Bu yazımda, tamamıyla Bayburt’ta çocukken dinlediğimiz müzikten bahsedeceğim. Bilhassa 1940 ve 1948 yılları arasındaki Bayburt eğlence müziği en iyi hatırladığım olaylardandır. Memmed Salih’teki Müftülerin Konağı’nda oturduğumuz zaman Cumhuriyet İlkokulu’na başlamıştım. Hocam, Kemal Güney idi. Hocama çok bağlıydım. Sesi de güzeldi. Bize çeşitli şarkılar öğretirdi.
“Ilgaz Anadolu’nun sen yüce bir dağısın...” mısrasıyla başlayan şarkıyı O öğretmişti. “Sert adımlar atalım, inletelim şu toprağı.” Şarkısını da Kemal Öğretmen öğretmişti. 1980'den sonra elime geçen ve Almanya’da basılan Bach’ın Lute Suites isimli kitabında, bu şarkının notasına rastladım. Batı müziği parçalarına Türkçe sözler yazılarak yapılan adapte okul şarkılarından biriydi ve yürüyüş marşımızdı. Hocamız, Yıldızeli Öğretmen Okulunda okurken bu şarkıları öğrenmişti. 1960 yılına kadar öğretmenlerin hemen tamamı, keman veya mandolin çalmasını bilirlerdi.
Bayburt’a elektrik, 1938'de geldi. Sadece Cumhuriyet caddesine dikilen direklerdeki lâmbalar yanıyordu. Parkın yanındaki bir dinamo cereyan sağlıyordu. 1940 tan sonra Un Fabrikasından elektrik alınmaya başlandı. Bazı evler ve dükkânlara elektrik bağlandı. İşte o zaman iki mağazaya Telefunken, Aga, Siemens markalarında radyolar gelmeğe ve satılmaya başladı. Saat 12.00 ve 13.00 arası, Ankara Radyosu’nun ajans haberlerini dinlemek için, bir saat elektrik veriliyordu... Avrupa’daki savaş haberleri heyecanla takip ediliyordu. Akşamları elektrik saat 24.00’da kapanırdı.
Şimdiki Askerî Gazino o zamanlar Halkevi idi. Gazinonun bitişiğindeki toplantı salonunu Kuddüs Amca isimli zat sinema salonu haline getirmiş, caddenin ortasındaki elektrik direğine çok güçlü bir meydan hoparlörü bağlatmıştı. Öğleden sonraları Bayburt’un büyük kısmından duyulabilen bu hoparlörden yeni basılan zamanın bütün plâklarını ve sanatkârlarını dinlerdik ve ezberlerdik. Sonradan Pikap adını alan elektrikli gramofonlar da o zaman görülmeğe başlandı.
Çok evde zembereği kurularak plâğı döndürülen ve her plâk bittiğinde yeniden yanındaki kol marifetiyle kurulan Gramofonlar, pek çok evde ve bazı köy evlerinde mevcuttu.
Bu âletlerle, Orfeon Record, Sahibinin Sesi, Odeon, Pathé, Grafson marka taş plâklar çalınırdı. Bu plâkları dinleyen müzik meraklıları, doğru ve temiz icralardan adeta mûsikî tahsili yapıyorlardı. Plâğı tekrar tekrar dinleme imkânı bu eğitimi sağlıyordu. Ankara Radyosu da bu plâkları hem tanıtıyor, hem yaygınlaşmasını sağlıyordu ve çok etkili oluyordu.
Bayburt’taki asıl müzik faaliyeti bir üçlü incesaz takımı sayesinde gerçekleşiyordu. Kemanî Zakir Peksert, Udî Remzi Çağıldak ve Tef sanatkârı Burhan Paskof.
Bu üçlü zamanın bütün şarkı ve türkülerini çalıp söylerlerdi. Bayburt folklorunun bütün parçaları ezberlerinde idi. Oyun ve Bar havalarının hemen tamamını bilirler icra ederlerdi. Evlerdeki bütün genç kızlar, gelinler, anneler, bu incesaz takımından öğrendiği şarkı ve türküleri söylerlerdi. Akşamları misafirliğe gidildiği zaman, Sadettin Kaynak, Yesârî Âsım ve Münir Nurettin Selçuk’un eserleri söylenir, bazısı tek bazısı gurup halinde okunur, çay içilir, kavrulmuş fındık, çekirdeksiz üzüm, ceviziçi, yerfıstığı yenirdi. Bazen de, buğday veya mısırdan haşlanarak yapılan, ekşi elma kurusu veya elma kurusu karıştırılan hedik dağıtılır ve yenirdi. O günlerde öğrendiğim, yakın zamanlarda Haydar Telhüner’in bestelediğini öğrendiğim Hicaz Makamında ve Düyek usûlündeki bir şarkıyı aşağıya alıyorum.
Seni nerede arasam
Saçlarını ben bağlasam,
Her teline gül bağlasam
Âhû gözlüm kaçma benden
Gönül ayrılmıyor senden
Garibim ne gelir elden
Bu sevdânın yolu nerden
Geçer gider güzel gelin vay.
Güzel gelin bak neyledin,
Aklım aldın del-eyledin
Beni sana bendeyledin
Ahû gözlüm kaçma benden
Gönül ayrılmıyor senden
Garibim ne gelir elden
Bu sevdânın yolu nerden
Aşar gider güzel gelin vay
Bu şarkıyı, 2000 yılından sonra açtığım dosyaya kaydettim ve notasını da yazdım. Şarkı kolay ve basit ama hâtırâ değeri çok yüksektir. Çünkü annemden öğrenmiştim.
Annemden öğrendiğim, komşumuz Yaşar ve iki ablası ile sık sık okuduğumuz bir şarkı da şöyle idi:
Bahçenizde bir gül olsam,
Koklar mısın gülümden,
Bülbül olsam feryad etsem
Anlar mısın dilimden?
Alalım kaçalım etme bu nazı
Beraber çamlarda geçirsek yazı.
Alsam seni ağuşuma
Koklasam her yerini,
Sensiz yaşayamam hayatta
Ölürüm görmeyince
Alalım kaçalım etme bu nazı,
Beraber çamlarda geçirsek yazı.
Plâklarda türkülerimizi okuyan, Malatyalı Fahri Kayahan, Zaralı Halil, Urfalı Cemil Cankat, ismi en çok bilinen sanatkârlardı. Safiye Aylâ, Müzeyyen Senar, Perihan Altındağ ve Münir Nurettin Selçuk gibi klâsik solistlerinizin de, incesaz takımıyla okuduğu türküler revaçtaydı.
Bayburt’un Mam köyünde oturan anneannemden de (Ben ona Ana Derdim) Yemen türküsünü öğrenmiştim. Kardeşi Rıza Efendi Yemen’de askerlik yapmış. Anamdan öğrendiğim Bir türkü şöyleydi:
Kevengin yollarında
Çimeydim göllerinde
İlik düğme olaydım
O yarin kollarında
Kevenk yolu bu mudur.
Desti dolu su mudur,
Gettin ki, tez gelesen,
Tez gelişin Bu mudur?
Kevenk yolu düz gider,
Bie gınalı gız gider,
O gız yolun şaşırmış
İnşallah bize gider.
Birgün bize Cilâradan, Fazlı Ağabey dediğimiz ve akrabamız olan bir misafir gelmişti. Akşam yemeğinden sonra bir türkü söyledi, şöyleydi
Bağlamamın düğümü,
İsterler öldüğümü,
Sağ yanım yastık ister,
Sol yanım sevdiğimi.
Amman Amman bağlamamın telleri,
Açıldı mı has bahçanın gülleri,
Çerkez gızı gınalar yakmış eline,
Ah sarıladım o incecik beline
Yaylanın yolundayım,
Fişnenin dalındayım.
Annem beni sorarsa
Gızların yanındayım
Amman Amman bağlamamın telleri
Açıldı mı yaylâların gülleri,
Çerkez gızı gınalar yakmış eline
Ah sarılaydım o incecik beline.
Yine çok bilinen, iş yaparken, tandır yakarken, kap kacak yıkarken annelerimizin söylediği bir türkü vardı. Yıllar sonra Amerika’nın Sesi radyosunun bir yayınında, Amerika’da bu türkünün “Türk Plâğı” olarak adlandırıldığını ve satıldığını öğrenmiştim. Ayrıca türkü Yunanistan’da da çok meşhurmuş ve bir hayli plâk yapılmış,
Oğlan oğlan kalk gidelim
Cigarayı feneri yak gidelim
Ne güzel oğlan yoluna kurban
Oğlanın elinde lüver belinde
Oğlan çıkmış pencereye fesi elinde
Ne güzel oğlan yoluna kurban
Oğlan oğlan boynuma dolan
Kolum sana yastık saçlarım yorgan
Ne güzel oğlan yoluna kurban
Oğlan oğlan nasıl edelim,
Seni çok severim doldur içelim
Ne güzel oğlan yoluna kurban
Oğlana yaptırdım fildişi tarak
Tara kâkülünü bir yana bırak
Ne güzel oğlan babası çoban,
İzine kaynaklarda rastlayamadığım ama evimizde söylenen bir Hicaz Şarkı da şu mısralardan kuruluydu:
Sabah oldu tan yerleri atıyor,
Dere ıssız mehtap baygın bakıyor
İki hasret sarılmışlar yatıyor
Şakı bülbül var uyandır yarimi
Kendi küçük bilemedim huyunu,
Bir kaşına, bir gözüne, yaşına
Sevda nedir hiç gelmedi başıma
Tam on sene düştüm onun peşine,
Aklım ermez o güzelin işine.
Bu şarkının birinci kıtasının, birinci, üçüncü ve dördüncü mısraları Karacaoğlan’ındır. Mecmua-i Saz ü söz de Ali Ufkî 1650 yılında notasını da kaydetmiş. Bu mısralar, Şerbetçi İbrahim Ağa, Şakir Ağa, Hacı Sadullah Ağa ve Sadettin Kaynak tarafından da bestelenmiştir. Böylece bu altı beste, 350-400 yıllık bir zaman diliminde -ki Karacaoğlan’ın da saz çaldığını biliyoruz- değerlendirilmiş, çalınıp okunmuştur.
Yine annemin dilinden düşürmediği, sık sık söylediği için ezberine aldığım, yetmiş yıl sonra bir popçu tarafından gündeme gelen türkü de şöyle idi:
Keklik gibi kanadımı süzmedim
Murad alıp doya doya gezmedim
Bu kara yazıyı gendim yazmadım.
Alnıma yazılmış bu kara yazı
Kader böyle imiş ağlarım bazı
Gönül ey felek ey.
Geceleri uyku girmez gözüme
Zalım yastık diken oldu yüzüme
Uyma dedim uydun eller sözüne
Alnıma yazılmış bu kara yazı
Kader böyle imiş ağlarım bazı
Gönül ey felek ey
Mam’da akrabalarımızdan bir Fehme Nene vardı. Çok güzel 'hekât' anlatır ve aralarına türküler katardı. Onun söylediği bir Muhayyer türkünün izine hiçbir kaynakta rastlamadım.
Andoros boynunda üç evlek dari
Darının yarpaği heyvadan sari
Benim sevdügüm yâr gız degül gari
Düştüm bir ormana ağlar gezerim
Dertli goyun gibi meler gezerim.
Fehme Nene'den dinlediğim meşhur 'Bebek' türküsünün aklımda kalan parçaları şunlardı:
Bebegin beşigi çamdan
Yuvarlandı düşdü damdan
Bay babası gelir Şam’dan
Nenni nenni nenni
Nenni bebek oy…
Bebek beni del eyledi,
Yaktı yaktı kül eyledi,
Her kapıya kul eyledi.
Nenni nenni nenni
Nenni bebek oy...
*
Babam, misafirlere âhenk çalardı.Tatyosun Rast Peşrevini, Mısırlı İbrahim Efendinin Kürdilihicazkâr “Şen gözlerine neşe veren bir çiçek olsam” şarkısını, Bimen Şenin Sultan-ı Yegâh “Al sazını sen sevdiceğim şen hevesinle” şarkısını, Hayri Yenigün’ün Hüzzam “Ölürsem yazıktır sana kanmadan” şarkısını, Yine Hüzzam Makamında ve Bimen Şenin “Sabrımı gamzelerin sihriyle târâc edeli” şarkısını, Sadettin kaynak’ın Gerdaniyebuselik “Saçlarıma ak düştü, sana ad bulamadım” şakısını okula gitmeden evvel öğrenmiş ve ezberlemiştim.
Babam bir de yasak bir şarkı söylerdi. Lem’i Atlı’nın güftesi Nedim’e ait olan bu uşşak şarkı, 1950 den sonra kısmen, 1990’dan sonra tamamen serbest bırakıldı. “Bu imtida-ı cevre kim bahtın şitâbı var.”
Babamın çalıp söylediği bizim de katıldığımız, sonradan Dobruca Türküsü olduğunu öğrendiğim Uşşak şarkı da çok hoşumuza giden parça idi.
Pencereden kar geliyor
Arkama baktım yar geliyor,
Vay Amman vay ammn
Vay Amman Amman hey
Terzi kolların kırılsın
Yelek de beyime dar geliyor
Vay Amman vay Amman
Vay Amman Amman hey
Penceresi içli de dışlı
Ben severim yan kılıçlı
Vay Amman vay Amman
Vay Amman Amman hey
Dediler yarin geliyor,
Fidan da boylu inci dişli
Vay Amman vay Amman
Vay Amman Amman hey
Mayıs 2012
Devam edecek…