Bayburt'ta Müzik -2-

Bizim köye bir adam geldi. Başında örme başlık, sırtında ceket ve eski püskü pantolonu giymişti.. Ayaklarında da bir çift çarık, tabiî beyaz yün çoraplar…

Abone Ol

Bizim köye bir adam geldi. Başında örme başlık, sırtında ceket ve eski püskü pantolonu giymişti.. Ayaklarında da bir çift çarık, tabiî beyaz yün çoraplar…

Elindeki değneği söylediği türkünün görüntülerine göre kullanıyor, vücut hareketleriyle desteklediği türküyü, güya komikleştiriyordu.

Maksadı başına fazla sayıda çoluk çocuk biriktirmek, gösterisinin sonunda parsa yerine, bir tas buğday, iki-üç yumurta veya bir tas un almaktı. O gün söylediği türkülerin biri şu idi:

Leblebiyi kavuran,
Dumanını savuran
Cennet yüzü görmesin,
Bizi yardan ayıran.

Ah bici bici bici leblebici,
Kavrulmuş fındık içi,

Köyden indim şehire,
Şaşırdım birdenbire.
Çarık sıktı bağını,
Onu kattım on bire

Ah bici bici bici leblebici
Kavrulmuş fındık içi

Taraktan geçirilmiş koyun yünü, teşi ile eğirilirdi. Teşi, otuz santim boyunda bir çubuk idi. Teşinin başına beş-altı santim kutrunda, ortası şişkin ve teşiye takmak için delik bulunan, tornada çekilmiş bir parça takılırdı. Bunun adı da ‘ağırşak’ idi. Teşinin üst ucuna çakılan küçük çengel eğirme işlemi için çok önemliydi. Teşi baldır ile el arasında döndürülür, bükülen yün belli kalınlığa göre salınır, çengelden çıkarılan yün iplik, ağırşağın altına sarılırdı, yumak oluncaya kadar devam edilirdi. Yukarıda bahsettiğim ihtiyar, bir de teşi türküsü söylemişti.

Aman teşi, canım teşi,
Canıma saldın ateşi.
Ah bele kâmal. Ah bele camal
Dünyada var mi?

Teşi döner yun bükülür,
Ağırşağından tökülür
Ah bele kâmal, ah bele camal
Dünyada var mi?

Bu türkü, Hüseynî makamında ve Aksak semaî usûlündeydi. (Curcuna) Bu usûlde, Elâzığ (Harput), Erzurum ve Tebriz bölgelerindeki ananevî müziklerde çok rastlanır. Hatta Bayburt bölgesinde oynanan “Yılan inceden öter” cümlesi ile başlayan, günümüzde de yaşayan ve oynanan bir kız barının usûlü de aynı makamda ve usûldedir.

İhtiyar, “teşi” derken elindeki değneği teşi çevirir gibi bacağının üstüne götürüyor, döndürme taklidi yapıyordu. “Bele kâmal- bele cemal (güzel yüz)” derken de sol elini ayna imiş gibi kullanıyordu.

*
Geyik Avı

Ben çocukken hicran duygusunu, vecd halini bir türkü ile yaşadım. Babam misafirlerle mûsikî yaparken bir sessizlik ânını kollar, “Baba Geyik Avı’nı çalar mısın?” Derdim. Beni kırmaz ve başlardı.

Biz de gider olduk geyik avına
Aman amman
Geyik de çekti bizi kendi dağına
Aman amman
Dağına
Tövbeler tövbesi geyik avına
Aman amman
Siz gidin kardaşlar kaldım Kayalarda
Aman amman
Çöllerde

Tüfengim kayada asılı kaldı 
Aman amman
Nişanlım köyünde küsülü kaldı
Aman Amman
Vay kaldı
Elbisem sandıkta basılı kaldı
Aman amman
Siz gidin kardaşlar kaldım kayalarda
Aman Amman
Çöllerde.

“Geyik Avı” benim kutsal türkümdür. Hissetmeyi, mûsikî düşkünlüğünü, millî makam Hüseynî’yi ondan öğrendim. Beş yaşından beri beynimde, sinirlerimin dolambaçlı yollarında dolaşır. Bu türkü hayatımı şekillendirmiştir. Türk Mûsikîsini meslek olarak seçmem ve hayatımı bağlamamın en büyük sebebidir. Bestekârlığa attığım adımlar bile, Hüseynî etrafında dolanır. Geyik Avı’ndan mutlaka bir parça taşır. Daha sonra şiir söylerken, yani kelimelerle müzik yaparken de yine şuuraltım, Geyik Avı’nı terennüm eder. Soğanlı Dağlarındaki kar ve duman kümeleri, Duduzar, Aslan Dağı, Kop Dağları, Şehit Osman ve Bayburt kalesi, Çoruh’un sesiyle içimde hep Geyik Avını söyler.

*

Babamın çalıp söylediği serbest bir türküyü yıllardır ararım. Sadece bir kıt’a aklımda

Eminem oturmuş Daşın üstüne
Zülfünü daramış kaşın üstüne.
Selâmı gelirse başım üstüne.
Eminem Eminen anlı Eminem,
Üç köyün içinde şanlı Eminem.


Babam bir türküyü çok severek okurdu. Segâh makamında ve aksak semaî usulündeydi. Günümüzde bazı kayıtlara rastlıyorum. Fakat değiştirilmiş. Ben yetmiş yıl önceki havayı yansıtmaya çalışıyorum.

Narman kazasında bir gelin gördün
Aklımı fikrimi hep ona verdim
Ben de bu sevdânın bülbülü oldum

Aklımı başımdan aldı bu gelin
Serimi sevdaya saldı bu gelin
Yolcuyu yolundan amman amman
Amman amman amman eğler bu  gelin.

Bir zıbın geyinmiş, sızığı sarı
Göğsünde var bir çift Gürcistan narı
Acep sorsak kimin yar-ı reftarı

Aklımı başımdan aldı bu gelin,
Serimi sevdâya saldı bu gelin,
Yolcuyu yolundan amman amman
Amman amman  amman eyler bu gelin

Halam Trabzon’da otururdu. Kızları bize Bayburt’a sık sık gelirlerdi. Biz de Trabzon’a gezmeğe giderdik. Hala kızları çok güzel sesliydiler. Pek çok şarkı bilirlerdi. Ben de hemen ezberlerdim.

Gemim kalkar suları akar
Giymiş mor cepkeni de
Süleyman aman
Bakışı canlar yakar

Yeşil sandık kilidi
Üstünü toz bürüdü
Geçme kapım önünden
Süleyman aman
Civan ömrüm çürüdü.

Kara kara kazanlar
Kara yazı yazanlar
Cennet yüzü görmesin
Süleyman aman
Aramızı bozanlar.

Babamın da söylediği bir muhacirlik şarkısı vardı. Hemen Karadeniz’deki Rus vahşetini, savunmasız şehirlerin bando eşliğinde, borda ateşiyle yakılıp yıkılmasını, işgali, muhaceret’i, seferberliği yaşamışçasına gözlerimizin önüne getirirdi. Çünkü bizler, O felâketleri yaşayanları tanıyan ikinci nesil idik.

Trabzon’un her tarafı meteris
Meteristen yağlı da kurşun atarız
Üç kardaşız bir orduya yeteriz.
Muhacirlik şimdi de büktü belimi
Gâvur Urus yaktı da yıktı evimi

Trabzon’dan çıktım başım selâmet
Araklı’ya geldim koptu kıyâmet
Annem bubam Allahıma emanet
Muhacirlik şimdi de büktü belimi
Gâvur Urus yaktı da yıktı evimi

*

Babam, Trabzon’da annemle evlendikten sonra Bayburt’a yerleşmişler. Babam, Bayburt’ta iki şey yapmış. Birincisi, Cumhuriyet Caddesi'nde, gündüz ışığıyla çalışan fotoğrafhane kurmuş. İkinci olarak da, askerliğini bando bölüklerinde yapıp, terhis olan kişilerden bir bando kurmuş. Flüt çalmasına rağmen bandonun şefliğini de üstlenmiş. Bando, Bayburt Belediye’sine bağlı idi. Şimdi Askerî Gazino olarak kullanılan yerin bitişiğindeki toplantı salonu, bandonun meşk yaptığı yerdi. Elimizde biri 6x9 makineyle çekilmiş, biri basılı kaynaklardan bulunmuş iki resim var. Bu bandoyu, çok yakından beş-altı yıl dinledim. 1948’de Bayburt’tan ayrıldığımızda bando kapanmış. Bayburt Bandosu, bölgede emsalsizdi. Bütün bayramlara katılır, balolarda görev alırdı. Elemanlar, o devir için istisnaî bir durum olan nota okuma yetisine sahipti. Bando, bütün marşları ve zamanın tango ve fokstrotlarını icra ederdi.

1937 yılında çekilmiş olan fotoğraf, şimdi beton yığını olan Koruk’ta çekilmiş. Bandonun Aşkale’de demiryolunun açılması merasimine katıldıktan sonra, dönüşte bir hatırası tespit edilmişti.

*
Recep Kırıcı ve bağlama

1947-48 kışında, Recep Kırıcı ağabeylerin,  Galer’deki evinde kiracı idik. Recep ağabey askerde idi. Döndüğünde elinde bir bağlama ile geldi. Bağlamayı ilk defa Recep ağabeyde gördüm. Bana çaldığı ilk türkü de şu idi.

Oklavayım pazıyım
Ak gerdanda yazıyım
Seni bana verseler
Dilenmeğe razıyım

Di gel gız gel gel yanıma
Kanın kaynar kanıma

Bu bağ bizim olaydı,
Koruk üzüm olaydı
Ortak malı nideyim
Hepsi bizim olaydı

Di gel gız gel gel yanıma
Kanın kaynar kanıma

Daha sonraları Recep Kırıcı Ağabey’in Ankara’ya yerleştiğini, orada bir saz evi açtığını, hatta bir ara kısa dalga bir radyo ile yayın yaptığını duyardım. Rastladığım her Bayburtlu’ya Recep Ağabeyi sorardım.

Yusuf Kırıcı

1957 yılında bir ara Bayburt’ta kaldım. Halkevinde bir topluluk çalışıyordu. Artık Bayburt’a bağlama hâkim olmuştu. O zaman Recep Kırıcı’nın kardeşi Yusuf Kırıcı’yı tanıdım. Bağlamasına çok hâkimdi. O günlerde dilinden düşmeyen bir şarkıyı mırıldanıyordu. Raj Kapor’un çevirdiği Hint Filmi Avare’nin melodisi. Elinde saz olmadığı zaman bile şarkıyı mırıldanıyordu.

Avara mu – um daralam…

*
Bayburt’ta bir gün bütün dükkânların ve resmî binaların bayraklarla donatıldığını gördüm. Sorduğum zaman “Harp Bitti.” Dediler. Biten ikinci cihan savaşı idi. Hiroşima va Nagazaki’ye atom bombası atılmış, Japonya teslim olmuştu. O gece Tokyo parkında 2 bin 500 Japon Harakiri yaparak hayatlarına son vermişti. Savaşa girmediği halde yıkımın en korkuncunu yaşayan Türkiye, Bayrak asıyordu.

*
O günlerde Kuddüs Amca’nın hoparlörü, bir türküyü sürekli yayınlıyor, biz de ezberliyorduk.

Ördek isen göle gel, gelin gelin gelin,
Şahin isen çöle gel, amman
Hakikatli yâr isen, gelin gelin gelin,
El ettiğim yere gel, amman

Ah bir ileri bir geri,
Yavaş yavaş gel beri.
Gerdandan akan teri,
Koy kadehe ver beri.

Ah yanıyorum, ah ölüyorum,
Öldürme gelin beni.

Ördek göllerde olur, gelin gelin gelin.
Şahin çöllerde olur, amman
Garip garip gezenin, gelin gelin gelin,
Gözü ellerde olur, amman

Ah bir ileri bir geri
Yavaş yavaş gel beri
Gerdandan akan teri
Koy kadehe ver beri

Ah Ölüyorum ah yanıyorum
Yandırma gelin beni

*
Mehmet Turan barı

Kaynaklarda çok az bilgi bulunan bu çalışkan folklor ustasını, iyice araştırıp bir biyografi ortaya çıkarmak gerekir. Haseki Hastanesinde yalnızlık içinde hayatını kaybeden Mehmet Turan Bey’in, dosyalarıyla belgelerinin de kaybolduğu söyleniyor. Rast Makamında nağmesi olan, Mehmet Turan Barı, Kız Erkek karşılıklı oynanırdı. Akraba ablalarımız bize öğretirlerdi. Ayrıca Veysel Barı, Başbar, Hançer Barı, Temürağa, Sarhoş Barı, Hoş Bilezik ve daha başka barları bize öğretirlerdi.

*
Remzi Çağıldak ve besteleri

Remzi Çağıldak, Babamın da arkadaşı idi. Zaten Şingâh mahallesindeki evimizin yanında komşumuzdu. Meşhur üçlünün Udîsi idi. Aynı zamanda besteleri de vardı.

Bayburt Bayburt ne güzel yurt. 
Güneş neşe eli şen yurt. 
Yazın yeşil kışın beyaz. 
Manzarası şirin Bayburt.

Duduzar’dan mehtap iner.
Gönüllere neşe siner.
Çoruh çağlar ninni söyler.
Koyun kuzu yurdu Bayburt.

Yalçın kaya yakın aya.
Sinem yaslı kayalara.
Yüzüm bakar Aslan dağa.
Ovalarda birsin Bayburt.

Remzi Ağabeyin oğlu, Ahmet Çağıldak’ın verdiği bilgiye göre, memleketimizin meşhur türküsünü, eşi için yazıp bestelemiş. Türkü aksaksemaî usûlünde ve Gerdaniye-Rast makamındadır. Çok dikkat çekici bir seyir ve yapıya sahiptir.

Zay oldum geze geze.
Geldim Şingah'ın düze.
Düğün kalmasın güze.
Sevdim inandım,
Sözüne kandım,
Ateşe yandım, gel gel.
Bayburtlu pek naza gelmez,
Yandı yüreğim gel gel.

Goruğum aşkın bağı.
Gözyaşım sevda çağı.
Arada Şehit Dağı.
Sevdim inandım,
Sözüne kandım,
Ateşe yandım, gel gel.
Bayburtlu pek naza gelmez
Yandı yüreğim gel gel.

Remzi Ağabey’den bahsedince üçlünün kemanîsi Zakir Peksert’ten ve Burhan Poskof’dan bahsetmemek olmaz.

Zakir amca, kemanî Emin Fevki Efendi’nin oğludur. EminFevki Efendi’nin Zakir Amca tarafından söylenen ve kaset kayıtlarına geçen bestesi, Mahmut Ragıp Kösemihal tarafından 1930 yılında notaya alınmış ve İstanbul Konservatuarı tarafında yayınlanan, Halk Tütküleri kitaplarının, son nüshasında yer alnmıştır. 40 lı yıllarda, Erzurumlu bestekâr Haydar Telhüner, şiirden bir Hicaz Divan bestelemiş, zamanın meşhur ses sanatkârlarınca taş plâklara okunmuştur.

Hikâyesini Bayburt’ta çocukken dinlediğim bu şarkı hakkında bir hikâye kaleme aldım. Önce Türk Edebiyatı Dergisinde yayınlanan hikâye, daha sonra Dildeste adlı kitabımızda yer almıştır. (Ötüken Neşriyat-2001-sayfa 149)

Zakir Amca ile en son, İstanbul Taksim Belediye gazinosunda, 1956 yılı 21 Şubat Kutlamalarında görüşmüştük. Hatta kemanıyla bana bazı taksimler de yapmıştı.

Burhan Poskoy amca da, Şingâh’taki evimizin arkasında otururdu. Tef çalardı. Zakir –Remzi- Burhan üçlüsü tam bir İNCESAZ TAKIMI idi. Halk Müziğinin başına daha dümbelek musallat olmamıştı. Bu menhus patırtı, sanatımıza çok pahalıya mal olmuştur.

*
Kavalcı Yaşar

Mam Köyünde bir Yaşar ağabeyimiz vardı. Dilli kaval çalar, pek çok türkü bilirdi. Akrabalarımızdan bir genç kız, gece sofadan düşerek hayatını kaybetmişti. Yaşar ağabey ona bir türkü yakmıştı. Sofyan usûlünde ve Hüseynî makamındaki bu ağıtın nağmeleri hafızamda,  fakat sözlerinin  çok az kısmı  aklımda kalmış.

Sabah yeri ışılar,
Burnumdan kan fışılar,
Gınamayın gonşular
Gençtir murad almaz gençtir.

*

Suzan Yakar, hem film artisti, hem de şarkıcı idi. Sonraları film ve plâk şirketi de olmuştu. Bir plâğı sabah-akşam çalınırdı.

Şafak söktü yine Sunam uyanmaz
Hasret çeken gönül derde dayanmaz,
Çağırırım Sunam sesim duyamaz
Uyan Sunam uyan derin uykudan

Çektiğim gönül elinden
Usandım gurbet ilinden
Hiç kimse bilmez halimden
Uyan Sunam derin uykudan.

Bunca diyar gezdim gözlerin için
Niye küstün bana el sözü için
Dilerin Allahtan sızlasın için
Uyan Sunam derin uykudan

Çektiğim gönül elinden
Usandım gurbet eilimden
Hiç kimse bilmez halimden
Uyan Sunam derin uykudan

*

Münir Nurettin Selçuk üstadın rol aldığı filmlerden biri de ‘Kahveci Güzeli’ idi. Filmin şarkısı o kadar meşhur olmuştu ki, okullarda bile öğretiliyordu. Bilhassa Köy Enstitülerinde okuyanlar, hem mandolin çalmayı öğreniyor, hem de bu şarkıyı söylüyorlardı.

Meselâ Âşık Veysel’in: “Çiğdem der ki ben alâyım / Yiğit başına belâyım / Hepisinden ben alâyım / Benden alâ çiçek var mı?” türküsünü, Yıldızeli Köy Enstitüsünde okuyan bir Bayburtlu çocuktan öğrenmiştim. Çok iyi niyetlerle kurulan bu okullar, günümüzdeki sol bölücülüğü hem de okullarda kökleştirmiştir.

Kahveci Güzeli’nin şarkısı şöyle idi.

İn dallardan aşağa
Yanıma gel yanıma yanıma
İn dallardan aşağı
Sokam seni canıma

Ben bir çoban kızıyım,
Dağların yıldızıyım
Yamaçları seslenir
Sürülerin kızıyım

Bir vakit atlı gelir,
Güçlü kanatlı gelir.
Umut dolu bakışı
Canımdan tatlı gelir.

Şu küçük kuzu bakın,
Ne kadar cana yakın.
Sürüyü esirgesin.
Gök tanrım onu sakın

*
Anadolu’nun neresine giderseniz, gidin. Sadettin Kaynak’ın bir Muhayyer Şarkısı okunur, bilinir, gramofonlarda, daha sonra Ankara ve İstanbul Radyoların da çalınır, evlerdeki büyükler söylerler, küçükler de ezberlerlerdi. Kaldı ki, o zamanlar, şarkı söylemek, büyüklerden izin çıkmadıkça serbest değildi. Ayıp sayılırdı. Bahsettiğim Muhayyer şarkının güftesi şöyle idi.

Ay doğdu batmadu mu?
Elâ göz yatmadı mı,

Diley, diley sana ben vurgunam ey
Diley, diley baygınam ey.

Seni yaradan Allah
Beni yaratmadı mı?

Diley...

Elmasta koku olmaz,
Âşıkta uyku olmaz
Seveceksen sev beni,
Bu kadar korku olmaz.

Çay taşı çakmak taşı,
Çatıktır yârin kaşı,
Çirkin ile bal yenmez,
Güzel ile taş taşı.

*

Bizim neslin çok sevdiği bir  Aksaksenaî muhayyer şarkı da “Batan gün kana benziyor” mısra’ı ile başlayan şarkı idi. Sadettin Kaynak’ın Halk müziği ile klâsik müziğimiz arasında bestelediği bu şarkılar, makamlarımızın ve usûllerimizin bu güne ulaşmasını sağlamıştır. Üstad bir nevi 'şehir folkloru' türü meydana getirmiştir. Bu çalışmalar, tam da Türkçe’nin sadeleşme dönemine rastlamıştır. Bir başka imkân da yayın araçlarının hızla gelişmesi ve saklanma kolaylığı bu döneme rastlamıştır. Bir başka etken de film endüstrisinin ülkemizdeki durumudur. Bilhassa Mısır filmleri çok yaygındı. Sadettin kaynak, Vecdi Bingöl ile stüdyoya gider, dudak hareketlerine göre Vecdi Beyin yazdığı güfteleri bestelermiş. Sadettin Bey, bestelerinin doğru notaya alınmadığını görünce,  almış yaşından sonra nota öğrenip, bestelerini yazmağa başlamıştır.

Batan gün kana benziyor,
Yaralı cana benziyor,
Âh ediyor bir gül için,
Şu bülbül bana benziyor.

Gece kapladı her yeri,
Keder sardı dereleri
Düşman değil sevda açtı,
Sînemdeki yâreleri

Rahatça bir dem olaydı,
Yareme merhem olaydı,
Kurtulurdu daha çabuk,
Âşıklar verem olaydı.

*

Yine Sadettin Kaynak imzalı yaygın Muhayyer eseri.

İşte seni seven banim
Senin aşkınla ölenim
Günah ise gönül çekmek
Gel boynumu vur kölenim
Kıyma bana güzelim

Güzeller içinde teksin,
Gönül hep sevdânı çeksin
Biliyorum en sonunda
Beni sen öldüreceksin
Kıyma bana güzelim

*
Bayburt’taki incesaz üçlüsünden ve bazı plâklardan hafif türküler de dinlerdik.

Dağda da davar güderi,m
Emineme selâm ederim
Eğer Eminem gelmezse
Başımı da alır giderim

Eminem Eminem çakır Eminem
Gözlerinin altı çukur Eminem

Dağda da deavar izi var
Eminenin bende gözü var

*

Bazı plâkçılar da insafsızca basit ve petsen kâranî plâklar basarlardı. Mizah deseniz, komedi olamayacak kadar basit ve ucuz plâklardı. İstanbul’un külhanbeyi ve tulumbacı şarkılarının veya halk müziğimizin  çok değerli  dil ve müzik bakımından üstün nitelikli eserleri vardır. Bu açıkgöz plâkçılar yine de zevksizliğe, gizli bir maksatla çanak tutarlardı. İşte bir örnek:

Dağdan kestim kereste
Kuş besledim kafeste
Dediler yârin hasta lo
Yetiştim son nefeste

Ah İşlerim, işlerim,
Ah. yanaktan dişlerim.
Seni, bana verseler lo.
Kölen olur işlerim.

Dağı duman olanın
Hali yaman olanın
Gece uykusu gelmez lo
Yari güzel olanın

Ah İşlerim işlerim
Al yanaktan dişlerim
Seni bana verseler  lo
Kölen olur işlerim.

Bu konuyu kısa keserek müstakil bir yazıda, edep dışı sayılması gereken bu gayretlerden söz edeceğim.

Zara’lı Halil’den dinlediğimiz bir maya ile sohbetimizi bağlayalım:

Bir bulut kaynıyor Sivas Eli’nden,
Ucu  telli mektup geldi yârimden
Karlı dağlar ne olur ne olur;
Asker ağam gelse yarelerim ey olur.

Haziran 2012