Bizim kışlarımız

Abone Ol

Büyükler için kış; soğuk, sıkıntı, yakacak, su sorunlarıydı… Onlar için tek mutluluk nedeni, uzun kış gecelerinin doyumsuz sohbetleriydi; ailelerin tandır başında, büyüklerin de çarşı kahvehanelerindeki sobaların başında… 


Ama çocuklar için kış; eğlence, oyun, şamata, kendini kanıtlama mevsimiydi…
Okulların “şubat tatili”ne girmesini iple çekerdik: Kışı doyasıya yaşamak için.

Konutlarımızın bacalarını –ki biz “dam” derdik- küremek, kışın bize sunduğu(!) en zorlu meşakkatti. Kar yağışını o zaman sevmezdik… Bacaları kürer, karları bacadan aşağı “tapanlar”, hafif kabarmış baca toprağını “loğ”lar işimizi bitirirdik. Ödülümüz bir sinema parası! “Bi kart” yani 25 kuruş… Bir dürüm de tereyağı ve küflü lorla zenginleştirilmiş lavaş… O akşam huzur içinde –elbette tüm kaslarımızdaki yorgunluk kasılmalarıyla- yatar, sabah kalkardık ki kar yağmış! Bacalar en azından bilek boyu kar! 

Kışın sergilediğimiz tek isyan anıdır, o an!

Kış’ın bize sunduğu güzellikler ise anlatmakla bitmez.

“Konka”larımız vardı; ağaçtan yapılmış paten… En iyi ve sağlamları şimşirden yapılırdı… Kar tutmaması ve hızlı kayması için altlarına “waks”, bulamayanlar balmumu sürerdi. İki konkanın bağlarını birbirine ilmekler, biri önde biri arkada omuzumuza atar, doğru kaymaya… Buz tutmuşsa Çoruh’ta, değilse Şingah düzünden Kaleardı’na ya da Şingah harmanlarına doğru ayaklarımızdaki konkalarla kuş gibi uçardık. Çıkış 20 dakika, iniş 2-3 dakika… Gırgır şamata da cabası…

Düşmeler, kalkmalar, kıvrılmalar, kasıtlı çarpmalar ve elbette tatlı rekabetler, yarışmalar… Yarışmalar çoğu kez, sinemanın sıcaklığında içilecek gazozuna… Bazı “gözükara” konkacılar Kayışkıran’a gider, hünerlerini orada sergilerdi… Bizim orada, Transit Yolu üzerinde konka ile kaymamız söz konusu bile edilemezdi. Biz de cesaret edemezdik…

Bir de “zanka”lar vardı… Ulaşımı sağlayan atlı kızaklardan biraz daha büyük… Özellikle Şingah mahallesinin delikanlıları zanka ile kayarlardı. Hem de Şingah’ın düzünden Bay-burt’un merkezine, saat kulesine doğru… Koca zankaya 10-15 delikanlı doluşur, en usta ikisi zankanın önünde, iki yana oturur, koca zankayı yönetirlerdi. Zankanın dümeni, önde oturanların ayak tabanlarıydı. Topuklarını yola dayayarak zankayı yönlendirirlerdi. Frenleme için iki usta aynı anda topuklarını yola dayar, zankayı durdururdu. Arkada oturanların da görevi vardı: bağırıp şamata yaratmak… Yoldakilere “kaçmaları gerektiğini” duyurmak…

Elbette zankaya daha çok gece binilirdi. Çünkü yollar tenha olacak… Bu nedenle de çocuklar pek binemezdi. Olsa olsa izleyebilirlerdi. Binmek isteyenlere de “Git cılbağa, daha ağzın süt gohir!” diye terslerlerdi. Ama biliyorum ki, amaçları, zankanın tehlikelerinden çocukları korumaktı. 

Bir de “Kırbaçoğlu”muz vardı, kışı doyasıya yaşadığımız. Bayburt’un kış “Pazar”ları orada yaşanırdı büyük-küçük. Kayağını kapan doğru oraya… Kayaklarımız hantal ve ağırdı. Ayağa bağlama düzenekleri ilkeldi. Düşmelerde kayaklar kırılır yine de ayaktan çıkmazdı. Bu nedenle de kayak kazalarının sonu pekiyi olmazdı.

Kalabalık kayak alanında çarpışmalar da olurdu. Kargaşa, şamata, tartışma… oranın temel özellikleriydi. Kırbaçoğlu kayak alanının tam ortasında bir “atlak” vardı. Yani tramplen… Bu atlak’ı ustalar kullanırdı. Biz acemiler yanından geçerdik. Büyükler Kırbaçoğlu’nun en tepesine çıkar, cakalı giysileri, gözlükleri, sopaları ve markalı kayaklarıyla hız alarak inişe geçerlerdi. Tüm gözler onları hayranlıkla ve imrenerek izlerdi. Cakayla kıvrım yaparak –şimdi slalom diyorlar- atlağa gelir uçarak taaa uzaklara inerlerdi. Biz çocuklar, onların atlama ölçüleri üzerinde hafta boyunca tartışırdık. “Süleyman daha uzun atladı!”, “Geçen hafta da Muzaffer geçmişti.”… Koca günde en hızlımız bile en çok 3 bilemedin 4 iniş yapabilirdi… Yarım saatten fazla çıkış, hem de ağır kayaklarla… Kayakları taşımak istemezsen ayağından çıkarmaz yan yan taaa tepeye çıkmaya çalışırsın; o zaman da en az 45 dakika… İniş, 3-4 dakika!

Kırbacoğlu bir okuldu. Dursun ve Süleyman Bozkurt kardeşler başöğretmenlerdi. Bizim imrendiğimiz örneklerdi. Mahmut Ardahanlı tekniği, Osman Çarpatan da atlamalarıyla ünlüydü. Muzaffer Demirhan’ın Avrupa’da tek kayakla(!) kazandığı yarış efsanesini övünerek anlatırdık. Daha adını anımsayamadığım niceleri…

Ünlerini “Bayburt” adıyla birlikte ülkemizde ve yurt dışında yıllarca yaşattılar… Dursun Bozkurt’un 1948 Kış Olimpiyatları’nda İsviçre’de yaktığı meşale, 2014 Soçi-Rusya’da Emre Şimşek ile yeniden canlanacak… Tam 66 yıl, bir kuşak sonra!  Kırbaçoğlu’nu sevindirmek için geç kalmadık mı? Hem Kırbaçoğlu yerinde mi, daha doğrusu betonlaşmaktan kurtuldu mu?

Bayburt kışlarının çocuklara sunduğu bu güzellikler şimdi nasıl yaşanıyor, bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey var ki günümüz çocukları sanırım kartopu oynamak ve havuç burunlu kardan adam yapmakla yetiniyorlar. Biz onları bebe uğraşı(!) olarak görür, Kırbacoğlu’na gidemediğimiz günlerde avunmak için onlarla ilgilenirdik.