbon, yaşam için en vazgeçilmezidir, onsuz herhangi bir gezegende yaşam hayal etmek çok zordur. Bunun nedeni karbonun zincir, halka ve diğer karmaşık moleküler mimariler oluşturmadaki üstün yeteneğidir. Karbon, yeşil bitkilerin atmosferden karbondioksit moleküllerini alıp, güneş ışığından gelen enerjiyi kullanarak karbon atomları ve suyu birleştirip şeker yapması işlemi olan fotosentezle besin zinicirine girer. Bizdeki ve diğer canlılardaki karbonun tamamı, atmosferdeki karbondioksitten bitkiler yolu ile gelmiştir ve her nefes verişimizde, her dışkılayışımızda ve öldüğümüzde düzenli olarak atmosfere döner.
Atmosferin karbondioksitindeki karbonun büyük bir kısmı, radyoaktif olmayan ‘karbon 12’dir. Ama her bir trilyonda bir atom, radyoaktif olan ‘karbon-14’tür. Bu hızlıca ‘azot 14’e bozunur. Bitkinin biyokimyası, bu iki karbon arasındaki farkı ayırt edemez. Bir bitki için karbon karbondur. O nedenle bitkiler karbon-12 ile birlikte karbon-14’tü de alır ve her ikisini de şekerlerin yapısına, atmosferde bulunma oranlarıyla aynı oranda katar. Atmosferden alınan karbon, otçulların bitkileri, etçillerin otçulları vs. yemesiyle hemen besin zincirine yayılır. Bitki ya da hayvan bütün canlılar, sabit bir karbon- 12/karbon-14 oranına sahiptirler. Bu oranın aynısını atmosferde de bulabilirsiniz.
Peki saat ne zaman sıfırlanır? Bitki ya da hayvan öldüğü anda. O anda vücut besin zincirinden ayrılır ve bitkiler yolu ile atmosferden gelen taze karbon-14 akışından kopar. Asırlar geçtikçe cesetteki, odun parçasındaki, bir parça kumaştaki vs. karbon-14 düzenli olarak azot-14’e dönüşür. O nedenle, örnekteki karbon-14’ün karbon-12’ye oranı, giderek canlıların atmosferde paylaştığı standart oranın altına düşer. Sonuçta karbonun tamamı karbon-12 olur ya da daha kesin deyimle karbon-14 miktarı ölçülemeyecek kadar az olur. İşte bu karbon 12/karbon 14 oranı, bir canlının onu besin zincirinden koparan ve atmosferle değiş tokuşunu durduran, ölümünden sonra ne kadar zaman geçtiğini hesaplamada kullanılabilmektedir.
Karbon tarihleme göreli olarak yeni bir icattır, 1940’lara dayanır. Başlarda bu yöntemi kullanmak için çok fazla miktarda organik maddeye gereksinim duyuluyordu. Sonradan 1970’lerde kütle spekrometresi denen bir yöntem, karbon tarihlemeye uyarlandı ve çok az miktardaki organik madde yeterli olmaya başladı. Bu, arkeolojik tarihlemede bir devrim oldu. ‘Torino Kefeni’ bunun en önemli örneklerindendir. Bu meşhur kumaşa, sakallı ve çarmıha gerilmiş bir adam, gizemli bir biçimde resmedilmiş gibi gözüktüğü için birçok insan bunun İsa dönemimden kalma olduğuna inanıyordu. Tarihi kayıtlarda ilk kez 14’üncü yüzyılda Fransa’da ortaya çıkmıştı ama daha öncesi hakkında kimse bir şey bilmiyordu. 1578’den bu yana Torino’da, 1983’ten bu yana Vatikan gözetiminde korunuyordu. Kütle spektrometresi kefenden alınan çok küçük bir parçanın tarihlendirmede kullanılmasına olanak tanıyınca, Vatikan, kefenden küçük bir parçanın kesilmesine izin verdi. Bu parça üçe bölündü ve her biri, karbon tarihlemede başı çeken üç ayrı laboratuvara (Oxford, Arizona ve Zürih) yollandı. Labaratuvarlar özenli bir bağımsızlıkla çalıştılar (incelemelerini sonuçlar açıklanıncaya dek karşılaştırmadılar) ve kumaşın yapıldığı ketenin ne zaman öldüğüne ilişkin raporlarını açıkladılar: Oxford MS 1200, Arizona 1304 ve Zürih 1274 tarihlerini verdi. Bu üç sonuç da hata payları ile birlikte birbirleriyle ve kefenin ilk kaydedildiği yıl olan 1350 ile uyumluydu. Kefenin tarihlendirmesi ile ilgili birtakım çelişkiler hâlâ vardır ama bu çelişkilerin hiçbiri karbon tarihleme yöntemi ile ilgili değildir. Örneğin 1532’de gerçekleştiği bilinen bir yangının kefendeki karbonu değiştirmiş olabileceği düşünülmektedir.”(3)
Ve yalnızca 2017 ve 2018 yıllarında gerçekleşen bilimsel buluş ve keşiflerin bazıları… Onlarla bitirelim:
-İlk kez nötron yıldızlarının çarpışmasından yayılan kütleçekimsel dalgalar keşfedildi
-Kütleçekimsel dalgaların izi kaynağına kadar takip edildi
-Işığı neredeyse hiç yansıtmayan bir ötegezegen keşfedildi
-Işık, ses biçiminde depolandı
-Maddenin yeni hali: kuantum sıvı kristalleri
-İlk kez bir bakteri hücresinin dna’sına hareketli görsel kaydedildi ve oynatıldı
-Gen ölçeğinde evrim: genler kaynaşarak, yeni genler yapabiliyor
-Bilim insanları evrimi iki seviyede iş başındayken kaydetti. Deyim yerindeyse, doğal seçilim gözümüzün önünde gerçekleşti. Bir fırtına mevsimi, Karayipler’deki bir kertenkelenin ayağının anatomik yapısını değiştirdi.
-Bir diğer evrimsel geliştirme de oldukça şaşırtıcıydı. Kolera bakterisi, ölü arkadaşlarından DNA parçaları çalarken yakalandı. Bu canlıların, nasıl bu kadar hızlı bir şekilde antibiyotik direnci oluşturduğunu gösteriyor.
-Bir sıçanın kafası başka bir sıçana başarılı bir şekilde nakledildi
-Ispanak yaprağında insan kalbi dokusu yetiştirildi
-Suyun iki farklı sıvı formu olduğu keşfedildi
-99 milyon yıllık amber içerisinde dinozor kanı emen keneler bulundu
-Fas’ta bulunan erken insan fosilleri 300.000 yaşında
-Genetik falcılık: Doğduğumuzda, ne zaman hangi hastalığa yakalanacağımız, ileride IQ’müzün ne kadar olacağı bilinebilecek fakat bunun yanında tartışmalı olan bir konu var: Sadece hastalıklar değil herhangi bir davranışımız da önceden bilinebilir olacak.
-Mikroplar ile bulutlar arasında ilginç bir ilişki keşfedildi; bu durum, yaşayan gezegenimizdeki her şeyin, birbiriyle nasıl sıkı bir şekilde bağlı olduğunu bir kez daha anımsattı.
-Jüpiter’in etrafında dönen 12 yeni uydu keşfedildi. Buna ek olarak insanlarda yeni bir tür beyin hücresi bulundu.
Ayrıca bu kadar zamandır gözümüzün önünde, cildimizde saklanan fakat bilim için tamamen yeni olan yeni bir hücre şekli de yeni birer kavram olarak bilim tarihine geçti.
Ünlü fizik bilgini Stephen Hawking “Otoriteye dayalı din ile fikir ve akla dayalı olan bilim arasında temel bir farklılık var. Bilim kazanacaktır, çünkü bilim başarılıdır” diyor, bu söze itirazınız varsa, şu sorunun yanıtını düşünün ne olur: “Bilim bunları bulurken, dinler neyle meşguldüler?”
Ayrıca bu kadar zamandır gözümüzün önünde, cildimizde saklanan fakat bilim için tamamen yeni olan yeni bir hücre şekli de yeni birer kavram olarak bilim tarihine geçti.
Ünlü fizik bilgini Stephen Hawking “Otoriteye dayalı din ile fikir ve akla dayalı olan bilim arasında temel bir farklılık var. Bilim kazanacaktır, çünkü bilim başarılıdır” diyor, bu söze itirazınız varsa, şu sorunun yanıtını düşünün ne olur: “Bilim bunları bulurken, dinler neyle meşguldüler?”
1) Şaban Sezgin-Resimlerle Canlıların Oluşumu
2) Elmi Ateizm-Bakû Azerneşr
3) Richard Dawkins-Yeryüzündeki En Büyük Gösteri