Bu başlığı, sevgili dost, İskender Pala kardaşımız da kullanmıştı ve meâlen şu hikâyeyi nakletmişti: Aklı biraz yufka olan Şehzâde, durup dururken heyecanlanır, mühim bir lâf etme tutkusuna kapılır. Etrafındakilere: “Bir ok attım kebab oldu” der. Orada bulunanlara bu söz soğuk su tesiri yapar. Gülseler olmaz, yerseler, padişah korkusu var. Araya şehzâdenin eğitimi ile meşgul olan hoca girer durumu kurtarmaya çalışır:
Şehzâdemiz demek istiyorlar ki, “Havaya bir ok attım, kuşa değdi, kuş vuruldu ateşe düştü, kebab oldu vesselâm.”
Basında zaman zaman “failâtün” konusu lehte aleyhte çiğnenip duruyor. Hem de okumayı tamamen gözardı edenler bu münakaşanın içinde. Anlaşılıyor ki, edebiyatımız, kısacası câhilliğini bile idrak edemeyen câhillerin elinde ve dahi dilinde
İstiklâl Marşımızın güftesi aruz vezniyle söylenmiştir. Meşhur şarkılarımızın tamamına yakınının sözleri, yine aruzun kanat seslerini terennüm eder. Münir Nurettin Selçuk’un bestelediği, günümüzde de çok sevilen “Kalamış” şarkısının güftesi, Behçet Kemal Çağlar’a aittir. Aruzun “mef’ulü mefâilü mefâilü fâilün” vezniyle vücuda getirilmiştir
Halk şâirlerimizin çoğunun aruza hürmeti ve ülfeti vardır. Bayburtlu Zihnî, Âşık Ömer, Dertli ilk akla gelen aynı zamanda aruz şâirleridir.
Günümüzde, aruzla çok başarılı şiirler kaleme alan şâirlerimiz vardır. Bu şâirlerimizin ortak özelliği, günümüzün Türkçe’sini inanılmaz bir güzellikle aruz kalıpları içinde sunmalarıdır.
Talât Sait Halman’ın “fâilâtün fâilâtün fâilün” vezniyle söylediği Tuyuğ (Türk Rubâîsi) şöyledir:
Eskiden, hem duygu, hem usmuş tuyuğ,
Aşka ermiş, seslenip susmuş tuyuğ…
Sevgi ürpersin, inanç doğsun yine,
Tanrıdan, coşkun uçan bir kuş tuyuğ.
Mehmet Turan Yarar, baldan tatlı, daldan ince, gülden zarif dilimizi, “feilâtün feilâtün feilâtün fâilün” vezniyle, en içli ve duygulu hisleri ifade etmekte şöyle kullanmış:
Yeni bir şevk ile daldım yine billûr sesine
Yine gün doğdu hazânımda bahâr açtı yine
Seni andıkça güneş batmadı ufkumda bugün
Seni gördüm, geceler döndü ışık bahçesine.
1987 de “Aruza Vefâ” şiirimizde, “mefâilün mefâilün” vezniyle şöyle söylemişiz:
Vefâsızlık asıldandır,
Kadirbilmez nesildendir,
Bağış, destur, usuldendir;
Meram eyler aruz leylim.
Yamandır Kul Ozan dünya,
Susan dildir, küsen sevda,
Ne Mecnun var ne Han Leylâ;
Güman eyler aruz leykim.
Yazımı, “Kıtâb-ı Yâve’den” “Entel Ahmak”lara söylediğimiz mısralarla bitireceğim:
Ahmaklık parayla değil,
Çadırla, sarayla değil.
Kuyrukla sırayla değil…
Her şeyden bir parça bilir,
Eksik, parça parça bilir,
Cin olmadan çarpabilir…
Diplomalısı hoş olur,
Az okuyanı boş olur,
Putlarından sarhoş olur…
Çırak hicvî, gör seyranı,
Şimdi kimlerin devranı,
Ahmak, ahmağın hayrânı…
Bilmemek ayıp değil, bilenlere danışmamak ayıptır. Hocalarımdan biri: “Lâfı karnında pişir, ağzında soğut, sonra söyle” özdeyişini, bize ortaokul sıralarında öğretmişti. “Çok konuşan, hoş konuşan özellikle boş konuşan kimseler olmak marifet değil. Emin olunuz, hâlâ “Söz gümüşse, sükût altındır.”
Oklarınızı, kebab olur vehmiyle havaya atmağa devam ederseniz, “sizi ben bile kurtaramam.”
- - - -