Bayburt çok değerli evlatlar yetiştirmiştir. Bunlar siyaset adamı, ilim ve sanat adamı, asker, işadamı olarak memlekete unutulmaz, şükranla yad edilen hizmetler ifa etmiştir. Bayburtlu siyaset adamları için politika sadece “devlete ve millete hizmet şuuru ve sorumluluğu“ ile yapılan bir görev olmuştur. Bayburtlu siyaset adamları her zaman ve her yerde saygı gören şerefli insanlardır. Askerlerimiz her kademede ehliyet ve cesaretle hizmet vermiştir, vermektedir. Paşalarımız yiğitliğin önderi, abide hizmetlerin sahibi olmuştur.İlim, san’at, bürokrasi ve iş hayatında yeri olan Bayburtluların ortak çizgisi “önce vatan” demeleridir.
Hepsi işini en iyi yapan, israftan gösterişten kaçan kıymetlerdir. Bayburtlunun yetiştiği çevre ve aile yapısının verdiği değerler, örf adet ve geleneklerden süzülüp gelen güzellikler O’na sevgi saygıyla yoğrulmuş bir şahsiyet vermiştir. Dedelerin nenelerin anlattığı Kop Dağı Savunması, Türk-Rus Muharebeleri, Ermenilerin Bayburtluları taş mağaralara doldurup yakmaları, Şehit Osman Tepesi’nin ardından gelen top sesi ve nice efsaneleşmiş gerçeğin hikayesi Bayburtluya sağlam bir milli kimlik ve şuur vermiştir. Bayburt’tan vatan haini ve terörist çıkmamıştır.
Dileğimiz ve inancımız yetişen gençlerimize onlardan önce yaşamış, yaşlanmış, vefat etmiş ağabeylerini ve ablalarını iyi tanımaları ve onları aşacak gayret, bilgi ve şahsiyet sağlamlığıyla örnek hizmetler vermeleridir. Bu konuda kız ve erkek çocuklarımız arasında asla ayırım yapmıyoruz. Her iki cinsin ilham ve örnek alacağı nice kıymetli insan zenginliğine sahibiz.
Kendisini Devlet Planlama Teşkilatında çalıştığım dönemde tanımıştım. O zaman Ömer Naci Bey Burdur Valisiydi. Burdur’a hizmet götürebilmek için devamlı gayret gösteriyordu. İnandığı iktisatçılara projeler hazırlatır, bunların hangi kaynaklardan beslenebileceğini araştırır, çareler arardı. Burdur’da kurduğu halıcılık kooperatifleri hanımların halı işçisi olabilmeleri için hizmet veren kurslar ve daha nicesi...
Ondan sonra ne ölçüde devam ettirildi? Bilemiyorum...
Bize göre Burdur’a bir diğer unutulmaz hizmeti; aynen Söğüt’te olduğu gibi 16 Türk Devleti kurucularının büstlerinin dikilmesi ve merkeze bir bozkurt heykeli yerleştirmesidir. Bozkurt, Türk milletinin bu kutsal toteminin varlığı ne yazık ki bazı zavallıları bütünüyle bu güzelliğe karşı aşağılık bir düşmanlığa götürmüştür. Bu düşmanlık tehlikeli bir hastalıktır.
Türkiye’ye has bir hastalık olan bazı aydınların tarih ve milli değerlerimize yönelik düşmanlıkları üzerinde ciddiyetle durulması gereken bir yapısal felakettir. Felaketin sebebi sistemdir. Ne yazık ki eğitim sistemimiz diplomasının sayısı arttıkça bu ülkenin çocuklarını -istisnalar hariç- milli dile, tarihe ve devlete yabancılaştırmaktadır. Merhum Ömer Naci Bozkurt, milli kimlik şuuruna sahip bir Türk olarak, yaşadığı bu vatanda birleştirici değerlerin şuurunda olmayanlarla mücadele etti ve bu savaşı bir ömür sürdü. Kaymakam, vali, Emniyet Genel Müdürü ve senatör olarak geldiği kademelerde hep aynı çizgiyi takip etti. Hukukun içinde, devletin bütün kaynaklarını hareket ettirerek devletin onurunu yüce tuttu.
Ticaret Bakanlığı Müsteşarı olduğum yıllarda Ömer Naci Ağabeyim, Ankara Valisiydi. Terör, üniversitelere yerleşmek için çabalıyordu. O, örnek bir yüreklilikle terörün üstüne yürüdü, üniversiteye devlet güçlerini soktu ve “Devlet her yere girer” dedi.
Gümüşhane’ye Senato seçimlerine gittiği zaman Ankara’da O’nu tanıyan ve seven bütün kamu görevlileri heyecanla yanındaydık. Senatör olunca sadece seçim çevresi için değil, bütün memlekete hizmet etmek için çalıştı. Hiç şüphesiz senatoda “Milli Kültür” konusunun en ateşli hatiplerindendi. Ticaret Bakanı olarak; hükümet adına Senatoda açılmış “Ekonomi ile ilgili Genel Görüşme”de hemşerim, ağabeyim olarak gösterdiği gayretleri hiç unutmadım.
Kader bizi 1980 darbesinde “Ordu Dil Okulu Tutukevi”nde bir araya getirdi. Naci ağabeye bizim arkadaşlar tam bir muhabbet ve saygıyla sarıldılar. Ne gariptir bu yiğit Türk milliyetçisi, marksistlerin ve bölücülerin olduğu bir koğuşa tek başına konulmuştu. Geceleri O’na bir zarar gelmesin diye kalkar koğuşunu sessizce yoklardık. Nitekim ateşli bir marksist arkadaş Ömer Naci Beye “Dışarıda bu fırsat elime geçse seni öldürürdüm, ama burada olmaz çünkü aynı kaderi paylaşıyoruz“ demişti.
Tutukevinde bir ay kalan ve bu bir aylık dönemde neredeyse bir kitap hacminde hatıra bırakan Naci Ağabeyde “anne sevgisi” adeta destanlaşmıştı. Tahliye olduğu gecenin sabahında önce rahmetli annemi ziyaret etmesinin şükranı içindeyim.
On altı ay sonra ben tahliye edildiğimde karşılaşmamız çok duygulu oldu. Her zaman O’na layık olduğu sevgi ve saygıyı gösterme dikkati içinde oldum.
Ömer Naci Bey, bizim “Türkiye Ekonomi ve Sosyal Araştırmalar Vakfı”nın ak saçlısı idi. Toplantılarımızda yaptığı yorumlar dikkatle dinlenir ve hürmet görürdü. Son beş yılı hastalıklarla mücadeleyle geçti. Bir çınarın solması sararması, kurumaya yüz tutması gibi Ömer Naci Ağabey de ağır ağır eriyordu. O sert, haşin görüntüsünün arkasında; ince, hassas, şükran dolu, kadir kıymet bilen, merhametli, yumuşak bir şahsiyeti vardı. En küçük hizmetlerimizi Bayburt ağzıyla “ayahlaran, beni ezgerdirsen” diyerek karşılardı.
Bu güzel insan, dost ağabey Ömer Naci Bozkurt, bu alemden göçtü. Bayburtlu hemşerilerimiz, sevenleri O’nu yalnız bırakmadı. Kabri başında gözyaşlarımızla söylediğimiz ortak cümle “Sade Bayburt değil, Türkiye yiğit bir evladını kaybetti” olmuştur.