Bu topraklarda yaşayan insanların erdemleri, hoşgörüleri, tokgözlülükleri vardı. Çok iyi bilirim Anadolu kasabalarında tok olduğu anlaşılsın diye ağzında kürdanla dolaşan insanları. Köyüne misafir gittiğin zaman evinde neyi var neyi yok önüne koyan, ikram edilenleri yediğin zaman seni keyifle seyreden insanları.
Komşusu açken kendisi tok yatmayan, Anadolu’nun fakir fakat gözü tok insanlarını. Evlerinin kapıları açık, birbirine güvenen rahat uyuyan insanlarını. Bir dilim ekmeğini bölüşenlerini...
İşte bu toprakları yüce yapan, değerli kılan; üstünde yaşayanları da tüm insanlıktan farklı kılan bu özellikleriydi. Paylaşma duygusuyla insan evrimini, en önemli değerlerini sergileyen bu insanlara ne oldu? Yoksa onlar Yaşar Kemal’in dediği gibi “O güzel insanlar, o güzel atlara binip gittiler” mi? Bir daha geri dönmeyecekler mi? Acımasız dünya ve ülke ekonomisi içinde birer birer yok mu oldular?
Fakiriyle, zenginiyle barış içinde kimsenin ötekinin malında gözü olmadığı bu coğrafya üzerinde yaşayan insanların huyları mı değişti? Erdemlerini ve insana ait değerlerini nerelerde bıraktılar? Binlerce yıllık bu kültür bu acımasızlıklar içinde giderek yok mu oluyor?
İnsanları gıda kuyruklarında, ekmek kuyruklarında yardım almak için birbirlerini çiğneyen bir ülke haline nasıl geldik? Sorumluları kim? Kim bu insanlara acımadı? Tamam ortalama eğitim yaşları 3,5 yıl, fert başına düşen gelirleri de anlatıldığı gibi yüksek değil. Ama tüm insanlığı imrendiren binlerce yıllık değerleri vardı.
Şimdi de bu insanlara aynen gıda yardımı, ekmek yardımı gibi ilaç yardımı yapılıyor. Dikkat edin sağlık yardımı değil. Çünkü doktorun önüne her gün yüzlerce hasta dizip, o doktordan gerçek sağlık desteği alamazsınız. O doktordan tebessüm etmesini isteyemezsiniz. Onun da insan olarak geçim kaygıları var, sorunları var.
Ne yaparsınız? O doktorları ilaç yazan robotlar haline getirirsiniz. Gereksiz yere ilaç tüketimini artırır, belki de sorumsuzca insanların sağlıklarıyla oynarsınız.
Prof Dr. Orhan Güvenen’den aldığım Birleşmiş Milletler’in Afrika’da yaptığı bir araştırma var. Doğan bir çocuğu ölümcül hastalıklardan koruyan aşıların değeri 1 dolar. Bir canlının, bir insanın yaşaması için 1 dolar; ne kadar da büyük para değil mi?
İlaçlar ücretsiz dendiğinde belki kulağa hoş geliyor. Hastanelerin eczanelerinin önünde aynen gıda ve ekmek kuyruklarındaki gibi kuyruklar oluşuyor. İnsanlar orada da birbirlerini çiğniyor, daha çok ilaç alacağım diye. Bilmiyorlar ki sorumsuzca aldıkları ve kullandıkları torbalarca ilaç hem ülke ekonomisine hem de kendilerine zarar veriyor. Bu arada gerçek hastalıklardan dolayı alınan ilaçları kastetmiyorum. Gereksiz yere aldıkları ve kullandıkları ilaçlar ise belki de gelecekte yaşayacakları sağlık sorunlarının tetikleyicileri.
Fakir insanımın hangi kolesterolü var da, onun için ilaç kullanıyor?
Karnı doyuyor mu ki, kolesterolü olsun?
Hangi kemik erimesini bu ilaçlarla dengeye getirebiliyor?
Bu arada hangi gereksiz hormonları ve kimyasalları bu ilaç talanında vücuduna alıyor?
Hastanelerimizde ve kliniklerimizde muayene etmeniz şart değil. Fakat ilaç vermeden hastayı eve gönderemezsiniz. Bu da insanımızın bilinçsizliğinden dolayı oluşan yanlışları...
Bu insanlara sosyal bilinci, sağlık bilincini, insan olabilmenin bilincini bazı şeylerden korkmadan verebilmeniz lazım. Koruyucu hekimlik için tüm fedakârlıkları yapmanız lazım.
Hasta olmadan, hastalıklardan korunmayı öğretmeniz lazım. Bu da bu ülkede yaşayıp eğitimli ve kendine aydın diyen insanların doğruları halkıyla paylaşmasından geçer. Halkıyla doğruları paylaşamayan insanlara da aydın denemez.
Sizinle geçmişte bir ekmeğini, bir yumurtasını paylaşan bu insanlar için değmez mi? Siyaset yapanlara da sesleniyorum. Siyaset halka hizmet için bir araç ise bu hizmeti bir ibadet gibi yapmayı deneyin. Biliyoruz ki halka hizmet, hakka hizmet demektir. Aldığınız her bir oyun bir kul hakkı olduğunu unutmayın. Kulun ekmeğini de, sağlığını da koruyun. Ülkenizin öncelikleri sizin kişisel çıkarlarınızın önünde olsun.
Düşünün ki; 50 sene, 60 sene sonra hiçbiriniz, ne makamlarınız, ne makam arabalarınız, ne koltuklarınız, ne de sadece size hizmet eden adamlarınız olacak. 100 sene sonra da bu dünyada yaşayan 6,5 milyar insanın hiç biri olmayacak. Sevgileri de, öfkeleri de, kırgınlıkları da, iyilikleri de, kötülükleri de...
Size bağışlanan hiç de uzun olmayan bu ömrü; insanca yaşayıp, insanca değerlendirip bir parçamız olan doğayı da yok etmeden, yaşamınızı anlamlı kılın.
Ben varım, siz de var mısınız?
“Kulağı duymayanlara sağır denir, asıl sağırlar kendi vicdanının sesini duymayanlardır.”
Eylül / 2010