20 Şubat 2011... Sabahın erken saatlerinde Ankara Esenboğa Havaalanı’ndaydım. Başkentin yeni, modern havaalanında Türkiye’nin birçok şehrine gitmek için insanlar işlemlerini yaptırıyordu. Son koltuğuna kadar dolu Boeing 737 tipi uçakla,1 saat 5 dakika süren yolculuktan sonra Erzurum Havaalanına indik.
Erzurum, denizden yüksekliği 1950 metreyi bulan, etrafı yüksek dağlarla çevrili, geniş bir ovada 3176 metre yüksekliğindeki heybetli Palandöken dağlarının eteklerinde idi. Kayakları ile buraya gelen yerli yabancı insanlar Erzurum’un kış turizm merkezi olma yolunda hızla ilerlediğini gösteriyordu.
Kop Dağı
Erzurum’dan Bayburt’a otobüsle Kop dağını aşarak gittim. 1916 yılı başında Türk ordu birlikleri ve milisler Rus ordusuna karşı burada şanlı bir savunma yaptı. Mareşal Fevzi Çakmak’ın’’ İkinci Plevne Savunması’’ dediği bu savaşta Bayburt ve arkasındaki vatanımız canla başla savunuldu. Ruslara adım attırılmadı. Bu savaş sırasında küçük bir çocuk olan babam ailesi ile birlikte çileli bir yolcukla Çorum’a gitti. Kop Savunması ve şehitlerimiz bugün Kop dağında bir abide ile anılıyor. Bu şanlı savunmaya rağmen durmadan takviye alan Ruslar, Kop savunmasını geçtikten sonra 9 Temmuz 1916’da Ermenilerin tezahüratlarıyla Bayburt’a girdi. Bayburt’un kara günleri bu işgalle başladı.
Kop dağından geçerken hep bu olayları düşündüm. Burada vatanımızı savunmak için şehit düşen yiğitlerimizin ruhuna Fatiha gönderdim.
Bayburt’a akşama doğru vardığımda çok özlediğim eski bir dostuma, sevdiğime kavuşmuş gibi oldum. Bayburt’un etrafındaki dağlar bembeyazdı. Şehirde ise kar yoktu. Öğretmen evindeki odama yerleştim.
21 Şubat Törenleri
21 Şubat sabahı uyandığımda şehrin içine de kar yağdığını gördüm. Ressam arkadaşım Salih Cengiz’le öğretmen evinden şehre gittik. Saat kulesinin bulunduğu meydandan, Belediye’nin olduğu yere ve daha aşağılara kadar olan yollara bütün okullar ve polis okulu öğrencileri, askeri birlikler sıralanmıştı. Yolun her iki yanı insanlarla dolu idi. Civardaki yüksek binaların pencerelerinden insanlar tören alanına bakıyordu. Direklerde Türk bayrakları asılıydı. Bu Bayburt’un kurtuluş bayramı günüydü. Şehirde büyük bir kalabalık vardı. Belediye binasının karşısında üstü tente kaplı bir protokol tribünü yapılmıştı.
Bayburt’ta 1916 yılının Temmuzunda başlayan işgâlde Ruslar, 20 Ocak 1918’de Rus İhtilali nedeniyle geri çekilip, yerlerini ve silâhlarını Ermenilere bıraktı. İşte bu dönemde Ermeniler başlarında Arşak isimli çete reisi ile Bayburtlulara korkunç zulümler yaptı.
Törende bu Ermeni zulmü ve işkenceleri tarihi gerçeklere uygun olarak, Ermeni askeri kılığındaki Bayburtlular tarafından canlandırıldı. Bayburt’ta azınlık olan Ermenilerin o dönemde amaçları; bütün Türkleri öldürerek, Bayburt’u bir Ermeni şehri yapmaktı. Bunun için insanları erzak dağıtılacağı vaadiyle taş binalara doldurup yaktılar. Yakaladıkları bütün Türkleri katlettiler, camileri, evleri ve iş yerlerini yaktılar, kadınlara tecavüz ettiler. Çekilirken çocukları da yanlarında götürdüler. Bu çocukları da öldürüp cesetlerini yollara attılar. Bu işkence ve cinayetler devam ederken bir cephaneliğin patlamasını Ermeni eşkiyalar ‘’Türkler geliyor’’ zannederek paniğe kapıldılar. Sonunda Türk asker ve milisleri Bayburt’u Ermenilerden kurtardı. Törende bu sahneyi seyirciler büyük bir coşku ile alkışladı.
Beni duygulandıran ve ağlatan sahne ise, temsili atlı Türk kuvvetlerinin Bayburt’a girmesinden sonra, şehitler için cami minarelerinden salaların okunmaya başladığı andı. Bu bir duygu seliydi ve bütün kalbimle Allah’a vatanıma, Bayburt’uma böyle kara günleri bir daha göstermemesi, vatan semalarından ezan ve bayrağımızın eksilmemesi için dua ettim. Bu törenlere Bayburtluların gösterdiği ilgi, aradan 93 yıl geçse bile Ermenilerin Bayburt’ta yaptıkları mezalimin unutulmadığını anlatıyordu. Daha sonra vali, belediye başkanı ve askeri garnizon kumandanı halkın ve öğrencilerin bayramını tebrik etti. Şiirler okundu ve günün anlamını belirten konuşmalar yapıldı. Halk oyunları gösterileri sunuldu. Bir halk oyunu olarak, içinde insan olan, kumaştan deve ile yapılan gösteri ise herkesi harekete geçirdi. İnsanlar oyunu daha yakından seyretmek için o tarafa koştu.
Törenin son bölümünde askeri bando eşliğinde önce bayraklar, okul flamaları ve başlarında öğretmenleriyle bütün okulların öğrencileri geçtiler. Özel hareket askerlerinin ve polis okulu öğrencilerinin geçişi gurur verici idi. Halk için de tribünler yapılması ve esnafın da o yıllardaki kıyafetleriyle resmi geçide katılması güzel olur diye düşündüm.
Resim sergisi
21 Şubat kutlaması öğleden sonra Şair Zihni Kültür Merkezi’nde devam etti. 21 Şubat 21 Başkan ve 21 Eser isimli bu etkinlikte ilk olarak, Bayburt’un önceki Belediye başkanlarına plaketler verildi. Sergiye katılan Bayburtlu sanatçılar tanıtıldıktan sonra kendilerine katılım plaketi verildi. Yapılan konuşmalardan sonra sergi; vali, belediye başkanı tarafından açıldı. Bayburtlu ressamların Bayburt konulu resimleri çok başarılı idi.
Benim de ‘’Penceremden’’ isimli 4 ebrudan oluşan bir eserimle katıldığım bu sergiye halkın gösterdiği ilgi sevindirici idi. Sanatçı Ülkü Koçan’ın çalışmaları ile gerçekleştirilen bu sergi başarılı bir 21 Şubat etkinliği idi.
Akşam öğretmen evinde bir akşam yemeği verildi. Etkinliklere katılanların ve şehir yönetiminin bulunduğu bu toplantıda sabah törenlerinde Ermeni rolünü oynayan gençlerle sohbet ettim. Onlar her sene rollerinin bâzı medya organlarınca eleştirilmesinden çekinilerek ve ‘’Avrupa Birliği’ne ters düşmesin denilerek’’ makaslandığını ifade ettiler. Ama İspanya’da seyrettiğim İspanyolların Arapları kılıçlarla kovma törenlerine Avrupalılar bir şey demiyordu.
Yemekten sonra kuzenim İsmet Saatçi’nin oğlu Şinasi Saatçi beni arabası ile öğretmen evinden alıp, babasının evine götürdü. İsmet, eşi ve Şinasi ile geçmişten, anne ve babalarımızdan Bayburt’taki yıllarımızdan tatlı bir sohbet yaptık.
Şehit Yüzbaşı Agâh
22 Şubat sabahı Şingâh mahallesindeki Şehit Yüzbaşı Agâh İlköğretim okulunu ziyaret ettim. Şehit Yüzbaşı Agâh Bey, İstiklâl Savaşı kahramanlarımızdandır. Yüzbaşı Agâh Bey, 27 Ağustos 1922’de Büyük Taarruz’da üstün yararlılıklar gösterip, Afyon yakınlarında Kurtkaya denilen yerde yanındaki 103 askerle şehit oldu. Bayburtlular bu kahraman evlâtlarını unutmayıp bu okula ismini verdi. Eşimin büyük amcası olan kahramanımızın adını alan bu okulu ve bu okulda görevli meslektaşım ve dostum Celil Kahveci’yi ziyaret etmek istedim. Okula giderken Şingâh mahallesinde eski evlerin ve bahçelerin yerine gelişigüzel betonarme binaların kondurulduğunu gördüm. Okulda okul müdürü ve meslektaşlar candan karşıladılar. Onlarla konusu eğitim olan sohbet keyifli idi. İki bölümden oluşan okulun fiziki şartları; bilgisayar, sanat ve spor odaları, sınıflar Almanya’daki okullardan hiç de aşağı değildi. 320 öğrencili 20 öğretmenli bu okuldan ayrıldıktan sonra tekrar şehre geldim.
Sahabe Abdülvehhab Gazi’nin huzurunda
Bayburt esnafından Kadri Temür ve Kâmil Yücel kendilerini Duduzar(Erenli) köyünde defnedilmiş, peygamberimizin sancaktarı Hz. Abdülvehhab Gazi’nin türbedarlığına gönüllü olarak adamış iki candan insan. Bu amaçla kurdukları dernekte canla başla çalışıyorlar. İstiyorlar ki, burada yatan sahabe İstanbul’daki sahabe Hz. Eyüp gibi tanınsın ve ziyaret edilsin.
Hz. Abdülvehhab’ın hayatı ve Bayburt’taki türbesini araştırıyor ve bu bilgileri bütün dünya ile paylaşmak istiyorlar. Öğleden sonra üçümüz bir taksi ile Duduzar(Erenli) köyünde bulunan türbeyi ziyarete gittik. Türbe 2008 yılındaki ziyaretimde gördüğümden daha iyi durumda. İstinat duvarları, kapıları yapılmış, bahçeye ağaçlar dikilmiş. Türbenin önünde Dede Korkut’ta ismi geçen Bayburt fatihi Bamsı Böyrek’in mezarı düzeltilmiş, başındaki kitabe yenilenmiş, türbenin çatısı yapılmış. Ama yapılacak daha çok iş var.
Ey Kültür Bakanlığı, resmi ve özel kuruluşlar ve vatandaşlarımız! Bu türbe ile vatanımıza dinî-millî bir eser inşa eden bu gönüllü insanlara lütfen yardım elinizi uzatınız! Anadolu’da Hıristiyan kiliselerinin restorasyonu için yapılanlar neden kendi eserlerimizden esirgeniyor? Neden vatanımızda kültürümüzün mührü olan bu eserlere gereken ilgi gösterilmiyor da, Akdamar ve Sümela gibi Hıristiyan eserlerine milyonlarca dolar akıtılıyor?
Burası bizim vatanımızdır. Vatan; atalarımızdan kalan hatıraların bulunduğu, üzerinde onların bıraktığı mimari eserlerin olduğu yer değil midir? Bir Sahabe türbesi ve onun önünde Bayburt fethi kahramanının mezarı, Rus-Ermeni işgalinden minaresinde kurşun izleri taşıyan 12.asırdan kalma Bayburt’un Gazi Ulu Camisi’nden daha önemli hangi eser olabilir? Bayburt’un 200 metre üstünde bir köy olan Duduzar’dan Bayburt kalesi ve Bayburt’a a bakıyoruz. Uzaklarda karla kaplı dağların nefes kesici görünüşünü seyrederek şehre dönüyoruz.
Korkut Ata Lisesinde Panel
23 Şubat sabahı şehirde kuzenim İsmet Saatçı ve İbrahim Kahveci’nin dükkânlarında oturuyor ve hemşehrilerimle sohbet ediyorum. İnsanlar sanki 40 yıldır tanışıyormuşuz gibi hemen sıcacık kalplerini açıyor. Bu yakınlığı vatanımdan başka nerede bulabilirim? ‘’Vatan, sevdiğimiz insanların olduğu yerdir.’’ Diye düşünüyorum. Korkut Ata Anadolu Lisesi müdürü Lütfü Çikot Bey birkaç sanatçı arkadaşımla beni öğleden sonra okulundaki bir panele davet etti.
Lütfü Bey, resim öğretmeni, ressam Aziz Bey ve diğer meslektaşların da candan karşıladığı okul, güzel bir eğitim yuvası idi. Okulun konferans salonunda öğrenciler bizi bekliyordu. Panele katılan sanatçılar önce kendilerini tanıttı. Sonra öğrenciler sanatçılara sorularını yöneltti. Konuşma ve davranışlarından bu genç insanları beğendim. Onlar vatanlarını seven, dünyayı tanımak ve öğrenmek isteyen, geleceğe umutla bakan saygılı ve sevgili Türk gençleri idi. Bir öğrenci bana Avrupa ve Türkiye’deki sanat ve sanatçıya bakışı sordu. Ben batıda Rönasans’dan beri zenginlerin ve kilisenin sanatı ve sanatçıyı desteklediklerini, örnekler vererek anlattım. Türkiye’de ise sanatçının böyle bir destekten mahrum olduğunu söyledim.
İki saat süren bu konuşmalardan sonra okuldan ve öğrencilerden ayrıldık. Daha sonra sanatçı arkadaşlarla Bayburt Belediye başkanı Hacı Ali Polat Bey’i makamında ziyaret ettik. Başkan yoğun işleri arasında bize zaman ayırdı. Bayburt için hazırlanan projelerinden bahsetti. Bayburt’un gelecek yıllarda bambaşka bir çehreye bürüneceğini ifade etti. Bunlar yapılırken, tarihi eserlerimize ve doğaya dikkat edilmesini rica ettim.
Lütfü Bey, akşam evine sanatçı arkadaşlarım Salih Cengiz, Yüksel Akdaş’la beni davet etti. Samimi bir sohbet ve güzel yemeklerle ev sahibimiz, zarif eşi, oğlu fotoğrafçı Emre Çikot ve evin şirini Fıstık bizi ağırladı.
Dönüş / 24 Şubat sabahı tanıdığım insanlarla vedalaştıktan sonra otobüsle geldiğim dağdan bu sefer Erzurum’a döndüm. Erzurum’da Bayburt’tan kapı komşumuz rahmetli ağabeyimin yaşıtı Asri Çubukçu ağabeyi ziyaret ettim. Erzurum Atatürk Üniversitesi’nden emekli profesör olan, memleket meselelerine ve okumaya ilgisini kaybetmeyen Asri Ağabeyle bütün duvarları kitaplarla dolu odasında koyu bir sohbete daldık. Geçmişten, günümüzden, gelecekten konuştuk. Sohbete kızı, Bayburt Meslek Yüksek okulu müdürü olan oğlu İhsan Çubukçu, eşi gelini ve torunu da katıldı. Bu güzel sohbetten sonra İhsan Hoca Ankara’ya gidecek uçağıma beni son yolcu olarak son dakikada yetiştirdi...
Nisan 2011