Bir ''Yazar'' Paşa

12 Eylül yönetiminin Bakanlığa atadığı emekli generallerden biri de İbrahim Tiryakioğlu idi. Müsteşar Yardımcısıydı. “Yüzüncü Yıl Bürosu” da kendisine bağlanmıştı, dolayısıyla birlikte çalışıyorduk.

Abone Ol

12 Eylül yönetiminin Bakanlığa atadığı emekli generallerden biri de İbrahim Tiryakioğlu idi. Müsteşar Yardımcısıydı. “Yüzüncü Yıl Bürosu” da kendisine bağlanmıştı, dolayısıyla birlikte çalışıyorduk.

Bir gün Paşa beni makamına çağırdı. 100. Yıl Bürosu’nda kendisine imzaya gönderdiğimiz bir yazı önündeydi. Çay ısmarladı, sonra konuya girdi. “Bakın Yahya bey” dedi, “Bu yazıda şu paragraf şuradan değil şuradan başlatılacak, şu virgül şurada değil şurada bulunacak…”

Şaşkınlıkla susuyordum. Sonra dosyayı bana uzatırken, “Şimdi ona göre yeniden yazdırın” dedi. Dedim ki, “Paşam ben hasbelkader 12 yıl orta ve yükseköğretimde Türkçe, edebiyat ve dilbilgisi öğretmenliklerinde bulundum. Bizim öğrendiklerimiz ve öğrettiklerimize göre de…”

Ne diyeceğimi anlıyordu ve cümlemi tamamlamadan araya girdi: “Bunda sizin alınmanızı gerektiren bir şey yok… Bakın ben de bir yazarım…”

Ben kalkmak üzereyken, “Otur biraz” dedi ve devam etti. “Tercüman Gazetesi 100. Yıl dolayısıyla Atatürk ve Dil konulu bir yarışma açtı. O yarışmaya ben de bir eserle katıldım. Yakında sonuçlar açıklanacak ve benim eserim de Tercüman tarafından yayınlanacak…”

Paşa’nın kazanacağından gayet emin olduğu bu yarışmaya ben de katılmıştım. Söylemedim elbette. Çünkü ben sonucun ne olacağını tabii ki bilemezdim de. Tiryakioğlu Paşa işi garanti gördüğüne göre söz konusu yarışmaya müdahale de edilmiş olacağı akla geliyordu.

Evet, Tercüman’ın 100. Yıl Yarışmasına katılıp katılmama konusunu düşündüğüm bir sırada Galip Erdem bana “Senin yerinde olsam bu yarışmaya asılırdım” demiş ve beni cesaretlendirmişti.

Aradan aylar geçmiş ve yarışma sonuçları açıklanmıştı. Tercüman gazetesi kazanan eserleri ve sahiplerini sürmanşetten veriyordu. Fakat Tiryakioğlu Paşa yoktu, ben vardım.

Ödül töreni için uçak biletlerimiz gönderiliyor, Hilton’da misafir ediliyoruz. Seçkin, kalabalık bir davetli topluluğu, Hilton’da bir arada. Yemekli sohbette her masada tanınmış, renkli simalar. Askeri mahkemedeki savunmaları ile büyük ilgi toplayan Agah Oktay Güner de yeni tahliye edilmişti ve oradaydı.

Tarık Buğra Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Cüneyt Gökçer, Prof. Mehmet Kaplan, Prof. Muharrem Ergin’le aynı masadayım. Ayten Gökçer, Turan Güneş’in de bulunduğu bir başka masada. Cüneyt Gökçer ufaktan bir dedikodu çeşnisi katarak Turan Güneş’in muzipliklerinden söz ediyor. Bodrum’da aynı yazlık sitede komşu imişler. Kıbrıs çıkarma harekâtı döneminin Dışişleri Bakanı Turan Güneş artık “Ayşe tatile çıksın” cümlesi ile akıllara geliyordu.

Bir ara Tarık Buğra’nın yanına bir genç geliyor, onunla tanışmak istiyor ve masamıza oturuyor. Gelen genç adam yerli romanları pek sevemediğini, yabancı romanları tercih ettiğini söylüyor. Tarık Buğra’nın yüzü asılıyor. Ben konuyu değiştirmek maksadıyla Çehov’dan söz ediyor ve misafir gence Çehov’dan ne okuduğunu soruyorum. Cevap yok. Ben devam ediyorum, Tarık Buğra’nın eserlerinde bir Çehov çizgisi olduğunu söylüyorum.

Bu defa Tarık Buğra öfkesini benden alırcasına patlıyor… “Söylerler… Tarık Buğra’nın Çehov taklitçisi olduğunu bile sıkılmadan söyleyebilirler…" Benim maksadım hiç de bu değildi. Cüneyt  Gökçer araya giriyor ekliyor… “Yani Şekspirvari diye bir tanımlama vardır… Bu, Şekspir taklitçisi anlamında olmayıp, aynı sanat ekolüne ait olmayı ifade eder…”

Masadaki soğuk esintinin imdadına kürsüden sunucunun yaptığı açılış anonsları yetişiyor. Ödül sahipleri kürsünün olduğu platforma çağrılıyor, ben de çağrılıyorum ve kalkıp yürüyorum.

Ödül belgesi ve çek zarfını alıp, davetlileri selamladıktan sonra masama gelip oturuyorum. Mehmet Kaplan ve Tarık Buğra’nın dışındaki masada arkadaşlar tebrik ediyorlar. Ben de kafama takmıyorum, belki de alkolün etkisiyle olan bir dalgınlıktır diye düşünüyorum.

Birisi roman ve hikâye yazarlığında, diğeri edebiyat eserleri tahlilciliğinde otorite olmuş bu ünlü kalemlerin beni kıskandıklarını düşünecek halim olamazdı.

Ben kıskançlığı hep çocuksuluk olarak düşünmekteydim. Hele belli bir konuma gelmiş ve kendini kabul ettirmiş şahsiyetlerde böyle bir duygunun olacağı hiç aklımdan geçmezdi. Masamızdaki bu sahneyi her zaman aynı düşünce ile izah etmekle beraber, daha sonra yaşadığım nice olaylar ve tecrübeler bana gösterecekti ki, bu iyi niyetimde yanılıyormuşum.

Gün gelecek, bu iyi niyetimi kaybedecek, artık böyle durumlara tepki vermeye başlayacaktım. Hatta o sakin mizacımın yerini zaman zaman kavgacı bir ruh hali alacaktı. Hep iyi niyetle düşünmenin, herşeye bu gözle bakmanın insanın kendisini ezdirme noktasına sürükleyebileceğini sezmeye başlamıştım.

O gece Ilıcak ailesinin ikinci gazetesi “Bulvar”ın ilk sayısı davetlilerin masasına dağıtıldı. Sahipliğini Nazlı Ilıcak’ın üstlendiği bu gazete, adı gibi bir bulvar gazetesiydi. Bu konuda söylentiler muhtelifti. Kimilerine göre, Kemal Ilıcak, Tercüman’dan uzak tutmak için eşi Nazlı Hanıma böyle müstakil bir gazete tahsis etmiş oluyordu.

Ertesi gün Tercüman Gazetesi ödül törenini birinci sayfadan, resimlerimizle birlikte, geniş bir şekilde vermişti.

Daha ertesi gün ise Bulvar Gazetesi ödül törenine birkaç sayfayı ayırıyor, fakat öyle bir gecenin ne maksatla yapıldığı bile anlaşılmıyordu. Siyaset iş ve basın dünyasının ünlü isimleri kare kare resimlerle sergileniyor, ödül sahiplerinin adı bile geçmiyordu. Demek bulvar gazeteciliği böyle bir şey dedi…

Ankara’ya, Bakanlığa döndükten sonra Tiryakioğlu Paşa, hiç bilmiyormuş gibi davrandı. Aradan bir süre geçtikten sonra “Özlem Yokuşları” adlı çocuk romanım, ilgili kurullardan geçip, Bakanlık yayınları arasında basılma aşamasına gelmişti. Kitabın kaç adet basılacağı, Tiryakioğlu’nun onayıyla belli olacaktı.

Dairenin teklifi 15 bin adet basılması yönündeydi. Paşa yazıyı bekletiyor. Daha sonra baskı adedinin 5 bine düşürülmesini istiyor, ilgili daire başkanı bu dizideki kitapların ilke olarak 15 biner adet basıldığını söylemesiyle de çekincesini geri alıyor ve kitabım da yayınlanmış oluyordu.

Ağustos 2013

Editör: Yahya Akengin'in kırk yıllık hatıralarını içeren yazı dizisi devam edecek...