BİR SAHTEKÂR ŞEYH VE ÜFÜRÜKÇÜ HİKÂYESİ; ŞEYH ÖMER

Abone Ol
Gerek İslam dünyasında ve gerekse Hıristiyanlık dünyasında zamanından beri insanların dua yoluyla şifa bulmaya olan inanışlarını istismar eden binlerce insan çıkmıştır. Bu insanlar halkın saf ve temiz duygularını şahsi çıkarları uğruna pervasızca kullanmaktan hiç çekinmemişlerdir. Bu yolu seçen istismarcılar zaman zaman kendilerini kutsallaştırmak için dini kutsalları da kullanmakta oldukça cesur davranmışlardır. Gerektiği zaman devlet ve siyaset gücünü de arkalarına almak için olmadık hokkabazlıklardan ve yalanlar uydurmaktan geri durmamışlardır.

Bugün de aynı istismar devam etmektedir. Bunu zaman zaman gazete, radyo ve televizyon gibi iletişim araçlarında müşahede etmekteyiz. Devlet ve yöneticiler bu tür insanlara karşı birçok tedbirler alsa da bunun önüne geçmeye muvaffak olunamamıştır, iletişim ve güvenlik alanındaki teknolojik ilerlemelere rağmen alınan tedbirlerle zamanımızda bile bu şarlatanlıkların önüne geçilemediğini göstermektedir.

Zamanımızda da varlığını sürdürme zemini bulabilen bu şarlatan taifesi, tarihin çeşitli dönemlerinde çeşitli şekillerde karşımıza çıkmaktadır. Osmanlı Arşivi belgelerine de yansıyan bu tür olaylardan biri de Selanik Vilayeti yakınlarında, daha önce Selanik’e bağlı bir kaza iken bu tarihlerde Yunan idaresi dahilinde bulunan Yenişehir’de cereyan etmektedir.

Osmanlı'nın son dönemlerinde Selanik yakınlarındaki Yenişehir kasabasında ortaya çıkan bir Üfürükçü sahte Şeyh ile ilgili olarak Yenişehir Şehbenderliği tarafından Hariciye Nezaretine gönderilen bir yazıda bu şarlatanların cüretkârlıklarını apaçık görmekteyiz.

Söz konusu belgede kendisini Medine-ı Münevvereli olarak tanıtan şahsın aynı zamanda bununla da yetinmeyip devlet tarafından bu iş için özel olarak görevlendirildiğini söyleyecek ve hatta devletin diğer görevlilerini bir takım şikâyetlerle rahatsız edecek derecede cüretkârlıklara giriştiğini görmekteyiz. Bu cüretini de devletin etkili görevlilerine olan yakınlığından kaynaklandığı hakkında yapılan tahkikattan anlaşılmaktadır. Zira yapılan tahkikatta Medine-ı Münevvere ile bir ilişkisi olmadığı ve Trablusgarplı olabileceği belirtilen bu şahsın Selanik’te bulunan Askeriye komutanlarından yani bugünkü anlamda Jandarma karakol komutanı veya polis komiseri diyebileceğimiz bir devlet görevlisinin damadı olduğu anlaşılmıştır. Ayrıca iletişimin günümüze göre oldukça yavaş olduğu o dönemin şartlarında kendisini devlet tarafından hususi olarak görevlendirildiğini de söyleyen bu adam bu sayede hem dini kisvesini hem de devlet otoritesini şahsi çıkarı için kullanmada oldukça cesur davranmıştır. Bu sayede cebi para gördüğü gibi kendisine özel olarak bir kâtip tahsis edip Yenişehir’de bulunan devlet görevlileri hakkında şikâyetlerde bulunarak haklarında işlemler yaptırttığı da anlaşılmaktadır.

Aşağıda günümüz Türkçesiyle sunduğumuz bu belge ve olay tarihin tekerrürden ibaret olduğu vecizesini bir kere daha tasdik etmektedir. Dün yaşananlar bugün de daha gelişmiş ve modern usullerle aynen yaşanmaktadır. Dünkü şarlatanlar da insanların dini hassasiyetlerini ve devlet görevlilerinin nüfuzunu şahsi çıkarları için cesurca kullanıyorlardı; bugün de kullanıyorlar. Sadece aktörler farklı. Tabi ki, usuller biraz daha gelişti. Artık medyumlar, sihirbazlar, cinciler, muskacılar internet siteleriyle işlerini yürütüyorlar ve “çağdaş” usulleri kullanıyorlar. Aynı zamanda devlet görevlilerinden, siyasilerden, sanatçılardan, meşhur ve zengin şahsiyetlerden kendilerine müşteri bulabiliyorlar.

Hikâyeyi dile getiren belge şudur:
HARİCİYE NEZARETİ CELİLESİNE(1)

Devletlu Efendim Hazretleri;

Burada Medine-ı Münevvere ahalisinden olduğunu söyleyen, hakikat-ı halde (gerçekte) nereli olduğu anlaşılmayan, Trablusgarb Vilayetinden olması muhtemel bulunan Şeyh Ömer namında birisi türedi. Bu adam buraya geleli sekiz ay oldu. Bir iki ay kadar Kıpti Mahallesinde bir kahvede yattı kalktı. Bilahare İslam Mahallesinde bir odaya nakleyledi. Üfürükçülüğe keremiyet (cömertlik, gayret) verdi. İslam, Hıristiyan, Musevi, Kıpti herkesi okudu, üfledi. Hala da okuyup üflüyor. Mahalli ahalinin İslam ve Hıristiyanlarıyla ülfet kurunca Çingenelerden yüz çevirdi. Cepleri biraz mangırlanınca (bol para kazanınca) kıyafetini de düzeltti. Kürk giydi. Dolambacı yemenilerini çıkardı. Yalnız başındaki fesin üzerine sardığı sarığın ucunu omuzlarına kadar indirdi. Şürefadan (hatırı sayılır kişilerden) olduğunu ve gerek Dersaadet ‘te (İstanbul'da) ve gerek Medine’de mukim Sulale-ı Tahire-ı Nebevi’ye (Peygamber sülalesine) mensup zevat-ı kiramın akraba ve taallukatından bulunduğunu ilan etmekten ve müddeasının ispatı güya bendelerine ibraz eylemiş olduğu silsilenamesiyle de ayan olduğunu işa' dan (yaymaktan) çekinmedi.

Ale’l-husus (Özellikle) Taraf-ı Hazret-ı Hilafetpenahi’den (Padişahtarafından) buraya memuren izam edilmiş olduğunu (görevli olarak gönderildiğini) da bütün kasabaya yaydı. Cüreti ol dereceye vardı ki, Şürefadan olduğundan ve taraf-ı Hazret-ı Padişahi’den bir memuriyet-ı mahsusa ile Yenişehir’de bulunmakta idüğünden bahisle bura Emlak-ı Hümayun memuru hakkında Selanik Emlak-ı Hümayun İdaresine şikâyet eyledi. Makam-ı Mualla-yı Hazret-ı Hilafetten bir vazife-i hususiyi haiz ve Şürefadan olduğunu da dermeyan eylemesi tabiiyeten meseleye ehemmiyet verilmesini intaç eyledi.

Bunun gibi daha birçok şikâyetnameler tahrir ettirdikte ve kendisine vazife-ı kitabeti ifa ettirdiği şahısla burada mevcud efkar-ı faside ashabından alet-ı tezviri almakta idüğü anlaşıldı. Esasen merhum Damad Mahmud Paşa Kethüdası, burada mülteci Salih Bey ve onun yanından ayrılmayan eşhas ile mütemadiyen ülfet eylemekte bulunması da şayan-ı işarettir.

Üfürükçü olan bu şeyh, sanat-ı mekruhesinden dolayı bir iki defa polis idaresine celp olunarak sihirbazlık eylemekten vazgeçmesi ihtar olunduğu halde bundan iki ay akdem yine iğfala muvaffak olduğu, üç seneden beri meflûç yatan Yahya Efendi ile iade-ı afiyet eyledikte tediye edilmek üzere elli liraya pazarlığı güya teati eylemedikleri senedi, tarafeynin badi-ı emniyeti olmak üzere Halim Efendi namında birinin ismine tanzim eylemişler amma tütsü ve buhur ücreti on beş liranın kendisine ayrıca verilmesini şeyh maşrut kılmış.

Selanik’te Kıpti Mahallesinde iki odalı bir barakada sakin ve Askeri Kanunlardan (askeri zabıta) Mestan Efendi namında birinin damadı olduğunu öğrendiğim bu üfürükçünün kendisini taraf-ı Hazret-ı Padişahi’den memuriyet-ı mahsusa ile buraya gelmiş Şürefadan bulunduğunu ilan ve işa’a ve bu namlarla Makamat-Aliyeyi ve Zevat-ı Kiramı tasaddi eylemesi min-külli’l-vücuh pek çirkin olacağından bu adam hakkında şerefsadir buyurulacak iradat-ı devletlerinin erzanını istirhama mütecasir oldum.


Olbabda emr ü ferman hazret-ı menlehü’l-emrindir.24 Mart 1320 (6 Nisan 1904)


Daha önceleri Osmanlıya bağlı olan Selanik Vilayetinin kazası olan Yenişehir bu tarihlerde Osmanlı'nın elinden çıkmış olduğu için buraya Şehbenderlik açılmış olduğu görülmektedir. Aynı zamanda Selanik bu tarihlerde Osmanlıya bağlıdır. Belli ki, bu dönemde Yenişehir Yunan idaresine olmasına rağmen Müslüman ahalinin yoğun olduğu ve hala Osmanlı'nın burada görevli memurlarının bulunduğu da buradan anlaşılmaktadır.

Devlet tarafından bu üfürükçü hakkında yapılan takibat ve tahkikat neticesinde gerçek yüzünün ortaya çıktığını yapılan yazışmalardan anlıyoruz. Yukarıda belirttiğimiz gibi bu şarlatanla ilgili olarak Yenişehir şehbenderinin Hariciye Nezaretine gönderdiği yazı üzerine Hariciye Nezareti durumu Sadaret makamına bildiriyor. Sadaret makamı da Dahiliye Nezareti tarafından tahkikat yapılması için gerekli emri veriyor. Bunun üzerine Dahiliye Nezareti’nin Selanik Valiliği tarafından yaptırdığı tahkikat neticesinde bu şarlatanla ilgili olarak bu günlerde de defalarca ekranlara getirilen günümüz şarlatanları gibi yaptıkları melanetler ortaya çıkıyor.

Aşağıda günümüz Türkçesinyle vereceğimiz tahkikat neticesinden de anlaşılacağı gibi bu şahıs tahminen on beş sene önce Yeniceye gelmiş; burada hanımının vefatı üzerine Selanik’e geçip Polis Mestan Efendi’nin kızıyla evlenmiş. Daha sonra kirada oturduğu ev sahibini dolandırıp Yenişehir’e kaçmış olduğu burada da bazı saf çocuk ve kadınlara tecavüz ettiği, okuyuculuk ve dolandırıcılık işleriyle iştigal ettiği ve Yenişehir’e bunun için gittiği anşılmaktadır.

Yenişehir’in Osmanlı idaresinde olmadığını da düşünecek olursak bu şarlatanın Yenişehir’de kendisine yeteri kadar Müslüman ve Hirıstiyan müşteri bulabileceğini düşünerek; burayı, takipten uzak bir şekilde sanatını icra edebileceği bir yer olarak seçmesi oldukça kurnaz biri olduğunu göstermektedir.

Şeyh Ömer namıyla bilinen bu üfürükçü ile ilgi Selanik Valiliği tarafından yapılan tahkikat neticesinin günümüz Türkçesine çevrilmiş hali şöyledir:

Suret2

25 Nisan 1320 tarihli yazıya Cevap. İş’ar buyrulan Şeyh Ömer aslen Medine-ı Münevvere ahalisinden olup tahminen on beş sene önce Yeniceye geldiği ve orada müteehhilen (evli olarak) sakin iken üç yüz on altı tarihinde zevcesinin vefatının vukuu hasebiyle Selanik’te Yakubpaşa ve Yenikapı Mahallelerine nakl-ı mekan edip Polis Mestan Efendi’nin kerimesiyle evlendikten sonra üç yüz on dokuz senesi Haziran ayının ortasında hanımını burada terk ederek kiracı olarak oturduğu hanenin kira bedelinden on altı gümüş Mecidiyeyi sahibine vermeyip dolandırarak Yenişehir’e gittiği ve bu şahsın burada bulunduğu müddetçe bazı saf çocukları ve umumhane kızlarını iğfal ve okuyuculuk ve dolandırıcılıkla iştigal eylediği ve Yenişehir’e gitmesi böyle maksada mebni olduğu polis müdüriyetince icra kılınan tahkikattan anlaşıldığı arz olunur. Olbabda...


1 Mayıs 1320 (14 Mayıs 1904)


Ne garip tecellidir ki bu notları yazdığım günlerde bir akşam televizyon haberlerinde gizli kamerayla çekilmiş üfürükçü haberleri vardı. Olay tıpatıp bu belgelerde geçenlere benziyordu. Kağıthane’de Hamit Hoca adıyla nam salmış bir üfürükçüye hasta numarasıyla giden tv muhabiri uydurma bir hastalık söyleyerek hocadan yardım istiyordu. Hoca da kendisinin içinde cin olduğunu keşfedip tedavi için kendisine gereken işlemi yaptıktan sonra vizite ücreti olarak 50 YTL talep ediyordu. Görünüşte insanlara yardımcı olan dini bütün bir hocanın bu işi para için yaptığı hem bu görüntülerle tespit ediliyordu hem de daha önce bu şahsa gidip gelmiş tanıdıklarımızın ifadelerinden de anlaşılıyordu.

Aynı programda bir başka üfürükçü hasta numarasıyla kendisine müracaat eden muhabire şifa bulması için yarasa kanıyla banyo yapması gerektiğini söylüyordu. Para karşılığında da kendisine bir şişe yarasa kanı adı altında kırmızı bir sıvı veriyordu. Bu sıvının laboratuvarda yapılan analizinde ise bu sıvının salçalı su olduğu ortaya çıkıyordu.

Son günlerde başka bir sahtekâr'ın Türkiye'nin çeşitli yerlerinde Şeyh sıfatıyla binlerce insanı peşine taktığı ve müridlerinden birisinin çocuk yaştaki kızını kendisine nikâhladığını ve cinsel tacizde bulunduğunu bu sebeple tutuklandığını gördük.

İnsanımız cehaletten kurtulmadıkça ve dini aslından öğrenmediği sürece bu tür üfürükçü ve istismarcı sahtekârlar olmaya devam edecektir. Onların arkasına takılanların desteğini almak için onlara göz yuman ve hatta cesaret veren siyasetçiler ve onlardan çıkar elde eden devlet görevlerinin varlığı da hem tarihte hem de günümüzde bu sahtekârların varlığını sürdürmesine sebep olduğu da ne yazık ki bir gerçektir.

Arşiv belgelerinde söz konusu edilen Yenişehir’deki Şeyh Ömer adıyla tanınan üfürükçü ile Kağıthane’de Hamit Hoca adıyla tanınan şahsın ve Akyazı'daki sahtekâr Şeyh'in, zaman olarak aralarında bir asırdan fazla geçmesine rağmen icra ettikleri “sanat” aynıydı. Bu istismarcıların dün olduğu gibi bugün de deşifre edilmesi ve takib edilmeleri insanlık ve din adına en büyük hizmet olsa gerektir.

Bütün bunlardan sonra yoruma ne hacet...

Ancak burada bir parantez açarak bir psikoterapi metodu olarak dua ile tedavinin yüz yıllardan beri uygulanmakta olduğunu ve müsbet neticelerinin alındığı gerçeğini de ifade etme ihtiyacını duyuyorum. Böyle bir gerçeğin varlığını bilerek bunu istismar eden şarlatanlarla insanlara gerçekten karşılık beklemeden yardım etmeye çalışan ve bu işi bilen kimseleri aynı kefeye koymamak gerektiği kanaatindeyim.

Yazımızın başında belirttiğimiz gibi insanların dua ile tedaviye olan inançlarını istismar ederek üfürükçülük işini meslek edinmiş ve bir takım tesadüfi sonuçlarla veya sihirbazlık marifetleriyle amacı para kazanmak olan şarlatanlarla dua terapisi yoluyla insanlara yardımcı olmayı amaç edinen samimi insanları birbirinden ayırt etmek gerekiyor. Böyle insanlar çıkarları için mukaddeslerini kullanmadıkları için zaten bilinmezler. Kötü ve fenalıklarıyla hiçbir zaman anılmazlar. Onlar yardımcı oldukları insanların gönlünde saklıdırlar ve hep de öyle kalırlar.