Türkiye'de kendini "sol" ve "liberal" kimliklerde konumlandıran ama solculuğu ve liberalliği kendinden menkul, bizim kısaca "beyaz elitler" olarak tanımlayabileceğimiz bir zümre, hükümetle daha doğrusu Başbakan Erdoğan'la kurdukları münasebete göre ülke hakkında değerlendirme yapıp hüküm vermeyi alışkanlık haline getirmişlerdir.
Eğer Başbakan Erdoğan'la "ilişkileri sıcaksa" onlar için Türkiye yükselen bir ülkedir, Avrupa Birliği üyelik için ayak sürüse de "Batı açısından değerli bir ülke"dir. Batı ile Doğu arasındaki yegâne bir kültürel sentez imkânı olduğu için, eninde sonunda üyeliğine kesin gözüyle bakmaktadırlar. Yok, eğer Başbakan Erdoğan'la aralarından su sızıyorsa (ki bu çoğunlukla Başbakan Erdoğan'ın Türkiye çıkarları konusunda dışarıdan gelen talepler karşısında esnek davranmaması sonucu ortaya çıkar) o zaman "Başbakan otoriterleşiyordur" ve bu durumda "AB'nin bu ülkeye uzak durması normaldir".
Bir dönemin adamları
Son zamanlarda Türkiye'nin beyaz elitlerinin Başbakan'la ilişkilerinin bırakınız bozuk olmasını, bir savaş durumu halini aldığı apaçık ortadadır. Bunun sebebi birincisi, beyaz elitlerin önemli bir kısmının "Kürt sorununa çözüm planı" olarak savundukları, daha çok bazı Avrupa ülkelerinin önerileri doğrultusunda hazırlanmış olan "bir özerk bölge" veya "federasyon" tezini savunmalarıyla ilgilidir.
Türkiye'nin uygulamaya soktuğu "çözüm sürecine" karşı duydukları tepkiyi, terör örgütünün Kandil'deki elemanlarına dönüp "bunu kabul etmeyin, yoksa döktüğünüz kan boşa gidecek" türünden yaptıkları çağrıları da bu bağlamda değerlendirmek gerekir.
İkinci önemli bir neden ise içerdeki geleneksel güç merkezleri karşısında, Başbakan Erdoğan'ın oluşturduğu "politik otonomiden" kaynaklanmaktadır. Hatırlayalım, bugüne kadar büyük sermayeyi oluşturan "devletçi-kapitalistler" olarak tanımladığım yapı ve onun uzantısı olan "merkez medya" seçilmiş hükümetleri şu veya bu şekilde sarsmış, hırpalamış, ya hizaya getirmiş ya da bitirmiştir. Bu ilişki bağlamında, karşılarına çıkan ilk çetin ceviz rahmetli Özal'dı. Ona karşı yürüttükleri sistematik saldırılar "Turgut nereden geliyor, Turgut'a bak" seviyesinde itibarsızlaştırma gayretleri, o zamanki "militarist devlet yapısı"nın da desteğiyle sonuç vermiş ve Özal karşısında istedikleri siyasi neticeye ulaşmışlardı.
Millete karşı yeni ittifak
Bugün durum bütünüyle farklıdır. Hükümet, üç dönem iktidarını halkın desteğiyle tahkim ederek, Türkiye'nin daha önce ele alınmamış büyük projelerini gerçekleştirme açısından uygun bir konjonktür elde etmiştir. Ekonomide kaydedilen gelişmeler, dünyada yaşanan büyük krize rağmen iktisadi gelişmenin kesintisiz devam etmesi, sanayi üretiminde görülen duraksamasız artış, sosyal harcamaların halkın refahtan pay almasını kolaylaştırmıştır. Başta sağlık, ulaştırma hizmetleri, konut edindirme gibi, doğrudan halkın gündelik hayatına etki eden uygulamaların somut neticeleri ve bilhassa özgürlüklerin genişletilmesiyle, halkla Başbakan Erdoğan arasında önemli bir "iletişim dilinin" oluşmasını sağlamıştır.
Başbakan Erdoğan'ın dayandığı demokratik meşruiyet karşısında, Türkiye'nin "geleneksel iktidar zümresini teşkil eden beyaz elitlerin" dayandığı sermaye gücü ve medya ortamının yaşadığı güç kaybı bu kesimlerde ciddi bir krize yol açmıştır. Bu krizin geleneksel iktidar elitlerinde iki yeni ittifak arayışı eğilimine yöneltmiştir. Biri, sokaktan gelecek istikrarsızlık yaratacak hareketler diğeri ise, devlet içinden yükselecek darbe dâhil, anti-demokratik girişimler. Evet, bu tablo bizatihi bir devrin bittiğini göstermeye yetmez mi?