"20 Kanûn-ı Sanî'de (Ocak 1918) Popof, benimle gezmeye gitmek istediğini söyledi. Bende memnuniyetle kabûl ettim. Popof, bu gezintinin bir kaç gün devam edeceğini söyledi. Ben de vazîfemi (geçenlerde Graduk hastahanesi civarında rast geldiğimiz) hemşîre Maryana'ya verdim. Kar münasebetiyle kızakla Konisi köyüne gittik. (Burası bu günkü adıyla Konursu kasabasıdır. (a.g.y de) “Kotis” şeklinde yanlış okunmuştur. Zira tarif edilen yerde “Kotis” adıyla bir köy yoktur. Tarif edilen yerde ve bir Rus hemşirenin talaffuzuyla “Konisi” diye söylediği bu köy bu günkü Konursu kasabasından başkası değildir.) Sekiz-on kadar Ermeni süvarîsi vardı. Konisi (Konursu) köyünde muhtar imamın evini bize hazırladı. Yemeğimizi de muhtar temîn etti. Güzel güzel yemekleri getirdiler. Daha sonra ben kendi odama çekildim. Popof'da kendi odasında idi. Gece yarısı sularında bir takım feryat, vah, efgan sesleri ile uyandım. Hemen odamın kapısını açtım. Orada bir Türk genci vardı. "Ne var!" diye sordum. O, benim Popof'un dostu olduğumu zannederek "bir şey yok" dedi. Popof'un odasında olup olmadığını sordum. Onun uyumakta olduğunu söyledi. Bîçare benden korktu. Orada bir Ermeni askeri gördüm. Sordum, "Niçin böyle yapıyorsunuz" dedim. O güldü ve benimle alay etti. Hâlbuki ben iyice biliyordum ki bunları Ermenilerle müşterek olarak Popof yaptırıyordu. Ermeni askerlerine ben Popof'a söyleyeceğim dedim. Onlar "Ah, istersen söyle!" dediler. Hemen Popof'un oda kapısını çaldım. Gecelik elbisesiyle idi. Af diledim ve meseleyi anlattım. O, güya haberi yokmuş gibi Ermeni askerlerine göz kırparak darıldı ve "Yapmayınız!" dedi. Hâlbuki ben odama çekildikten sonra Popof’un Ermenilere ne kadar lira aldıklarını sorduğunu işittim.
Ermeniler, Türk evlerini abluka ederek para, eşya, erzak, meyve her ne var ise alıyorlardı. Zavallı kadınları, ihtiyar ve gençleri fena halde dövüyorlardı. Fakat benim yanımda kimseyi öldürmediler. Güzel kız ve kadınların namûslarına da taarruz ettiler. Ertesi sabah diğer bir köye hareket ettik.
Ermeniler eşya ve erzak götüremediler. Yalnız lira ve paraları aldılar. Fakat Popof, Ermeni askerleri için köylerden inek, öküz, koyun, keçi, kuzu, bargîr, katır, eşek alıyordu. Görünüşte para ile satın alınmış gibi oluyordu. Halbuki asla parası verilmiyordu. Her köyde Popof, imam ve muhtarı çağırarak böyle tenbîhat veriyordu. Üç köyden böylece geçtikten sonra dördüncü köyde geceyi geçirdik. Popof tekalîf-i harbiyye tarh ediyordu. (Harp vergisi topluyordu.)
Bu köylerin cümlesi Çoruh vadisinin tarafeynindedirler. (a.g.y de burası “Çoruh ve Ersinek taraflarındadır” şeklinde yanlış olarak okunmuştur. Doğrusu “Çoruh vadisinin tarafeyninde” olacaktır. Yani bu geziye çıktıkları dört köy Çoruh vadisinin iki tarafındadır. Bu tarife göre de yukarda zikredilen “Konisi” köyü bu günkü Konursu kasabasıdır.) Konisi köyü, Ulu caddesi (Büyük yol, ana yolu) üzerinde, Bayburt'tan sekiz versta uzaktadır. (Versta bir Rus uzaklık ölçüsü birimidir. Yaklaşık 1060 metre /1,06 km'ye tekabül etmektedir.) İçinde büyücek bir Ermeni kilisesi vardır ki bu şimdi haraptır. (Burada hatıratın yazarı Tatyana Karemeli’nin bahsettiği bu dört köyün isimleriyle özellik ve mesafelerini karıştırdığını düşünüyorum. Zira adını zikrettiği Konisi/Konursu köyünün Bayburt’a uzaklığı yaklaşık 15 km'dir. İçerisinde kilise de bulunmamaktadır. 8 Versta – yaklaşık 8,5 km uzaklıkta ve içerisinde kilise bulunan köy ise aynı yol üzerindeki Hayık-ı Süfla bu günkü adıyla Dikmetaş köyüdür. Arşiv kayıtlarından da anlaşılacağı gibi bu Hayık-ı Süfla köyünde kilise mevcut idi. Dördüncü köy olarak zikrettiği köy ise Coruh vadisinin iki tarafında bu sıraya göre Konursu köyünden sonra ya Çoruh Nehri'nin diğer kenarındaki İşbonos, bu günkü adıyla Adabaşı köyü ya da Konursu ile hudut olan ve yine Çoruh kenarındaki Ağunsos, bu günkü adıyla Çayırözü köyüdür. Konursu'ya yakınlığı dikkate alındığında İşbonos/Adabaşı Köyü olması ihtimali daha kuvvetlidir.)
Muharebede topçu ateşi ile harap olmuştur. Bu dördüncü köyde de geceleyin yine aynı mezalim ve fecaati yaptılar. Sabahleyin kalktık. Oda bulunmadığı için o gece ben, bir de Serkis isminde bir Ermeni neferi bir odada yatmıştık. Çay içerken 19 yaşlarında gayet beyaz ve güzel fakat üstü başı yırtık, kirli bir kadın geldi. Zavallı ağlıyordu. Ben "Ne var!" dedim. Popof, "Bunun kocası asker iken esîr olmuş, Palu'da bulunuyordu. Oradan firar etmiş, burada imiş. Kocasını teslîm ederse gitsin. Aksi takdîrde kendisini kollarını bağlayarak Bayburt'a götüreceğim ve kendisini askerlerime orospu olarak vereceğim." demiş. Kadın kocasından haberi olmadığını söyledi. Kendi namûsundan pek korkuyordu. Bana yalvardı. Nihayet hareket ettik. Popof, kadını kızağa aldı. Yolda Ermeniler, "Bu kadın benim!" öteki "Yok benim!" diyorlardı. Yüzü kapalı, yalnız gözleri açıktı. Bir Ermeni, güzel olup olmadığını bana sordu. Kadının yüzüne gizlice baktım. Cidden pek güzel idi. Askere dedim ki "Gözleri güzel, ama yüzü pek çirkin, çiçek bozuğu, murdar ve hastalıklı bir kadın" dedim. Ötekiler tükürdüler. (İğrendiler.)
Ayın 23'ünde, (23 Ocak 1918) Bayburt'a gittiğimiz vakit bu kadına dikkat etmesi için Anna'ya tenbih ettim. Sonra Bayburt mahallelerinden birisinin muhtarı akrabası çıktı. Kocasını tuttular ve bu ihtiyar bu kadını evine aldı. Emînim ki bu kadının namûsuna dokunamadılar. Çünkü ben ve Anna muhafaza ettik. Kocası olan o Türk esîrini tekrar Erzurum yoluyla Tiflis'e sevk ettiler. Bu zavallı askeri Maden Hanları'nda yolda öldürmüşlerdir. Çünkü en adî bir bahane bularak Ermeniler Türkleri yollarda öldürüyorlardı. Bedbaht kadın, Ermeniler zorla ırzına geçse kocasının kendisini keseceğini söyleyip ağlıyordu.
Henüz Ruslar Bayburt'ta iken Popof'un sevgilisi Anna'nın isim günü idi. Popof büyük bir balo verdi. Bu baloya ben de davetli idim. Gittim. Fevkalade mükemmel yemekler, meyveler ve her şeyler vardı. Ben onlara kendimi Moskova'da zannettiğimi söyledim. Çünkü muharebe yerlerinde bunları bulmak kabil değildir. Gece yarısına kadar yedik, içtik, eğlendik, avdet ettik. Baloya Nikitin isminde bir menzil doktoru davet edilmişti, gelmedi. Bu, şahsen çirkin fakat kalben pek güzel, değerli bir genç idi. Gayet güzel şarkı söylüyordu. Nikitin, Anna'yı fevkalade seviyordu. İhtimal, Popof olmasaydı bu doktor Anna ile evlenecekti. Fakat Anna, Popof'u seviyordu. Ertesi günü Anna bana geldi. Pek kederli idi. Sebebini sordum. Dedi ki: "Doktor acaba niçin gelmedi?" Ben, "Belki hastadır. İhtimal, işi var." dedim. O "Hayır!" diyerek göğsünden bir mektûp çıkardı. Doktor Nikitin yazmıştı ki, "Doğum yıl dönümünüzü tebrik ederim. Memnuniyetle gelmek istiyordum. Fakat, oradaki yemeklerin ve sairenin kırbaçla, dayakla, vahşiyane işkencelerle zavallı fakîr Türklerden cebren, zulmen alındığını bildiğim için gelmedim. Çünkü böyle şeyler beni boğar, boğazımdan geçmez. Bu sebeple beni affediniz." Ne yazık ki biz bu yemeklerden yemiştik. Pek müteessir olduk.
Esasen ben biliyordum. İhtilalden sonra Popof'a, subay yerine Havrin isminde bir nefer yaver olmuştu. Bu melûn, Türklere pek çok fenalıklar yaptı ve o balo için zannederim bu neferin büyük gayreti geçmişti. Anna o mektûbu yaktı ve pek müteessir döndü. Filhakika balodan bir-iki gün evvel birçok adamlar getirmişlerdi ki yüzleri gözleri mosmor olmuş, şişirilmiş bî-çarelerdi. Bittabi paraları, neleri var ise alıyorlardı. Zavallı fakîrler, elbette gönül rızasıyla bunları veremezlerdi. Zîra çoluk çocuklarının yegane medar-ı maîşeti idi. Popof, Ermenilere silah dağıttıktan sonra mescit önündeki büyük meydanlıkta Arşak'ı soluna alarak at üzerinde askerler ile birlikte fotoğraf çıkardılar. Popof Anna'nın da fotoğrafta bulunmasını arzû etti. Fakat Annakabûl etmedi.
Popof'un hareketinden sonra Arşak, İspir ve Bayburt kazaları meliki ve askerî reisi sıfatını takınarak mezalim icra etmeye başladı. Türklerin paşalara hürmet ve itaatini bildiği cihetle kendisine bir de paşa unvanını tevcîh etmişti. Gitgide kuvvet ve mezalimini artırıyordu. Bereket versin Trabzon yolu Türk yerlileri tarafından kesilmişti. Trabzon'da toplanan Rus kuvvetleri içindeki Kafkasyalı ve yerli gönüllü Ermeniler gelemediler. Evvelce geldilerse de çok az idi. Yollar, Ermeni çeteleri tarafından kesilmişti. Yollardan geçmek mecbûriyetinde kalan bedbaht Türkler kadınlara, çocuklara varıncaya kadar kesiliyordu. İhtilal münasebetiyle Rusya'dan firar eden binlerce Türk esirleri Tiflis'den itibaren yollarda Ermeniler tarafından itlaf ediliyordu. Köyler zaman zaman basılıyor, soyuluyor ve bilhassa gençler imha olunuyordu.
Türklere karşı yaptıkları hıyanetten dolayı harbin ilk devirlerinde Rusya'ya hicret eden ve alî cenap Türkler tarafından tehcîr esnasında himaye edilip korunmuş olunan Ermeni erkek, kadın ve kızları hemen umûmuyla yerli yerlerine gelmiş idiler. Bu nankörler, diğer vahşîleri itidal ve sükûnete teşvîk edecekleri yerde bilakis ön ayak olarak diğerleriyle birlikte her türlü mezalime iştirak ediyorlardı.
Arşak, Erzincan'daki Antranik'den emir alıyordu. Bu canavarın Erzincan'da yaptığı fecayi‘i Arşak da Bayburt’ta tekrara başladı. Erzak dağıtılacağı her tarafa i‘an olunarak, köylüler Bayburt’ta davet olundular. Ermenilere itimat ve emniyet olunamayacağını pek çok defalar acı sûrette tecrübe etmiş olan Türklerin bir kısım erkekleri her ne vesîle ile olur ise olsun Bayburt'a toplanacak insanların akıbetinin feci olacağını bildikleri cihetle karla kaplı olan sarp dağlara, kayalıklara iltica ettiler ve Türk ordusuna haberler göndererek imdat talep ettiler.
Arşak'ın davetnamelerine saf ve masûm köylülerin icabet ve itaatini temîn etmek üzere Bayburt müftüsüne baskı yaparak tezkireler de yazdırılmıştı. Gördüğüm bir tezkirede müftü, 'şayet gelmezseniz hakkınızda pek vahîm olacaktır' diyordu. Arşak'ın, daha doğrusu müftünün davetnamesine icabet eden saf ve zavallı Türk köylülerinden Bayburt'a girenler hemen tevkîf olunarak büyük evlere, hanlara, mağaza ve mahzenlere dolduruldular. Bayburt’taki ahalînin ileri gelenleri daha evvel tevkîf olunmuştu. Hariçteki köylüler, Bayburt'a girenlerin bir daha çıkmadıklarını görünce bir daha gelmediler. Dağlara çekildiler. Onlar da hayatlarını, ırzlarını müdafaa etmek üzere silah tedarikine başladılar. Fakat bulabildilerse de bu da bir müdafaaya kifayet edemezdi.
12 Şubat tarihinde (Yeni tarîhiyle 15/16 Şubat -1918- gece) akşam çocuklarımın yemeklerini yedirdikten sonra evlerine gidenleri gönderdim. Kalanlarını yatırdım. Saat 8.00'den sonra da bir gezinti yaptım. Olağanüstü hiç bir şey yoktu. Ermeni askerleri muntazam şekilde sokaklarda geziyorlardı. Yarım saat promonaddan sonra geri döndüm, yattım. Yanımdaki odada benim için verilen hasta bakıcı ihtiyar nefer vardı. Çünkü Yura gittiği için korkuyordum. Takrîben saat 1.00'den evvel idi. Büyük bir çığlık içinde uyandım. Dışarıda ve benim eytamhanemde bir çok çocuk, kadın ve erkek feryatları işitiyordum. Fena halde korktum. Askerim gelerek kapıya vurdu. Sordum: "Ne var!" dedim. O da fena halde korkmuş ve ağlıyordu. İhtimal ki Türkler Bayburt'a geldiler diye ağlıyordu. Ben hemen paltomu, fotinlerimi giydim, birlikte çıktık. Fena halde korktum. Birlikte ağlıyorduk. Bir de baktım ki benim yetîm çocuklarımdan bir kısmı hançerlenmiş, öldürülmüş. Bir kısmı yaralı olarak kanlar içinde feryat ediyor. Geriye kalanları kapıdan sokağa fırlatılmış, orada kesilmiş. Yatakları karma karışık, kapılar pencereler kırılmış. Sokaklardaki bu feryat, takrîben yirmi dakîka devam etti. Sonra her taraftan tüfenk sesleri başladı. Bu silah sesleri üç-dört saat devam etti. Belki benim için iyi değilse de (yanî vazîfem itibarıyla) yaralı çocuklarıma bakamadım. Çünkü sinirim tutmuştu. Kendimi şaşırmıştım.
Sabahleyin Bayburt'u gezdim. Her tarafta sokaklarda birçok Türk çocuk, kadın ve erkek cesetleri gördüm. Cenazeleri mollalar kaldırıyorlardı. Tek-tük Ermenilerin leşleri de var idi.
Bu gün Ermeni Eytamhanesini hemen Erzurum'a doğru yola çıkardılar. Ermeniler Bayburt'tan çekilirken 150 kadar Türk çocuğunu cebren toplayarak beraber götürmüşlerdir. Bu bedbaht masûmlardan bir kısmının vahşiyane bir şekilde katledildikleri bilahere yollarda ötede beride bulunan cesetlerden anlaşılmıştır. Ermeniler Bayburt'ta tevkîf ettikleri Türkleri tamamen öldürmüş ve bazı evleri yakmışlardı. Yanık, kavrulmuş cesetler enkaz arasında gözüküyordu. Bu gece Ermeniler, hemen umûmiyetle evlere de girmişler, buldukları erkek, kadın, çocuğu vahşi bir şekilde öldürmüşler, kuyu bulunan evlerde kuyulara atmışlardı.
Genç kız ve kadınların namûsuna taarruz ettiklerini Türk ve Ermeni dostlarımdan haber aldım. Bayburt'un bugünkü manzarasını görmek cidden zor ve çok hüzün verici idi. Yalnız kargir (Taş ve betondan yapılmış) bir evde hapsedilmiş yetmiş kadar Türk genci kapının arkasına döşeme taşlarını çıkararak yığmışlar ve bu şekilde canlarını müdafaya kıyam etmişlerdi. Yakılması mümkün olamayan bu evdeki Türk gençlerini imha için Ermeniler pencerelerden bir çok bomba atmışlarsa da bu bombaların patlamasına meydan vermeden içindeki Türkler bombaları dışarıya fırlatmışlar ve Türk askerinin Bayburt'u işgali gecesine kadar hayatlarını korumaya muvaffak olmuşlardır.
Orada birçok fotoğraflar aldım. Maatteessüf bu fotoğraflar Moskova'da bulunan kocamın yanında kaldı. Maamafîh müsaid bir fırsatta bu fotoğrafları hatıratımla birlikte neşredeceğim.
Bayburt'tan Batum'a kadar seyahatim sizi menfaatdar etmeyeceği cihetle bahsetmeyeceğim. Yalnız şurasını söyleyeyim ki Bayburt'ta sevgilim olan Yura ile Batum'da resmî izdivacımız vukû buldu ve izdivacımızın üçüncü günü Moskova'ya hareket etti. Ben de Batum'da kaldım. Mazlûm Türklere hizmet ve aynı zamanda kendi maîşetimi de temîn eylemek üzere burada bir hasta bakıcı olarak bulunuyorum."
BOA. HR. SYS. 2877/1
Yazarın önceki yazısı için lütfen tıklayınız...