Beni Cennete Götür ve Kirpiklerimiz Ufuk Çizgisi

Abone Ol

BENİ CENNETE GÖTÜR

Dostum Mahmut Baycan’ın yeni romanı… Adı: “Beni Cennete Götür”, Yayınevi Kora…

Baycan her yeni romanında daha da yeniliyor, geliştiriyor kendini. Bu romanında kurgunun, anlatımın, akıcılığın, sürükleyiciliğin doruklarına çıkmış. Elimden bırakamadım desem abartmış olmam.

Kitap şu dizelerle başlıyor:

“Avucumda yarım bazlama
sakladım
ufalıncaya kadar.
Anamın eli değmişti
babamın alın teri.”

Bu alıp götüren, imgelettiren, iç sızlatan güzel dizeler bu romanda anlatılan olayların bir tanıtım filmi gibi…

Baycan, günümüz romanında artık işlevini yitirmiş olan ayrıntılı betimlemelere hiç girmemiş, bu da romanını ayrıntıya boğulmaktan kurtarmış. 

Yöresinin tarihinden bir kesit… İki ilginç kişilik… Yazgı onları bir araya getirince olan oluyor… Yazarımız psikolojik, psikiyatrik somut çözümlemelere de giriyor yeterince ve okuru sıkmadan.

Okunmasını salık veriyorum, okursanız siz de salık verme girişiminde bulunacaksınız, buna kesinlik ölçüsünde inanıyorum.

KİRPİKLERİMİZ UFUK ÇİZGİSİ

Bildiri biçemli, sav duruşlu bir şiir gördüm Hasan Erkul’un “Kirpiklerimiz Ufuk Çizgisi” adlı şiir kitabında. “Bildiri biçemli, sav duruşlu” ama sakın ha, slogansal dizeler yığını olduğunu sanmayınız Sancı Yayınları tarafından yayımlanan bu kitabı. Şairimiz şairanelik ve nitelikten asla ödün vermiyor.

Sözcük varsıllığı ile karşılaşıyorsunuz, bu da sözdizimini sanatsallaştırıyor, şiirini ululaştırıyor Erkul’un. Öyküselllik ve anılara kamera döndürme bağlamında da bu ululuk göze çarpıyor, şiirin düzyazıdan ayrılığı da tanımlanmış, kanıtlanmış oluyor.

İşte şu dizelerdeki gibi:

“gül liman mahallesinde
o perdeler, o tahta kapılara ait gölgeler
o sokaklara, o kâgirliğe ait ıslıklar
ve kaldırım taşlarına oturgan köşe başları
boş vermişliği kabullenmiş akşam silüeti sanki!
İki gözüm masala aksın ki,
                gül liman mahallesi bizim orası!”

Gül Liman Mahallesi neredir bilmeyiz, ne ki, Hasan Erkul şiirinin vazgeçilmezidir İstanbul. İstanbul imge imge var, tarih tarih var, semt semt, olay olay, anı anı var. Kültürce de küfürce de, kesimce de var. İstanbul dünyaya sığsın istiyor. Ana dilleriyle sevişen mahalleler yitmesin diye titriyor üzerlerine. Çünkü kendi söylemiyle, “ütopyaya ait bir İstanbul’un, devrime ait vatanın” kaygusunda şairimiz. 

Kimi dizelerse, şairin ütopyasının kolon ve kirişleri, yapı taşları, muştuları, yaşanmışlıkları, acıları durumunda:

“kayıp meydanı arayan sokaklar
ne kente ait ne hicret halinde.
Bir yanı iyonya, bir yanı pers ülkesi!
kül olacakmış korkusuyla
yıldızya ve seyir gökyüzünde nöbet tutuyor
aynı anlamlı farklı sesli o sözler için
diller birbirini davet ediyor…
ihtimalller soy boyunca
devridaime ve sarmala yetişmeye
                 derin bir kılavuz lazım.

göğe ne sütun ne sunak gerek
suyun suyla çırılçıplak sevişmesindeyiz.
özgürlüğün öncü âlemleri sonsuzluğa ağıyor 
uyanan güzergâha ci ediyor pusula.

(…) hayale sığınan dalgınlığım, kolay ölmeye alışayım diye.
ütopyaya sığınan direnişim, sonsuzluğa kavuşayım diye.
kuş uçumu seyir olduğunda mola yerleri
koyaklı ve kanatlı konak olduğunda yol
iyiye ve güzele tutkun olduğunda eylem
ve ılık bir süt olduğunda kıvranışlar
her çağrı her yol her şafak daha kuşluk!”

Şairimiz halk, ulus olmanın, halkların kardeşliğini sağlamanın tarihsel, insansal ve şematik şifrelerini de veriyor şiirle. Bu verişte ideolojik zorlama yok, zamansal ve uzamsal bir yüce çağrı var.

“Geceyle mumu seviştiren merakın kucağında” olduğunu söyleyen Erkul, yoldaşa vefa şiirleri de yazmış çokça. Bunlar ilgilileri tarafından daha içselleştirilmiş olarak anlaşılacaktır kuşkusuz.

Benden bu kadar, umarım okuma dürtünüz devindirmişimdir.