Bir adam, bir yazar, bir entelektüel

Abone Ol
Türkçenin güzel bir deyimi var: Adam gibi adam olmak. Bu söz ideal bir insanı tanımlamaz. Normal şartlarda insandan beklenen, insan olmanın şartlarını kaybetmeden davranmayı her durumda becerebilenler için kullanılır. Günümüzde, bu normalde olması gereken davranışın bile sürpriz sayıldığı bir ortamda yaşanıldığı için olacak, adam gibi olmak, tavır almak, olduğu gibi davranmak şaşırtıcı sayılmaktadır. Oysa bazen şartlar zor olsa da, onlara aldırmadan her halü şartta doğru davranan, namuslu davranan insanlarda çok şükür ki tükenmemiştir. 


İnsanların bir düşünceye sahip olması, bir fikir hareketine mensup olması, bir ideolojiyi savunması önemlidir fakat daha önemlisi bu mensubiyetlerini aşan, bir yoruma bir eleştirel bakış açısına sahip olmalarıdır. Mensubu olduğu ideolojik, politik veya inanç topluluğun düşünce çerçevesini kıramayan, ona rağmen bir varlık gösteremeyen insanlara “kesin inançlı” gözüyle bakılabilir. Sanırım birey olmak, bireyselleşme sorunu, özellikle cemaat bağlarının kutsallaştırıldığı, kapalı toplum tasavvurlarının egemen olduğu, sosyal ilişkiler düzeninde en temel sorundur. 

Entelektüel tavır 

Etyen Mahçupyan ismine ilk defa üniversite öğrenciliğimde elime aldığım bir dergide rastlamıştım. O yılların birbirine kapalı, kapalı ne kelime, düşman haline dönüşmüş bir ortamda, farklı bir tavrı olan, farklı bir ses niteliği taşıyan “Toplumcu Düşün” dergisinin ilk sayısını heyecanla okuduğumu hatırlıyorum. Derginin editörü olan Etyen Mahçupyan’ın dışında birçok değerli imzayla karşılaşmıştım. O yılların sağ-sol kutuplaşması içinde, dergi farklı bir “sol anlayışı” demokrasi içinde bir fikri savunuyordu. 

Demokrasiyi savunan, totalitarizmi eleştiren, dönemin “sosyalist-sol militan-militarist” anlayışlarına karşı tavır alan, kendisi de sosyalist olan bu dergi o dönem için oldukça yeni bir anlayışı ifade ediyordu. Bağnazlığın, farklılığa tahammülsüzlüğün yaygınlaştığı, herkesin kendi cemaatini övdüğü, kutsandığı  şiddetin bir nevi “devrimcilik yöntemi” olmak bir tarafa, devrimin kendisi sayıldığı bir dönemde bu yaklaşımı benimsemek sadece iyi bir iş yapmak, zor bir işe kalkışmak değil aynı zamanda cesaret gerektiren birçok şeyi göze almak demekti. 

Etyen Bey’i yıllar içinde başka dergi ve gazetelerde takip etmeye devam ettim. Dünya görüşlerimiz ayrıydı, ben ilk gençliğimden bu tarafa “milliyetçi hareket” içinde yer almış “milliyetçi düşünceyi“ benimsemiş biri olarak, farklı seslere, farklı görüşlere özellikle düşüncesini bu ülke için “yerli bir sese dönüştüren” fikir adamlarına saygı duymakla kalmayıp, çoğulcu demokrat gelişmiş büyük Türkiye’nin onlarla birlikte kurulabileceğine inanırım. 

Çoğulculuğa kapalı  zihniyet
 
Etyen Bey’in 17-25 Aralık sürecinde tavizsiz bir şekilde demokrasiden yana tavır alması, siyasete karşı eleştirel tutumunu ve mesafesini her zaman koruyarak, bu tutumunu açıkça sürdürmesi yazdığı gazeteyle mesafesinin farklılaşması anlamına geliyordu. 

Sivil cemaatlerin sivil toplum hizmetleriyle, demokratik iktidarın meşruiyet temellerinin farklı olduğu hiçbir hizmetin demokratikleşme sürecini kesintiye uğratacak hareketlere meşruiyet kazandırmayacağı açıktır. 

Türkiye’de gazetelerin farklı görüşlere tahammül etmesi, o gazete bir cemaate yaslanıyor olsa dahi, onlara kendilerini dışarıdan görme, farklı bir açıdan anlama imkânı verebilir. Bu içe kapanmacı tavrın bir ufuksuzluk, kendini kutsama ve nihayetinde fikri yoksulluğa yol açmaktan başka bir netice yaratmayacağını tahmin etmek zor değildir. Netice olarak Etyen Bey okuyucularına veda yazısı yazmak durumunda kaldı. Bu ülkede herkesin kendi mevzisinde yazdığı, kendi savunduğu toplulukların ya da cemaatlerin sesi olan gazetelerin çoğulculuğa ve demokrasi katkısı ne olacaktır sorusu ortada durmaktadır.