Bu yazılanların tamamı hayal ürünüdür!

Abone Ol
Düşler Ülkesi, Afyonlanmış Halk, Kara Saray, Şarlatan Kral ve Soytarıları!

Kral şarlatanlığa, adamları soytarılığa devam ederken, ülkesi kuşatılmış…

“Düşler Ülkesinde unutulmuş bir karabasandı, hayal dünyamda gezdiğim bu şehir! "Karabasan!!!" Bu ismi  ben koydum. Epey zamandır buradayım, mola verdim ve insanları dinlemek boynumun borcu oldu.
Hikâye bundan ibaret. Dedim ya; “Düşler Ülkesi, Afyonlanmış Halk, Kara Saray, Şarlatan Kral ve Soytarıları!”

Nereden başlasam ki? Bir kelime üzerine yoğunlaşalım o halde, bir kelime, binlerce acı içinde! Sahi neydi o kelime?

“Ah!”

Ah; az harfli, bin bir sesli acı! Ne güzel değil mi? Az harf çok sesli acı… Söylemesi de,  yazması kadar kolay; ah! Maalesef halleşmek için oturduğumuz her mecliste bir “Ah” bir de “Saray soytarısı” var…

Karabasan Şehri, Düşler Ülkesinin uğramadığım son vilayetiydi.  Buraya gelmeden önce uzun yıllar süren ve nihayetinde tamamladığım Düşler Ülkesi gezimde de aynı manzara çıktı karşıma, Düşler Ülkesinin her köşesinde durum aynı sadece isimler farklı bir “Ah” bir de “Şarlatan Kral” Şarlatan Kral’ın kim olduğunu bildiğimiz için, çok üzerinde durmayacağım. Biz yine de zerreden zümreye ulaşmanın hesabını yapalım, balık baştan kokar, kokuysa ayaktan başa çıkar! Bu öyle bir koku ki; afyonlanmış halk bile kokuyla ayılmaya başladı…

“Gözlem, halleşme, sohbet vesaire sonrası hatırımda kalan birkaç Saray Soytarısı lafsı:

- Filan yerde tuvalet girişine turnike yapılacakmış, Saray Soytarısı müsaade etmemiş!
- Filan kuruma filan adamın kadrosu devlet tarafından gelmiş, Saray Soytarısı müsaade etmemiş!
- Filan yere adam alınacakmış, Saray Soytarısından destur almak gerekiyormuş!
- Filan lokanta dışında bir yerde yemek yenilmezmiş, Saray Soytarısı işinden edermiş!
- Filan adam kız isteyecekmiş, Saray Soytarısının kızı görmesi gerekmiş!
- Filan yerde açılış olacakmış, Saray Soytarısını beklemek gerekmiş!
- Filan yerde trafik durmuş, Saray Soytarısı geçecekmiş!
- Filan yerde ağaçlık varmış, Saray Soytarısı imara açmış!
- Filan yerde esnaf kapıya iskemle, kasa, vesaire koymuş, Saray Soytarısı toplatmış!
- Filan yerde gazete çıkacakmış, Saray Soytarısının onayı gerekiyormuş!

Filanla başlayıp, mış, miş, muş ile biten ahları saymakla bitmez! Şarlatan Kral’ın, Soytarıları kendilerini o kadar büyük görüyorlarmış ki;

Burada sözünü kestim, dayanamayıp sordum: 
-Neden hakkınızı aramıyorsunuz?

Her kafadan önce ses yükseliyor sonra da kafalar ağırca öne eğiliyordu. Hatırımda kalan birkaç ses:
-Soytarı benim oğlanı filan yere soktu!
-Soytarı benim eve fazla kat verdi!
-Soytarı benim haksız kazanç sağlamama yardım etti!
-Soytarı halkın parasını başkasının parası gibi önce çarçur etti sonra bize dağıttı!

Soytarıyla başlayan cümlelerde uzayıp gidiyordu, ben hayretle dinliyordum. Michael Ağa söze devam etti, bir kıssayla:

Bir gün adamın biri son nefesini verecekmiş, evlatları adamı bırakıp Saray Soytarısını arayama çıkmışlar, o sokak senin, bu sokak benim, o makam senin, bu makam benim aramışlar, taramışlar, şehir kazan onlar kepçe bulamamışlar. Tabii bu arada babaları ölmüş! Tam cenaze namazı kılınıp, adam defnedilecekmiş ki, Soytarı çıkmış ortaya, kendinden emin adımlarıyla, burnunun üstüne düşmüş gözlükleri,  boz, çirkin yüzünde anlamsız bir ifadeyle mezar başına gelmiş! Gür sesiyle:

-Benden izin almadan nasıl ölür bu adam! Diye bağırmış, insanlar durumu izah etmiş, anlatmış, ne mümkün Soytarı Nuh demiş de Peygamber dememiş. Adamcağızın kefenlere sarılı cesedi çıkarılıp yatağına konulmuş, cansız bedeninden yayılan koku, evden yükselen feryatlara karışarak mahalleye yayılmış. Adamcağızın cansız bedeni başına gelen Soytarı:

-Ölebilirsin! Diyerek odadan çıkıp gitmiş. Adamcağız tekrar kefenlenerek mezarlığa götürülüp defnedilmiş!

Soytarı çıkınca ayağı kalkan birisi:

-Ben bu ülkeyi yöneten Şarlatan Kral’a ve her santimini kuşatmış onun Soytarılarına başkaldırıyorum! Demiş, adamdan hâlâ haber alınamıyor!

Söz sırası bana gelmişti! Çayhane dolmuş taşıyordu, iğne atsan yere düşmeyecek kadar kalabalık vardı!

“Kurda sormuşlar” diyerek başladım söze:
-Neden senin ensen bu kadar kalın?

Kurtta cevap vermiş:
-Kendi işimi kendim görürüm de ondan! Demiş.

Baylar, Bayanlar!

Bu kralı tahta siz oturtup, soytarılarını dalkavukluk ederek, şahsi çıkara gözeterek bu hale siz getirmişsiniz, bunlar size müstahak!”

Kuşatılan ülkeye, işgal başlamış, önce Kral’ı korumakla mükellef askerler işgale karşı koymuş, askerler darmaduman olmuş, halk ülkeyi kurtarmak için askerle birlik olmuş, savaşmışlar, ölmüşler sonunda düşmanı bertaraf etmişler! Geriye dönüp bir bakmışlar ki; Kral, Soytarılarını da bırakıp ülkeyi terk etmiş!

Sahi nerede kalmıştık?

Farkındayım, biraz dağınık, biraz da karışık oldu, yine de tamamlamak isterim!

Evet, hatırladım! Ne demiştik, bir kelime ve zerreden zümreye yolculuk! Ülke hayal, kral hayal, soytarı hayal, halk da hayal…

“Ah; lanet, beddua, kargış”

Alma mazlumun ahını diyeceğim de mazlumlar yok ortada! Olanlar da dipte, kıyıda ekmek derdine düşmüş; yokluktan!

Yine de alınmıştır “Ah”. Geçmiş olsun!

Hayal dünyamda bir ülkeyi “Düşler Ülkesini” daha tamamlamanın mutluluğuyla, Edebiyata merhaba!