Bir 28 Şubat Mağdurunun Seyda (K.S.) Anısına Yazdıkları 

Abone Ol

Malumunuz Seyda Hz. lerinin aziz hatırasını her yıl vefatının yıldönümünde bir takım gazete, dergi ve internet sitelerinde yazdığım makalelerle yâd ederken tamamende yapa yalnız değildim elbet.  Tıpkı bizim gibi bu hususta duyarlı kardeşlerimizde kalemlerinin gücünün yettiği kadarıyla anısını yâd etmeye çalışmışlardır elbet. Nitekim bunlar arasında Balıkesir’de görev yaptığım yıllarda tanıştığım, ailece görüştüğüm ve kendisi aynı zamanda 28 Şubat mağdurlarından Emekli Öğretmen Albay Yurdakul Beyzadeoğlu bundan 30 yıl öncesinde Abdullah Beyoğlu mahlas ismiyle haftalık yayınlanan Yeni Hafta gazetesinde   yazdığı makaleyle aziz hatırasını kaleme dökmüşlerdir. Madem öyle, bakalım Medine’den Buhara’ya Gönüllüsü Yurdakul Beyzadeoğlu can dostum, Seyda (k.s)’ın anısına ne yazmış hep birlikte okuyup böylece sohbetinden istifade etmiş olalım:

ŞEYH SEYYİD MUHAMMED RAŞİD’İN (K.S) ARDINDAN

Allah’ın rahmetine kavuşmasıyla milyonlarca müridi ve sevenlerini mateme boğan, gönüller sultanı, Nakşibendi Şeyhi, göz bebeğimiz Muhammed Raşid (k.s) Hz.leri hakkında bu satırları yazmayı; O’nu ve ömrünü tükettiği nurlu Muhammedî  yolu bilmeyen ve  öğrenmek isteyenlere duyurmak için bir borç bildik.

Bir Allah dostu sohbet ediyormuş; “Bizim ölümümüz sizin ölümünüze benzemez. Bizim ki Allah tarafından bir davet ve bizim tarafımızdan bir kabüldür” der. Yine başka bir zaman sohbet ederken “kabül Yarabbi” der ve vefat eder. Seyda (k.s) (1) Hz.lerinin ölümüde buna benzedi; ani ölümdü bu...

Biz Seyda (k.s) Hz.lerinde hep Resulullah’ın (a.s.v)  sünnetini ve irşad metodunu gördük. İlk bağlılık günlerinde yepyeni bir yola girdiğimizi sanmıştık. Ne mürşid nedir biliyorduk, ne de tarikat hakkında bilgimiz vardı… O’nu bir kere bile görmenin huzurunu, mutluluğunu yaşıyorduk ama sükut etmesini bir türlü anlayamıyorduk. Bekliyorduk ki bu büyük zat bize vaazlar versin, adeta ders yapsın… Çünkü bu işlerin mutlaka böyle olacağı kanati hakimdi. O’nun insanın ruhuna işleyen muhteşem tesirine rağmen, sükutunu anlattığımz birçok kimse bu zatın “ilimden yoksun olduğuna” (!) hükmediyordu. Hatta biz bile böyle düşüncelerin gönlümüzde coşturduğu fırtınaları dindiremiyorduk. Herkesin güzel vaaz veren hoca efendilerden başka ilim ehli tanıyamaz olduğu bir devirde, bu Allah dostu çok az konuşuyor, sükut ediyordu.

Ve bir gün İmam-ı Rabbânî (k.s)  Hz.lerinin “MEKTUBAT” adlı eserini okurken  şu ifadelere rastladım.

Bu Tarikat-ı Aliyye’de ifade ve istifade en çok sükutta olur. Büyükler dediler ki:
-Sükutumuzdan faydalanamayanlar, konuşmamızdan nasıl faydalanabilir?
Bu sükutu onlar zorla elde etmediler, çünkü bu sükut onların yolunun levazımı (ayrılmaz parçası) arasındadır.
-Allah’ı bilenin dili tutulur.  
Cümlesi bu manayı doğrular” (2)

O zaman Seyda (k.s) Hz.lerinin büyüklüğünü, sükut sebebini anladık, mutlu olduk. Bunu bilmedikleri için bu Allah dostunu ilimsizlikle suçlayanların haline üzüldük…

Menzil’e ziyaretimiz esnasında Seyda (k.s) Hz.lerinin    ve babası  aynı zamanda  şeyhi Gavs Seyyid  Abdulhakim  Hüseyni (k.s) Hz.lerinin  sohbetlerini ihtiva eden “SOHBETLER” kitabını  aldık, üstünde  sohbetlerinin  sahibinin  Seyyid Abdulhakim Hüseyni (k.s) olduğu  yazılıyordu. Kendi adının yazılmasına razı olmamıştı. Çünkü her şeyi, şeyhi olan babasından biliyor ve bu sohbetleri de onun himmetiyle   yaptığını ifade etmek istiyordu. Bu kitap; yapılan sohbetlerin sevenleri tarafından kaleme alınmasından ibaretti, kendisi kitap yazımı ile meşgul değildi.

“SOHBETLER” kitabını okudum. O günlerin havası içinde kendimce İmam-ı Gazali’nin eserleri veya fıkıh kitaplarıyla karşılaştırdım. Hiç benzemiyordu… Kur’an ayetlerinin yazılmasını, hadislerin metninin yazılıp   tefsire girilmesini umuyor, aradığım bu metodu ve tasnifi bu kitapta bulamıyordum. Kitap bittikten sonra Riyazü’s Salihin adlı hadis kitabını okumaya başladım. Dehşet içindeydim… Çünkü Seyda (k.s) Hz.leri  sohbetlerine  bu hadis-i şerifleri  öyle güzel yerleştirmişti ki, akıcı  sohbet hiç bozulmamış ama istenilen verilmişti… O günlerde Seyda (k.s) Hz.lerinin medreseden icâzet almış bir  âlim, doğuda yaygın ismiyle bir molla olduğunu bilmiyordum.

Seyda (k.s) Hz.lerinin bütün varlığnı Allah (c.c) yoluna  adamasını, rahatını dünyevi  zevklerini, özel hayatını hatta varlığını bile  terk etmiş olmasını düşündükçe Bediüzzaman Said Nursî (k.s) Hz.lerinin “MEKTUBAT” kitabında yazdığı bir beyit aklıma gelir:

Der tarik-i Nakşibendi lâzım âmed çâr-terk
Terki dünya, terki ukbâ, terki hesti, terki terk. (3)

İRŞAD METODU HAKKINDA

Tarikata ilk girdiğmiz sıralarda bazı kimseler, bu yola ilimsiz girilemeyeceğni, ilmini tamamlayanların ancak bu yola kabül edileceğini, dolayısıyla Seyda (k.s) Hz.lerinin yanlış yolda olduğunu, her geleni  tövbe-tarikat vermekle bu yolun adabını bozduğunu, şeriatı yaşamayana  tarikat verilmemesi gerektiğini, halbuki sarhoşların bile gidip tövbe edip tarikata kabul edildiklerini söyleyerek bizi bu zata bağlılıktan men etmeye çalıştılar. Bunları duydukça çok üzülüyor, ilim ile meşgul bu kimselerin suçlamalarına cevap bulamıyorduk. Himmetleriyle bu konudaki cehlimiz giderildi ve cevaplar verildi. Biz, bir hakkın teslimi olarak düşündüğümüz için bu cevapları yazacağız.

Demiştik ki; biz mürşidimizde Resulullah’ın (a.s.v) sünnetini ve irşad metodunu müşahade ettik. Ashab-ı Kiram Peygamberimiz (a.s.v) biat etmiş ve hiçbir evliyanın derecelerine ulaşması mümkün olmayan insanlar olmuşlardı. Ashab-ı Kiram içerisinde bilgin veya ümmi, fakir veya zengin, meşhur ailelerden veya köle vs. her türlü insan vardı.  İnsanlara İslam’a giriş için; ilim sahibi olmak, soylu bir aileden gelmek veya zengin olmak gibi insanlara gurur veren şartlara haiz   olmak sınırlaması konulmamıştı. Bu Allah’ın (c.c) muradı idi ve ABESE suresinin nazil olmuş sebebi bu muradın işaret edilmesiydi. Peygamberimiz (a.s.v) Hz. Vahşiye (r.a) bile defalarca mektup yazarak İslam’a davet etmiş, amcamı parçaladı müslüman olamaz, dememişti.

Bir istisna olmasına rağmen Sahi-i Buhari’de geçen bir hadis-i şerifte anlatılır: Peygamberimiz (a.s.v) zamanında Abdullah adlı birisi vardı. (Halk arasında) hımâar (eşek) lakabıyla anılırdı. Resulullah’ı (a.s.v) ara sıra güldürürdü. Resulullah (a.s.v) Abdullah şarap içtiği için had vurdururdu. Bir gün yine Abdullah’ı içkili bir şekilde huzura getirdiler. Hz. Ömer “Allah’ım! Şu adamı rahmetinden uzak kıl (diye lanet edip) içki yüzünden ne de çok divana getiriliyor” dedi. Resulullah (a.s.v) “Ya Ömer (ona lanet etmeyiniz) vallahi kesin olarak bildiğim bir şey varsa o Allah’ı ve Resulü’nü sever” buyurdu. (4)

Biz bu hadis-i şerifi, çevresindeki bazı insanlara bakarak Allah dostlarına dil uzatma cüretinde bulunma hatasına düşen kardeşlerimizi uyarmak için yazdık. “Sarhoşların Şeyhi”, “köylüllerin şeyhi” tabirleriyle Seyda (k.s) Hz.lerinin  irşadını küçümseyen, alaya alan insanları gördüm. Acaba onlar Abdullah el-Hımâr’ı (r.a) görmüş olsalardı Resulullah’a (a.s.v) ne diyeceklerdi?

Evet, doğrudur Seyyid Muhammed Raşid (k.s) binlerce sarhoşa tövbe ettirdi, tarikata aldı. Büyük bir çoğunluğu Allah yoluna döndü, eski hayatına geri gidenler de oldu. Böyle tarikata alınmaz diyenlerin kulağını çınlatmak, kendileri faydalı olamadığı gibi ziyarete gitmek isteyen insanlara ibret olsun diye bazı alimlerin görüşlerini aktarayım.

Mektubatta İmam-ı Rabbânî (k.s) “Evet… süluke girmek ve başkalarını ihtiyâri olarak süluke almak için ilim lâzımdır. Ama bu mânâ başka silsilelere göredir; bizim tarikatımız (yani Nakşibendi Tarikatı) ashab-ı kiramın yoludur. Allah onlardan razı olsun. Süluke girmek ve başkalarını da süluka almak ilme bağlı değildir.

Eğer kendisine uyulan şeyh bu Tarikat-ı Aliyye’nin idarecisi olarak, ilim kemali ile mevsuf, bol marifetle de tahakkuk etmiş ise, yaşlı ve ihtiyar, genç bu Tarikat-ı Aliyye’de müsâvidir. Bilhassa vüsul (erişme) işinde…” buyuruyor. (5)

Yine İmam-ı Rabbânî (k.s) “O mektupta şunu sormaktasınız:
-Bazı erkekler ve kadınlar gelip tarikat talebinde bulunmaktadırlar. Lakin, ribâdan hasıl olan yemek ve giymek işlerinden de sakınmazlar. Bunlara tarikat talimi yapalım mı, yapmayalım mı? Bu durumda onlar şöyle demektedirler:
-Biz hile-i şer’iye ile yarar hale getiriyoruz.
Bu sualiniz için deriz ki:
-Onlara tarikat talimi yapınız. Haramdan sakındırmaya dahi bakınız. Yerinde olan da budur.  İhtimal ki onlar tarikat bereketi ile o karışık işlerden hâlas olurlar” (6) buyurarak bu tarikata, bahsedilen durumdaki insanların bile alınabileceğini işaret ediyor. Çünkü bu kapı düzelme kapısıdır, doğru yolu bulma kapısıdır… Biz bahsedilen durumda olan bazı kimselerin Seyda (k.s) Hz.lerine  bağlandıktıktan sonra  bu kötü işleri nasıl terkettiklerine şahit olduk. 

Bir çok arkadaşımızdan duymuştuk, halen de nefsin bu oyununa kanıp “daha hazır değilim ki mürşide bağlanayım” diyen kardeşlerimizi duyuyoruz. Siz zaten berek veya hissederek doğru olmadığına karar verdiğiniz davranışlanızı Allah’ın (c.c) rızasına uyduramamanın sıkıntısını çekiyorsunuz. Doğruyu yapabilseniz zaten sıkıntı çekmeyeceksiniz… Yürüyorsanız elinizden tutacak kuvvetli birini bulun. O elinizden tutunca yürüyorsanız bundan işi tamamen siz yapıyorsunuz mânâsı çıkmaz.  Size himmet edilecek, gözünüzde büyüyen güzel işler kolay ve zevkli hale getirilecektir. Zaten mürşide bağlanmanın gayesi budur. Bakın Seyda (k.s) Hz.lerinin babası Gavs Seyyid Abdulhakim (k.s) Hz.lerinin medresesinden icâzet alan, alim İsmail Çetin’in (İsparta’da medfun-Allah rahmet eylesin) “EDEBLE VARIŞ LÜTUFLA DÖNÜŞ” kitabından bir bölüm alalım yazımıza.

BEYAT HAKINDA SORU VE CEVAPLAR

Bu zamanda pek çok insanların malı haramdır. Mesela mallarında faiz vardı, zekat vermezler veyahut gasp etmişlerdi. Her nasıl olursa olsun malı haramdır. Bazıları Fatiha’yı güzel bilmezler, nikahları bâtıldır. Hem mesela Hanefiye göre 32 farz bilmeyen kimselere tarikat vermek caiz mi? Hem mesela tesettüre riayet etmeyen kadın tarikat alabilir mi? Hem mesela mirasta Kur’an emrini kabul etmeyenler tarikat alabilirler mi?

CEVAP: Mevlânâ Halid Şehrezuri’nin mektuplarından naklen Şeyh Muhammed Hani, El Behçetü-s-Seniyye adlı eserinde şöyle buyurur: Şeyhin tarikat vermesi caiz olduğu gibi, soruda sıfat beyan olunanların tarikat almaları da caizdir. Yalnız tarikat âdab ve usûlü onlara tebliğ olunur, haram işlemekten vazgeçirilir. Yani onlara tarikat verilir ve tebliğ yapılır. Mesela bir mü’min amelinde riyayı müşahade etmekten dolayı amelini terk edemez. Bilahare istiğfar eder. Tarikata girmek ayrıdır, kemâlati kazanmak da ayrıdır… Ezcümle Peygamber’e (a.s.v) bazıları dört vakit namaz kılmak üzere, bazıları birkaç günaha mübtela olduğundan bir iki günaha devam etmek üzere beyat etmişlerdir. Peygamber (a.s.v) da onları kabül etmiştir. Bilahare böyle beyat edenler Peygamberin feyzü bereketinden ve sohbetinin tesirinden tüm günahları terketmişlerdir… Şeyh de Peygamberin (s.a.v) varisidir, aynı sünneti yapar. Beyattan sonra ıslah-ı nefs ona nasip olmuş zatlar yetişir, olmayanlar da yolda kalır.” (7)

İsmail Çetin “Üstad Bediüzzaman tarikat zamanı değildir, iman kurtarmak zamanıdır sözü ile bu edebe işaret etmektedir” diyor.

HERKESE AÇIK KAPI

Biz Seyda (k.s) Hz.lerinin kapısında adeta  bir okullar silsilesi gördük. Teşbihte hata olmaz derler; kimisi ilkokulu bitirdi veya ortaokul ve lise eğitimleri gördü, kimisi üniversiteyi bitirdi veya akademik kariyerde ilerledi profesör oldu… Ama nasibi olan herkes bu Allah dostundan kabiliyence, gayretince, çalıştığı kadar istifade etti… İsteyen sadece bu zatların eteğinden tutmakla yetindi, kabiliyeti olup çalışanlar da halife oldu, irşada yetkili mürşid oldu...

Bakın Bediüzzaman (k.s) Mektubat’ta bu muameeyi nasıl izah etmiş: “…Ben tahmin ediyorum ki:  Eğer Şeyh Abdulkadir-i Geylani (r.a) ve Şah-ı Nakşibend (r.a) ve İmam-ı Rabbânî (r.a) gibi zatlar bu zamanda olsaydılar, bütün himmetlerini, hakaik-i imâniyenin ve akaid-i İslamiyenin takviyesine sarfedeceklerdi” (8)

İşte dünyaya O’nun işaret ettiği gibi bir büyük zat geldi ve imanın hakikatını kalplere yerleştirmek, İslam akaidini takviye etmek görevini yerine getirdi. İnsanlığa Hz. Muhammed’in (a.s.v) irşadı nasıl sahip çıkarlarmış gösterdi…

KADINLARIN TÖVBESİ-BİATI

Bir kardeşimizde çok sevip saydığımız mübarek mürşidleri ve bazı alimleri kaynak göstererek kadınların tarikata alınması gerektiğini, bunun büyük hata olduğunu, bazı zatların bu hataya düştüklerini bizi söyleyerek; “kadının şeyhi kocasıdır” diye bir sözü yine o kıymetli zatlara bağladılar. Bir ziyaret esnasında Seyda (k.s) Hz.lerinin kardeşi ve halifesi Seyyid Abdulbâki (k.s) Hz.lerine konuyu açtık. Şöyle cevap Verdi; Allah (c.c) “Ben cinni ve insi ancak bana ibadet etsinler diye yarattım (Zariyat, 56) buyurmuş, “…cinleri ve erkekleri…” dememiş. Kadınların irşadı nasıl olacak? Resulullah (a.s.v) kadınlarla biat (beyat) etmiş ama ellerini tutmamış, elini öptürmemiş…” “Birinize sözüm, hepinize söylenmiş gibidir” buyurarak özel mülakatlara yol vermemiştir.

İmam-ı Rabbânî bu konuda şöyle yazmış:
Yazıyorsun ki:
Bazı kadınlar, tarikata iştigal talep ediyorlar?
Cevap şudur:
Eğer o kadınlar, mahrem kadınlar ise bir mâni yoktur. Namahrem iseler, perde arkasında otururlar, tarikat böyle alırlar.” (9) 

Seyyid Muhammed Raşid (k.s) hayatı boyunca bu ilkelerden taviz vermedi. Kadınlara, ailesindeki kadınlar ve kadın vekiller tövbe-tarikat verdi. Kendisi kadınlarla karşılıklı görüşmez ama kendisine ulaştırılan soru ve müşkilatlara cevap verirdi. Bir gün iki kadının Seyda (k.s) Hz.leri avluda gezerken bizi şaşırtan bir cesaretle arkadan yaklaşıp eğilerek cübbesinin eteklerini saygıyla öptüklerin gördüm. İşte hepsi bu… Bu konuyu Nakşibendi kitabının haşyesindeki uyarısıyla kapatıyorum.

“Ey zamanın meşayıh zümresi Allah’tan korkun… Şu benim kızımdır, şu benim anamdır, halamdır, teyzemdir demeyi bahane ederek yabancı kadınlarla oturup sohbet etmeyin, onlara el öptürmeyin. İslam dini bu gibi halleri yasak etmiştir. Dikkat edin perde veya kapı arkasında onlara zikir ve talimatı beyan edin.” (10)

KÂMİL ŞEYHİN ALAMETİ

İsmail Çetin anlatıyor “Gavs (k.s) ilk beyatın akabinde bu adabı bize öğretirken nefsimin tesirinde kaldım. “Kamil Şeyhin alameti nedir” diye sordum. O da şöyle buyurdu: Kamil şeyhin alameti, bir müridi İstanbul’da bir müridi Tatvan’da, bir müridi Isfahan’da ve aynı anda sekaratta olsalar üçünün başında hazır olmasıdır. Aksi takdirde şeyhliği terketsin, Koçero gibi millet soysun daha az günah kazanır diye buyurdu.” (11)

Bediüzzaman (k.s) bu konuyu şöyle ifade ediyor: “Adi bir samimi ehli tarikat, suri, zahiri bir mütefenninden daha ziyade kendini muhafaza eder. O zevk-i tarikat vasıtasıyla ve o muhabbet-i evliya cihetiyle imanın kurtarır…” (12)

Burada bir mürşide bağlanmanın büyük faydalarından birinin ifadelerini okumuş olduk. Son nefeste müridini yalnız bırakmayan alimin, Allah dostunun ismi kamil şeyh veya kamil mürşid…

Seyda (k.s) Hz.lerinin şimdi rahmetli olan vekili  İzmitli Ali Baba Erzurum’da bir hastahanede tarikat mürşidin faydasını anlatıyor. Dinleyenler arasında doktorların ümit kestikleri ağır hasta bir asker de var. Der ki “Amca çok güzel anlatıyorsun ama benim için her şey bitti. Doktorlar ölümümü bekliyor. Ben tarikata girsem ne, girmesem ne?” Ali baba “Sen Allah’a tövbe edeceksin bu iş zamanla alakalı değil” der ve tövbe ettirir, tarikat verir. Hasta genç odasına gider, yatar. Ali Baba sohbete devam ederken o gencin krize girdiği ve Ali Baba’yı istediği haberi gelir. Gittiğinde genç ölüm komasına (sekarata) girmiştir. Biraz sonra bağırmaya başlar: “Şeytan imanımı almak istiyor, Seyda geldi, şeytan kaçıyor elhamdulillah…” der ve ölür Ali Baba Menzil’e gelir ve Seyda (k.s) Hz.lerine falan gün, falan saatte şöyle bir hadise oldu diye anlatır…
-Gavs’ın himmeti diye cevap alır.
-Ama kurban daha tarikata giriş adabını da yapmamıştı ki, der.
-Yapacaktı ya… cevabını alır.
-İstanbul’da bir vekil evinde iken Menzil’in tuvaletleri aklına gelir. Tuvalet kapıları eskiden demirden ve yerler mozaik idi. Şöyle düşünür, “Bu ağır kapılar yerine hafif alüminyum kapılar olmalı, arkadan sürgüyle kapanmalı, yerler ve duvarlar fayans ve kalebodur olmalı, çeşmeler şu tipten olmalı, kolay açılıp kapanmalı…” Aradan zaman geçer Menzil’e gider. Tuvalete girer ki ne görsün, İstanbul’da hayallediği tuvalet aynen inşa edilmiş.  Seyda (k.s) Hz.leri camiye gelirken kulağına eğilir ve “.. tuvaletler istediğin gibi mi olmuş?” diye fısıldar.

Bu nedir bilir misiniz? Mu’te gazasını adeta naklen televizyon yayını yapar gibi ashabına anlatan Resulullah (a.s.v) mirasıdır. Bu mirasa sahip çıkan Hz. Ömer (r.a) Nihavend’teki İslam ordusunun durumunu görmüş ve “Ya Sariya dağa…” diye hutbe okurken komutanına bağırmıştır.  Seyda (k.s) Hz.leri de bu mirasa sahip çıktığını anlatılan ve benzeri hadiselerle bizlere göstermiştir. Resulullah’ın (a.s.v) “Alimler, Peygamberlerin varisleridir” diye beyan buyurması bizlerin bu Allah dostlarını anlayabilmemiz için bir vesiledir.

İsmail Çetin Gavs’ın (k.s) bir sohbetini aktarıyor: “Şah-ı Hazne’nin (Ahmet-ül Haznevi, Gavs (k.s) Hz.lerinin şeyhi) vefatından sonra görenler  görmeyenler hepsi pişman oldular. Görenler keşke amel etseydik, görmeyenler keşke görseydik dediler.” (13)

Biz, görenler olarak yukarıdaki sohbette Şah-ı Hazne (k.s) yerine Seyyid Muhammed Raşid (k.s) ismini koyuyor ve pişman oluyoruz… Yeni duyanlar niye daha evvel duymadık diyorlar. Duydukları halde ziyareti erteleyenler ise “İşi erteleyen helak oldu” hadis-i şerifinin tecellisini yaşıyorlar…

Seyyid Muhammed Raşid (k.s); Türkiye’de tarikatı sevdiren, Nakşibendi Tarikatı’nın İslam’ı yaşamanın yolu olduğunu gösteren, ne kendine, ne ailesine, ne topluma faydası olmayan, çok açık bir tabirle herkesin iğrendiği, acıdığı birçok zavallı insanı himmetiyle imrenilecek kimseler haline gelmesine vesile olan Allah dostunun adıdır…

Seyyid Muhammed Raşd (k.s), yaklaşık 20 sene süren fiili irşad faaliyetleri devresinde kendisiyle uğraşan sistemin sıkıntılarına, haddini bilmeyerek Yunus’un hizmetini küçümseyip serzenişte bulunanların acı sözlerine kendisini tarım ilacıyla zehirlemeye kalkan veya vesile olan insanların vicdansızlığına gözünden aldırmadan, hastalığını, özel hayatını, yorgunluğunu gözünden silip, hayatını Allah (c.c) yoluna vakfeden insanın adıdır.

Seyyid Muhammed Raşid (k.s) gönül diliyle insanlara yol gösteren, nazarlarıyla kalpleri Allah yoluna getiren, yaşadığı hayatı ile Resulullah’ın (s.a.v) sünnetini bize taşıyan ve gösteren, kendisine çok ağır ithamlarda bulunan kimseler hakkında bile konuşmayarak gıybetsiz bir hayatı sergileyen, tabir caizse kurşun yağmuru altında, gösterilen hedefe yüklendiği görevin şuurunda, dimdik yürüyen Gönüller Sultanı’dır.

Ve Seyda (k.s) Hz.lerinin bu fakirin büyüklüğünü anlatmakta aciz kaldığı velinin adıdır..

Aziz hatıranızı yaralı kalbimize koyuyor ve himmetiniz umuyorum, Efendim…       

Dipnot:
(1) Seyda, alim, ulu kişi manasınadır. Seyyid Muhammed Raşid (k.s) Hz.lerinin meşhur ismi budur.
(2) Mektubat-ı Rabbânî 221. Mektup.
(3) Nakşibendi Tarikatı’nda dört şeyi terk etmek lazımdır. Dünyayı terk, Ahireti terk, Varlığı terk, Terki terk
(4) Sahih-i Buhari 12 Cilt 2086 no.lu Hadis-i şerif. Açıklama bölümünde bu sahabinin güzel bir özelliği anlatılıyor.
(5) Mektubat-ı Rabbânî 260. Mektup.
(6) Mektubat-ı Rabbânî 390. Mektup.
(7) Edeple Varış Lütufla Dönüş. (İsmail Çetin) sf:63
(9) Mektubat-ı Rabbânî 256. Mektup.
(10) Edeple Varış Lütufla Dönüş. (İsmail Çetin) sf:620
(11) Edeple Varış Lütufla Dönüş. (İsmail Çetin) sf:56
(12) Mektubat Bediüzzaman, 29. Mektup dokuzuncu kısım sf:417
(13) Edeple Varış Lütufla Dönüş. (İsmail Çetin) sf:20

Not: Yukarıda ki makale yıllar öncesinde Seyda Hz. lerinin vefatının ardından Yeni Hafta Gazetesinde ve 2023 yılın başlarında kitapyurdu.com adresi üzerinden KDY yayınlarından çıkan Medine’den Buhara’ya adlı eserde de yayınlanmıştır.  

Eser Adı:
“Medine'den Buhara'ya
                    Güneş Balçıkla Sıvanamaz”
Selim Gürbüzer
  
Kitabın linki:
https://www.kitapyurdu.com/kitap/medineden-buharaya/640880.html&filter_name=selim+gurbuzer

Vesselam.