Takside bu türkü çalıyordu, düşüncelere daldım, daha önce aklıma takılıp bir tarafa yazdıklarımı hatırladım; yüz yıllardır sıkıntılarımız, dertlerimiz, sevinçlerimiz için söylemişiz türküleri, rahatlamışız onlarla, dert serdeyse eğer; ilaç, madde, içki, sigaranın işe yaramadığını bilerek.
İnsanoğlu, nasıl yaşarsa yaşasın vicdanı doğrudan yanadır. Yanlış, yasak sayılan şeyler hemen her dinde, her inançta ortaktır. Yanlış işler yapıla yapıla normal sanılmaya ve sayılmaya başlamış, tarihinde güzel, büyük işler yapan bizim insanımızda sahtekâr az olmasına rağmen, sahtekârlığı normal iş sanan çoktur, toplum doğru insana gücü yettiğince arka çıkar.
Dünyaya fazla meylin yoksa kendini kötülüklerden koruyabilirsin; ama kendini temiz tutmayı başarman yeterli değil, çevreni de temiz tutamıyorsan temiz kalman güçleşir.
Yaratılmışların en şereflisi diye öğrendiğimiz biz insanların kötü işler işlemesi yalnızca eğitimle açıklanamaz; kalıtım var, şeytana uyma var, haset var…
Bu kadar önemsenen fertlerin dünyaya yanlışlıkla geldiği hiç düşünülemez, gitmeden önce, kimi sözü, kimi yazdığı-çizdiği ile, en aciz olan dahi vücut dili veya yaşantısıyla, derdiyle topluma, yaşadığı sürede bir mesaj vermiştir.
Büyük nefisli insanların ulaşmak için birbirleriyle yarıştığı; isimler, ünvanlar, makamlar, mal- mülk; yine insanların oluşturduğu naylon seraya benzer ortamda ürettikleri zoraki şeyler. Güçleri yetse, dünyadan gittikten sonra dahi saltanatlarını devam ettirebilmek, yaşamayı sürdürmek için firavunlar gibi devasa piramitler yapmak isteyen binlerce insan vardır.
İnsanoğlu ulaşımını atlarla, atlı arabalarla, payton ve kızaklarla sağladığı zaman; doğayı tahrip etmiyor, atmosfere karbondioksit salıp dünya iklimini bozmuyor, yol yapmak için dağları, yamaçları, güzelim ovaları tahrip edip betonla kaplamıyordu ama; atlara, katırlara, eşeklere eziyet ediyordu.
İyilik, öncülük, hizmet edip, mal biriktirip, isimlerinin bir yerlere yazılmasını istemeyen hasbî insanların sayısı tahmin edilenden de az. Birisinin hayatını kurtarmak için kavgaya, suya atlayanların, gerçekten bir şey beklemeden hizmet edenlerin, öğretenlerin mükâfatı bu dünyada olamaz.
İhtirası çok olanın ihtiyacı da çok oluyor, gözü doymuyor, bu uğurda borçlanmadan korkmuyor; kısa zamanda lüks, pahalı malları edinmenin derdine düşüyor. Birisi, inançlı olduğunu iddia edip sahte iş işliyor, canlılara zarar veriyorsa, doğru söz söyletip kendi uymuyorsa ‘’yaradanı’’ tam ve doğru idrâk edememiş demektir.
Soyumuzun devamı için verilen yeteneği, hazzı istismar etmiş, zevke, eğlenceye, ticarete dönüştürmüşüz. Bunun aşk gibi insanî olanını çok zor hayata geçirmişiz binlerce yıldır; yaradan’ın bilgilendirmesine rağmen.
Anadolu’da dokuz bin yıllık höyüklerden çıkan eserlerden, dokuz-on bin yıl önce yaşayan insanların zekâ, beceri, sanat, yaşantı olarak günümüz insanlarından çok farklı olmadığı anlaşılıyor. Bilinen insanlık tarihinin son yüzyılında bariz olarak yaptığımız; doğayı tahrip ederken, ulaşım, iletişim ve insan öldürme teknolojilerinde ilerlemek. Artık yeşil bitkilerin, oksijenin, suyun hayatı etkileyecek kadar azalmaya devam ettiği bir dünyadayız.
İşin, meşgalen, okuman, ibadetin, duan, yakarışın, sevgin, aşkın hepsinden önemlisi herkesin iyiliğini isteyen yapın yoksa en hoşuna giden iş başkalarını çekiştirmek, en zevk aldığın şey başkalarının sıkıntılarını araştırmak olacaktır.
Kendini zaman zaman unutan insan, başka birinin unutmasını neden yadırgar?
Büyüklerinin özü sözü bir birine uymayan yaşamlarından, mal mülk hırsından etkilenerek "Bir kara kaşın bir kara gözün değer dünya malına’’ türküsünün anafikrini anlayamayan gençlik çoktan ortaya çıktı.