Bayburt’ta daha Memmet Saleh Mehlesine elektrik gelmemişti. Bataryalı radyoları ise Kore’ye gidip dönen askerlerimiz 1950'den sonra getirecekti.
Akşam misafirliklerinin tek eğlencesi, sazlı veya sazsız beraber türkü ve şarkı söylemekti. Bizim evde bir âhenk vardı. Gövdesi ağaçtan, göğsünün yarısı deri, yarısı tahta olan, bir cümbüş idi. Babam, bando yöneticisi ve flütçü olduğu halde, ud çalmasını bilir ve o günlerin plâklarındaki şarkıları çalardı. Hiç unutamadığım, misafirlerimizin okuduğu bazı türküler şunlardı:
Bağlamamın düğümü isterler öldüğümü,
Sağ yanım yastık ister sol yanım sevdiğimi
Amman Amman bağlamamın telleri,
Açıldı mı hasbahçenin gülleri,
Çerkez Kızı kınalar yakmış eline,
Ah sarılaydım o incecik beline.
Yaylânın yplundayım, vişnenin dalındayım,
Annem beni sorarsa kızların yanındayım
Amman Amman bağlamamın telleri,
Açıldı mı hasbahçenin gülleri,
Çerkez Kızı kınalar yakmış eline,
Ah sarılaydım o incecik beline
*****
Erzurum Türkülerinden olan Muhayyer Makamındaki türkü hem çok sevilir ve büyüklerimiz tarafından söylenirdi. Şehirdeki gramofonlardan da duyduğumuz bu türküyü, Remzi Çağıldak-Zakir Peksert-Burhan Paşko üçlüsünden de dinlerdik ve biz çocuklar hemen ezberlerdik. Büyüklerin yanında söylemezdik. Yaşıtlarımızla kırda, bayırda, tarla ve su kenarlarında söylerdik. Benim o kadar güzel sesli arkadaşım ve akrabam vardı ki…
Çıkar yücelerden yumak yuvarlar
Leyli leyli leyli Leylâm Leylâm
İner düz ovaya şahin kovalar
Değmeyin yavruya beyler ağalar,
Yâr uykudan kalkmış gözleri bir hoş,
Yâr bâde doldurur elleri bir hoş
Ley ley ley leylâm Leylâm
Kırmızı gül ilen bezendi bağlar
Leyli leyli leyli leylâm Leylâm
Hastanın halinden ne bilir sağlar
Döşşek melûl mahzun, yastık kan ağlar
Değmeyin yavruya beyler ağalar,
Yâr uykudan kalkmış gözleri bir hoş,
Yâr bâde doldurur elleri bir hoş
Ley ley ley leylâm Leylâm
******
Bu türküyü annem ve Trabzon’daki halamın kızı Muazzez ablam çok söylerdi. Bu ablamın bilmediği şarkı yok gibiydi. O zamanlar Trabzon Küçük İstanbul idi. Öyle ki, Ayasofya, Taksim, Kızıltoprak adlarını taşıyan semtleri bile vardı. Sahil vilâyetleri, fındık işleyen atölyelerle doluydu. İhtiyacı olan kız ve kadınlar bu mağazalarda çalışır para kazanırlardı. Ayrıca evlerde küçük sobalarda fındık kabuğu yakılırdı. İşte Karadeniz’in fındıklı şarkılarından biri Bayburt’ta revaçtaydı.
Oy Giresunda kayıklar Kızlar fındık ayıklar
Sevenler sevdiğini Gece gündüz sayıklar
Ağam haydi yâr haydi Kunduram taştan kaydı
Elin mişanlısına da nasıl diyeyim haydi
Oy Giresunun evleri şima ile kaynama
Kız benim ile oynadın başkasıyla oynama
Ağam haydi yâr haydi Kunduram taştan kaydı
Elin mişanlısına da nasıl diyeyim haydi
*******
Azerî Kültür dairesinin, makam, usûl ve kompozisyon anlayışı ile bestelenen, üslûp bakımından dikkatli incelemeğe değer bu türkü de Bayburt’ta çocukken öğrendiğim türkülerdendi. En az kırk yıl sonra, Müzeyyen Senar, Taşlık Maksim’de kısa dönem bir program yapmıştı. Bu türküyü o zaman okumuştu. Hatta bir arkadaşa: “Müzeyyen Hanım eğer uzun süre program yaparsa ben hastalanırım!” demiştim. Çünkü hanımefendi inanılmaz bir konsantrasyonla türküyü okuyordu.
Bir oda yaptırdım hurma dalından
İçini döşettim Acem şalından
O da benim eski ahbap malından
Haydi güzelim gel beri, Yeşil Bursa’nın dilberi
Seni görürler çalarlar Vallahi olurum deli
Bir oda yaptırdım yüceden yüce,
İçinde oturdum üç gün üç gece
Kurbanlar kestirdim geldiğin gece
Haydi güzelim gel beri, Yeşil Bursa’nın dilberi
Seni görürler çalarlar Vallahi olurum deli
Bir oda yaptırdın pınar başında
Bir yârim var on üç on dört yaşında
Ne durursun çapkın çapkın karşımda
Haydi güzelim gel beri Yeşil Bursa’nın dilberi
Seni görürler çalarlar Vallahi olurum deli
******
“Yedigün” çocukluğumuzun en renkli, kültür sanat ve aktüalite mecmuasıydı. Bilhassa kapağının arka sayfası, Nihat Sami Banarlı tarafından yönetiliyor, genç kalemlerin şiirleri yayınlanıyor, kısa tenkidler yer alıyordu. Arka sayfalarda ”Yedigünde Bir” sütununda S. Galip Savcı, yazılar yayınlıyordu. Yedigün’ün sayılarından birinde, Sadettin Kaynak’ın bestelediği, Ramazan Gökalp Arkın’ın şiiri yayınlandı. Ben Buselik şarkıyı, güftesi, bestesi, aranağmesi ve değişmeleriyle hemen ezberime aldım. Tam on yaşında idim. O sırada Tercan’a gittik ve ilkokul 5. Sınıfı oarada okudum. İlkoıkul diplomamı oradan aldım.
O zaman ilkokul beşinci sınıfı geçtiğimiz halde, bitirme imtihanına da girerdik. Müzik dersi imtihanında öğretmenlerimiz bana bir şarkı söylememi istediler.
Çocuk sesimle şu şarkıyı okudum.
Saçlarıma ak düştü sana ad bulamadım
Gönlüme uçmak düştü bir kanat bulamadım.
Sevgim coştu çağladı, yüreğimi dağladı,
Gönül coştu ağladı bir şefkat bulamadım
Daldım sevgi seline, düştüm gönül eline,
Bu servginin dilinei bir lügat bulamadım
Dil döktüm bülbülb gibi, soldum pembe gül gibi
Çağlayan gönül gibi, bir feryat bulamadım
Daldım sevgi seline, düştüm gönül eline,
Bu servginin dilinei bir lügat bulamadım
Şimdi düşünüyorum da hayretler içinde kalıyorum. Bu şarkıları ve bu kültürü, merkezlerden çok uzak bir kasabada öğrenebilmiş ve hayat biçimimizi şekillendirmiştik. Şimdiki çocuklar ve gençler bunlara bîgâne ve yabancı. Kelime dağarcıkları ikiyüz-üçyüz kelime. Şiir bilmiyorlar, mûsikî bilmiyorlar. İşitiyor, ama duymuyorlar, bakıyor fakat görmüyorlar. Evler âlet dolu, gardroplar tıklım tıklım. Ama gençlerimiz süper tın tın!!.
Beş sekizlik Türk Aksağı usûlüyle “Sümmânî Ağzı” tarzını yaratan Erzurum’un muhteşem dehâsı Sümmanî de Bayburt’ta bilinen, sevilen, hürmet edilen bir şahsiyetti. Bilhassa Celâlî ve Hicranî üzerindeki tesirler ve Azerî Kültür Dairesi'nin de bir uzvu olan Sümmanî en çok şu deyişi ile Bayburt’ta yaşar ve yaşatılırdı:
Kalksak bu yerlerden hicret eylesek
Yarâna yoldaşa minnet eylesek
Yâri arzulayıp niyet eylesek
Benim yolum Gürcistan’a düşmüştür of!
Ormandan çıkanı çekerler dâra
N'olur pîrim beni bu yerde ara
Önümüze çıktı Belh-i Buharâ
Benim yolum Türkistan’a düşmüştü of!
“Sümman’i Tarzı’nın” en önemli unsuru, Türk Aksağı usûlünün “EVFER” tarzını kullanmasıdır. Bu tarz, taa Semerkant’ta Timur Mirza’nın önünde resm-i geçit yapan talimli fillerin ayaklarına bağlanan zillerle, develerin üzerindeki çifte köslerle, tabıl hane ve nakkârelerin, hâilelerin darpları ile yürüyen alayların mûsikîsinin Sümmanî’nin şahsında bağlamaya yansıyan minyatürüdür. Kökü en az ikibin yıl önceye dayanır. Dünya yüzünde Tütk’ten gayrı hiçbir millette yoktur. Evvelâ hissedemezler, sonra beceremezler. Bizim genetik kodlamamızda mevcuttur. Size kelimelerle anlatmağa çalışayım:
Güm-güm-gümmm!
Güm-güm-gümmm!
Kasım 2013