Dünyanın en pahalı topraklarında bin yıldır büyük maliyetler ödeyerek bağımsızlığımızı korumaya çalışıyoruz. Üretmeden refah içinde yaşamaya çalışmanın bedelini ödüyoruz. 1980 yılına kadar para basarak yedik, 2001 yılına kadar ise borçlandık yedik. Devletin parası devlete satılarak milyarlarca dolar soygun gerçekleştirildi. Soyguna konu olan milyarlar ise, borç olarak yurt dışından geldi ve gene yurt dışına gitti.
Sefamız olsun diyerek, çalışmadan, üretmeden devlet kesesini soyarak, gelecek kuşakların haklarını bugünden tüketerek mutlu bir azınlık yarattık. Şimdi artık verimsizlikleri gizleyip, başarıymış gibi göstereceğimiz enflasyon gelirleri yok. Şimdi çalışma ve üretme zamanı.
Çalışan, çalışmayan, köylü, şehirli, emekli herkes daha fazla istiyor. Hiç kimse aynaya bakmak ve kendini sorgulamak istemiyor. Sanki sonsuz bir kaynak var ve biz bu kaynağı kullanarak refah düzeyimizi sürdürebiliriz! Yok böyle bir şey, maliyet, rekabet, değişim, kaynak yönetimi, verimlilik gibi kavramlardan habersiziz.
2015 yılında 500 milyar dolar ihracat, aynı veya daha az miktar bir ithalat düzeyi yakalanmadıkça, bugünkü refah düzeyimizi, güvenliğimizi ve toplumsal huzurumuzu korumamız, ülkemizin güvenliğini garanti altına almamız mümkün olmayacaktır. İşsiz ve aç kitleleri besleyen köyde yaşayan akrabaları on yıl sonra bulamayacağız.
Merak eden gidip otobüs terminallerine baksın, eylül ve ekim aylarında köylerden şehirlere gelen peynir, yağ ve diğer zaruri gıda maddelerine. Bunların hepsi köylerde yaşayan akrabaların, şehirlerdeki işsizlere toplumsal desteğidir. Artan işsizlik ve kopacak olan sosyal bağlar, bu kitleleri daha da azgınlaşmış bir şekilde gasp, hırsızlık, çeteleşmeye itecektir. 90 milyonluk bir ülke olacağız lakin 5 milyonluk ülkeler kadar üretemiyoruz. Bunu içimize sindiremeyiz. Cumhuriyetimizi kuran irade, vizyonunu muasır medeniyeti aşmak olarak belirlemiştir. Bu hedefi yakalayamayan kuşaklar, görevlerini yerine getirememiş olmanın rahatsızlığını yüreklerinde hissetmelidirler.
Sahip olduğumuz istikrar sayesinde, geleceğini planlayabilen bir ekonomik atmosferin içindeyiz. Bu atmosferi katma değere dönüştürecek açılımları ve atılımları yapmak zorundayız. Bu fırsatı kaçırır isek, enerjisini kendi içinde tüketen bir yapıya geri döneriz. İçimize kapanmanın maliyeti çok yüksek olacaktır. Çünkü üretimimiz, adil bir paylaşımı sağlayacak kadar değildir. Küçük olan pastanın müşterisi çoktur. Altta kalanın canı çıksın düzeninin en büyük destekçisi, kapalı ekonomilerdir. Şeffaf olmayan, kendisini sorgulamayan ve sorgulatmayan her organizasyon mutlaka suistimale konu olur. Gelirini giderini seffaf olarak açıklamayan aile reisleri dahi mutlaka meşru olmayan harcamalar yaparlar. Küçücük ailelerde bile olabilen bu kaçak, büyük organizasyonlarda çok daha yaygın uygulama alanı bulurlar.