Bu dağın ardında bir dağ daha var ve kayaya yakışanlar…

Abone Ol
Demir dağları eritip yeryüzüne dağılan bir ulusun balalarıyız. Aklımız kesmişti ki azıcık, şaşılası dağları gördük uzaklarda. Aşılası dağları anlattılar birazcık büyüyünce.

İlk girişimimizde; çetinliğini ayrımsadık dağ aşmanın; başarmanın kıvancını, sevincini, büyüsünü ve adrenalin denilen salgı’nın esriksi tadını tattık. Ne var ki dağlar bir değildi, aşmakla biter değildi. Aştıkça bir başkası çıkıyordu karşımıza, onu da cehd edince içimizden bir ses “Bu dağın ardında bir dağ daha var” diye fısıldıyordu. Hiç bitmiyordu bu dağın ardındaki dağlar. Ama aşmak zorundaydık. Hayat dediğin bu dağlardan ibaretti. O ki” Dağ yürümezse abdal yürür” denmişti, “Dağ dağa kavuşmaz ama insan insana kavuşur” denmişti, yürümeliydik. Ekmek de, umutta hep bu dağların ardındaydı. Aşamayınca üzülüp dövünmektense, aşıp övünmek yeğdir diyerek tırmanıp iniyorduk. Nice dağlar aşmış büyüklerimiz “Dağ ne kadar yüce olsa, yol onun üstünden aşar” diyerek yüreklendiriyorlardı bizleri.

Tanrı, dağları alçaklı yüksekli yaratmış; herkes her doruğa çıkamıyor, herkesin dağı da doruğu da kendine göre. Benim övündüğüm doruk, sana cüce gelebiliyor. Her dağ herkesin karşısına çıkmıyor. Şans, kader, kısmet... Tek dağlar var, onlar özel, yalnız, cesur ve heybetli. Sıradağlar var; baş başa olmasa da, el ele, diz dize, omuz omuza...

“Ne çıkarsa bahtıma” diyerek vuracaksın kendini bu dağlara. Vuracaksın! Himalayaları fethetme uğrunda canından olan o dağcını dediği ünlü söz gelecek aklına: “Çünkü o orada”.

Evet, o dağ dorukları insana Tanrı’yı düşündürür, eski Türkler bundan dolayı dağları Tanrı makamı olarak görmüşlerdir.

Karşı yatan kara dağların ak sarıkları vardır. Hırçın rüzgârları, boranları, dumanları vardır. Göğsü çimenli, kucakları yaylalı olanları; taş ya da altın kalpli olanları vardır. Ceylanları, kurtları, yılanları, kartalları vardır. Bilge çobanlara “Aman beyler değil yaman dağlar” dedirten amansız eşkıyaları vardır. Sen de var olmak istersen “eğil dağlar” diye komut verir, “yol ver” dağlar diye yalvarırsın. Dağlar bitsin dersin ya, aşılası dağlar bitip dağdağasız bir hayat sürmeye başlayanların pek yakında yer altı yolcusu olacaklarını da bilirsin. Yüreğin dağlanır bu gerçeği hatırlayınca. Yürek dedim de, kalp grafikleri geldi aklıma, o dağ misali iniş çıkışlar, hayat muştusudurlar aslında. Dümdüz çizgi, bitişin işareti. Yani dağ yoksa, sağ da yok.

Bu belirleme ve benzeyişler, bu çağrışımlar, ivme kazandırır çabalarına ayrılsak da adım kalmalı bu dağlarda diyerek; baka baka bağ edersin kimi dağları, kimi tepelere ve doruklara utku tırmanışları yapar, kimi koyaklara binalar dikersin. Bunların hiçbirini yapamayıp dağlara söz geçiremezsen, dağların doğurduğu taşlarla uğraşır, hârikalar yontarsın bu taşlardan.

Ve zaten mezar taşlarımız da, başımız da ve ayağımızda iki minyatür dağ değil midir? 
KAYA’YA YAKIŞANLAR

Gölge yakışır, güneş yakışır... Duman yakışır, bulut yakışır, mehtap yakışır... Yağmur yakışır, kar yakışır, deniz ve göl yakışır...  Yücelik, yalnızlık, yalçınlık ve sertlik yakışır... Bayrak yakışır; başı göğe dikili, uluyan bozkurt yakışır... Boşuna vurulmamışım bu kayalara, ne giyse yakışıyor canım... 
İliştiri: Kitaplarımda yazdıklarımı yazı olarak yayınlamam genellikle, fakat kimi zaman bunu yapmak zorunda kalıyorsunuz, yukarıdaki yazı, Cennetin Kütüphanesi adlı kitabımdandır. Diyeyim bilinsin istedim.