Bir sonbahar, iki şehir

Abone Ol

Güneş doğdu.

Şuh ve kaprisli bir hava yine gri Ankara'da.

Kuşlar heykeli kuşatmış, kadınlar süslü ve vakur, erkeklerin başları önlerinde. Sıcak bir simit alıp kokladım ilk önce, seyyar bir çay, birde sigara.

Yorgunum, yalnızım... Yorgunluğumun yaşamak gibi bir gayesi var. Yalnızlığımın da.

Hayat beni çağırıyor...

Güneş doğdu.
Kuşlar ötüyor, gökyüzü sonsuzluk, gökyüzü mavi.

Tüm şehirde noksansız gri hakim, insanların yüzleri asık. 

Evsiz çocuk merdiven altında uyuyor usulca "merhaba" deyip son paramla aldığım simidi kucaklarına bırakarak geçiyorum yanından, uykudan uyandırmadan.

Güneş batıyor beton yığını ardında. Mesai bitimi ve Ankara.

Kızılay insan seli, bir çay söyleyip dalıyorum karanlığa...

***

Ve Bayburt beni çağırıyor...

Sonbahar kapıda, memleket aklımda. Güneş batıyor dağlar ardına...

Çoruh boyu dizilen kavak ağaçlarının yaprakları sararmaya başlamıştır. Akşam esen hafif rüzgar, gece soğuyan hava güneş belirinceye kadar şehri esir almıştır. Rıhtımda iskemleler akşamları içeri alınıp, kahvehaneler duman altı olmaya başlamıştır yine. Her ne kadar doğal gaz gelmiş olsa da kış temizliği ardından sobalar kurulmaya başlamıştır yine.

Şimdi Bayburt'ta olmak vardı, taze bir çay söyleyip buğusunu içime çekmek!

Kavak ve söğüt!

Bayburt'un kol kola gezen iki sembolü. Her yerde sıkça görebileceğimiz iki ezeli arkadaş... Ebede yürüyorlar umutla!

Ağaçlar yapraklarını dökmeye hazırlanırken, Bayburt ve Bayburtlular gurbetçilerini göndermenin hazırlığında.

Eylül hüzün, 
Eylül acı, 
Eylül ayrılık...
Eylül memleketimde gidenleri uğurlama mevsimi!

Kah gurbete gönderilen kocanın, kah okul için gönderilen evladın arkasından salla beyaz mendil. Peki Bayburt dışında yaşayanlar?

Gözyaşı dökerek uğurlanırlar gurbet eline.

Güneş ufukta, gidelim rıhtıma demli bir çay içip gelen sonbaharı karşılamaya...

Sonbaharı takvimden değil gidenlerden anlar Bayburtlular. Bir otobüs daha hareket ediyor, ardından sallanan eller, dökülen gözyaşları arasında..."
                                                                                                     *
Gözümü açtığımda kalabalık dağılmış, seyyar satıcılar sergilerini topluyordu. Önce hesabı istedim, sonra sigaramı yakarak kayboldum Kızılay'ın karanlık sokaklarda...

Yağmur yağıyordu, toprak değil memleket tütüyordu burnumda!