Bir Casusluk Hikâyesi

Tarihin çeşitli zamanlarında devletler, gruplar birbirini gizlice takip etme zorunluluğu hissetmişlerdir. Bunun için biri birleri hakkında bilgi toplamanın çeşitli yollarını denemişlerdir.  Bu takip ve bilgi toplama işini düzenli devlet kurmuş milletler yaptığı gibi devletlere ve çeşitli milletlere karşı yıkıcı bölücü faaliyette bulunan bir takım çeteler ve terör örgütleri de yapmışlardır.

Abone Ol

Tarihin çeşitli zamanlarında devletler, gruplar birbirini gizlice takip etme zorunluluğu hissetmişlerdir. Bunun için biri birleri hakkında bilgi toplamanın çeşitli yollarını denemişlerdir.  Bu takip ve bilgi toplama işini düzenli devlet kurmuş milletler yaptığı gibi devletlere ve çeşitli milletlere karşı yıkıcı bölücü faaliyette bulunan bir takım çeteler ve terör örgütleri de yapmışlardır.

Günümüzde ki takip ve bilgi toplama işleri teknolojinin gelişimine paralel olarak çok daha ileri düzeylere ulaşmıştır. Aynı zamanda kullanılan teknolojik imkânlarla bu iş daha da kolaylaşmıştır. Öyle ki dünyanın güçlü devletleri uzaya yerleştirdikleri uydular vasıtasıyla oturdukları yerden rakiplerinin her şeyini anında takip edebilmektedirler. Hatta yatak odalarına bile nüfuz edebildikleri söylenmektedir. Bilgisayar teknolojisinin sayesinde değişik usuller kullanılarak küçücük bir çhip ile çok geniş bilgiler elde edilebilmektedir.

Teknolojik gelişmenin bu kadar ilerlemediği zamanlarda da istihbarat ve bilgi toplama işlerinde daha değişik yöntemler kullanılıyordu. Bunların en önemlisi günümüzde de hala önemini sürdüren casusluk veya başka bir deyişle ajanlar vasıtasıyla yapılanıdır. İstihbarat ve bilgi toplama işlerini üstlenen casuslar çeşitli usullerle rakiplerinin içine sızarak gerekli bilgileri toplayıp kendi tarafına aktarmaktadırlar. Bu casuslar yakayı ele verdiklerinde çok ilginç yöntemlere tevessül ettiklerine şahit olabilmekteyiz.

Burada Osmanlının son dönemlerinde yapılan ve arşiv kayıtlarına geçen ilginç bir casusluk yönteminden bahsetmek istiyorum. Arşiv kayıtlarına geçen bu ilginç yöntem Bayburtlularla Oflular arasında cereyan eden fıkra tartışmalarına yeni bir boyut getirecektir.

Malum olduğu üzere Bayburtlular için, Ofluların hepsinin hoca olduğunu zannettikleri yolunda bir takım fıkralar anlatılır. Hatta ünlü türkücümüz İsmail Türüt böyle bir fıkradan hareketle Bayburtluların saf, temiz duygularını dile getiren; Ofluların da güya uyanıklıklarını anlatan bir Oflu hoca ile Bayburtlu köylülerden oluşan cemaat arasındaki olayı konu edinen bir türkü yazmıştı. Bu türküye bir de klip filmi çekmişti. Bir anlamda burada söz konusu edeceğim belgede anlatılan olay bu fıkranın tersini dile getirmektedir. Yani bu sefer Hoca Bayburtlulardan; hem de bir Ermeni casusu. Cemaat ise Oflu köylülerden oluşmaktadır…

Belgede anlatılan bu olayı herkesin anlayabilmesi için bu günkü anlaşılır dile çevirerek aynen yazmak istiyorum. Belge Trabzon vilayetinden gelen bilgi üzerine Sadaret (bugünkü Başbakanlık) ten gereğinin yapılması için Adliye (Adalet Bakanlığı) ve Zaptiye (Emniyet) Nezaretlerine gönderilmiş bir yazıdır. Hicri 8 Zilhicce 1311, Rumi 31 Mayıs 1310 tarihini taşıyan belge Miladi 12 Haziran 1894 tarihine tekabül etmektedir. Tebyizi yani temize çekilmiş hali ilgili yerlere gönderilmiş olan bu müsvedde belgede aynen şöyle denmektedir:
    
“Bayburt ahalisinden olup Of kazası dahilinde Hoha Mezra’a köyüne gelerek ve bazı köylüler huzurunda ehl-i İslam olduğunu açıklayarak şurada burada gezip dolaşmış; Sürmene kazası zabıta (jandarma) sınca şüphelenilerek yakalanıp muhafaza altında Trabzon’a gönderilen, tahminen elli yaşlarında ve Hoca kıyafetinde bir Ermeni’nin fesat komitesi casuslarından bulunmuş (casus olduğu anlaşılmış) ve hafiye olarak(kendini gizlemek için) İslam olduğunu açıklamış olduğu ve Batum’da varlığını haber verdiği iki arkadaşı şehbenderlik vasıtasıyla celp olunarak (getirilerek) Adliye tarafından tahkikatı yapılmış olduğu Trabzon vilayetinden bildirilmiş ve söz konusu şahsın giymiş olduğu ( hoca kıyafeti) elbisesiyle polis nezaretinde Dersaadet’e (İstanbul) gönderilmesi mezkur vilayete(Trabzon’a); mahkemesinin icra edilmesi (için de) Adliye Nezaretine bildirilmiş olmakla söz konusu şahsın getirildiğinde o haliyle (hoca kıyafetiyle) mahkemeye teslimi hususu Zaptiye Nezaretine bildirilmiş olmakla bu şahsın getirilip teslimine ve mahkemesinin icra edilmesine ihtimam gösterilmesi yolunda tezkere .”*( * BOA. A.MKT.MHM 718/1)

Yine aynı tarihte bu konuyla ilgili olarak Trabzon Vilayetine gönderilmiş olan bir de şifre telgraf vardır. Rumî 28 Mayıs 1310, Miladi 9 Haziran 1894 tarihinde çekilmiş olan bu telgrafta da şöyle denilmektedir:
 
“Trabzon Vilayetine Şifre

Fi 28 Mayıs sene 1310. Hoca kıyafetindeki Ermeni’nin labis (giymiş) olduğu elbise ile muhafaza altında Zabtıye Nezaretine gönderilmesi.”** ( BOA. A.MKT.MHM 718/2)

Belgeden de anlaşılacağı üzere Bayburtlu Ermeni casusu Of’un bazı köylerine gelerek kendisini Müslüman bir hoca olarak tanıtmış ve belli ki, köyleri bu kimliği ve kıyafetiyle dolaşmıştır. Belki de  “irşad”! faaliyetlerinde bile bulunmuştur. Bizim uyanık Oflular da buna kanmışlar. Allah bilir “zat-ı muhterem”e ne hürmetler etmişlerdir. Ta ki Sürmene Kazasının uyanık jandarmalarının şüphesi üzerine bu casusun yakalanmasıyla işin aslı ortaya çıkmış.

Gerçek hocaların oldukça bol olduğu ve ülkemizin her yerinde yaptıkları hizmetlerden dolayı gurur duyduğumuz âlimler yatağı olan bu bölgede hoca diye dolaşıp casusluk faaliyeti yapmak her baba yiğidin harcı değildir.  Böyle bir ortamda böyle kıyafet ve kimlikle casusluk icra etmek oldukça ilginç bir durumdur. Ama asıl ilginç olanı da Bayburtlu bu “hoca”nın Bayburtlulara karşı uyanık olduklarını her fırsatta dile getiren Oflular tarafından değil de Sürmeneliler tarafından fark edilerek yakalanması olayıdır. Her halde İsmail Türüt bu olayı duyarsa güzel bir türkü sözü yazıp bu türküye bir de Bayburtlu hocanın Of’taki maceralarını anlatan klip çekerdi.

İşin esprisi bir yana, Oflular alınmasın çünkü bu bir casusluk olayıdır. Bayburtlular da övünmesin çünkü bu casus, hoca kıyafetine girmiş o dönemde Bayburt’ta yaşayan bir Ermeni çetecisidir.

***

Bu belgede anlatılan olay Ermenilerin Osmanlıya ihanet edip onu yok etmek için uygulamaya koydukları yöntemlerinden ilginç bir örnektir. Hoca kıyafetiyle buraları dolaşan bu Ermeni casusu bölgenin işgali için zemin çalışması yapmakta olan hain Ermeni çetecilerinden bir tanesiydi. Zira belgenin tarihinden de anlaşılacağı gibi bu yıllar (1894)  Ermenilerin bazı Avrupa Devletleri ve Rusya’nın da desteği ile Anadolu’da silahlı çete gurupları oluşturarak Osmanlı’ya karşı ayaklanmaya hazırlandıkları yıllardır.  1895 yılından itibaren Anadolu’nun çeşitli yerlerinde denemeye başladıkları bu ayaklanmalar sırasında binlerce masum Müslüman’ı katletmenin ötesinde kendi taraftarlarından da binlercesinin telefine sebep olmuşlardır.  Ama sinsi emellerine asla ulaşamamışlardır. 1915 yılında çıkarılan Tehcir Kanunuyla işgal provası yaptıkları bu bölgelerden çıkarılarak başka bölgelere dağıtılmışlardır. Eşyanın tabiatı gereği bu zorunlu göç sırasında oluşan bir takım nahoş olaylar uydurma bir takım iftiralarla sürekli gündeme getirilerek tarihi gerçekler saptırılmaya çalışılmıştır.

Ne yazık ki, günümüzde de Anadolu üzerindeki emellerinden hala vaz geçmemiş bir takım Avrupa Devletlerinin desteği ile ortadaki gerçek belgelere itibar etmeyip bir takım iftiralarla tarihi ters yüz etme girişimleri devam etmektedir. Bu güçler çeşitli zamanlarda çeşitli kılıklar altında karşımıza çıkmaktadırlar. Dün Ermeni terörü bu gün PKK terörü adı altında hain emellerini gerçekleşmek istemektedirler.

Tarih şunu göstermektedir ki bu hainler gencecik fidanlarımızı kirli hesapları uğruna şehit etseler de asla emellerine ulaşamamıştır ve ulaşamayacaklardır. Bize düşen görev basit siyasi çıkarları bir yana bırakıp hep bir olduğumuzu dünyaya göstermek ve tarihin gerçeklerini dile getiren bu belgeleri dünya kamuoyu önüne sunarak güneşin balçıkla sıvanamayacağını ısrarla dile getirmektir.

Temmuz / 2010