“2’nci gün... Kurtkaya Tepesi…  Büyük Taarruz’da Türk cephesinin en sağındaki tümenlerin taarruz hedefleri arasındaki en önemlisi Kurtkaya Tepesi idi. Tepe üç kat tel engelle çevrilmişti ve iyi tahkim edilmişti. Birinci günü Türk birlikleri iki kez taarruz ettilerse de tepeyi ele geçirmeyi başaramadılar. Büyük Taarruz’un ikinci günü Yunan cephesinin yarılması şarttı. Kurtkaya’yı almakla görevli birlikler çok erkenden taarruza geçmeyi kararlaştırdılar.

Asker hazırlık ve heyecan yüzünden gece uyumadı. Saat 03.00’te hücum çıkış mevzilerine girdiler. Saat 04.00’te süngü hücumuna kalktılar. Düşman da korkudan uyumamıştı, tetikteydi. 
Türk hücumunu yoğun ateşle karşıladılar. 

Bölükler kurşun yağmuruna karşı düşman siperlerine akıyorlardı. 36. Alay’ın 6. Bölük Komutanı Bayburtlu Üsteğmen Agâh, bölüğünün önünde koşarken, ağırca yaralandı. Ama yaralanıp da geri kalacak zaman değildi. Yaralandığını görenlerin yalvarmalarına aldırmadı, elini yarasına bastırarak koşmaya devam etti. Tel örgüde açılan gedikten hışım gibi en önde geçti, elindeki bombayı savurarak ilk siperi temizledi.

Bölüğünün önünde uçar gibi Kurtkaya’nın en yüksek noktasına çıktı. Bir soluk alacak kadar durdu ve özlemle çevreye göz attı.

Vatan parça parça geri dönmekteydi.
Serseri bir kurşun alnını buldu.
Orada toprağa verdiler.
Vatanın bir parçası oldu.”

Semavi Ardahan / Bayburt Postası Arşivinden -2009 

“Şu Çılgın Türkler” kitabının yazarı Turgut Özakman, kitabına almadığı çılgınlıklardan birini Hürriyet Gazetesi'ndeki köşesinde bu sözlerle anlatıyordu... Yazısında adını verdiği komutan; şehit olduğu topraklarda şanına yakışır bir şekilde yapılan anıtın kitabesine “Bayburtlu Ziveroğlu Yüzbaşı Şehit Agâh” künyesini yazdıran kahramandır. 

Birinci Dünya Savaşı'nda, Yemen Cephesi’nde aldığı 17 yarayı sarıp, vatan uğruna Afyon yöresinde toprağın bağrına düşerken, zafer kapılarını açan ilk şehitlerden biri olmuştu...  Son nefesiyle beraber son emrini verirken, bölüğüne “durmayın” demişti. Durmak imkânsızdı zaten… Agâh’ın o gün yere düştüğünü görenler tıpkı onun gibi ölüme severek ve koşarak gittiler. Her biri varlıklarını Türk ulusunun varlığı için feda edip, Kurtkaya Tepesi’nin eteklerine uzandılar.... Ve 12. Tümen 36. Alay'a bağlı 6. bölüğün şehitleri, Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın da gururla taltif ettiği 'Yüzbaşı Agâh Efendi Şehitliği'nde, arkalarında zafere ulaşmış bir ulus, başlar eğilesi bir anıt, anlatmakta acizlik veren bir destan bıraktılar...

***

Agâh Efendi, 1889 yılında Bayburt'ta doğdu. Karamollaoğlu ailesinden Ziver Bey’in oğlu Agâh Efendi, ilk tahsilini ve rüştiyeyi Bayburt’ta tamamladıktan sonra, Erzincan Askeri İdadi’den mezun olarak askerliğe ilk adımını attı. 3. Kolordu 17. Tümen’e bağlı birliklerde Serçavuş (Başçavuş) ve Mülazim-i Sâni (Teğmen) rütbeleri ile Erzincan ve Sarıkamış havalisinde Birinci Dünya Savaşı'na katıldı. Daha sonra Mondros Antlaşması gereği lağvedilmesi gerekirken ordusunu dağıtmayan tek komutan Kâzım Karabekir Paşa’nın komuta ettiği 15. Kolordu Komutanlığı'na bağlı 12. Tümen 36. Alay 1. Bölük Komutanı olarak Kars ve Ardahan dolaylarında Osmanlı Ordusu'nu arkadan vurmaya çalışan Ermeni çetelerine karşı mücadele etti.

Kısa ömrüne rağmen askerlik süresince, üstün başarılarından dolayı Muharebe Gümüş Liyakat, Alman Salip ve Harp Madalyaları ile Mülazim-i Evvel (Üsteğmen) rütbesine kadar yükselmiştir. Mareşal Fevzi Çakmak Paşa’nın 2. Plevne muharebelerine benzettiği “Kop Savunması” için cephe gerisinde, asker ve sivil halktan oluşan Çoruh Müfrezesi’nin sevkiyatında yer aldı. Zaman ve mekân mefhumu tanımadan cepheden cepheye koşan Agâh Efendi, Yüzbaşı rütbesini ise şehadetinden sonra almıştır.

***

Büyük Taarruz, Üsteğmen Agâh Efendi emrindeki bölük ile başladı...


Nitekim 26 Ağustos sabahı saat 04.30'da Türk topçularının ilk ateş açmasıyla başlayan taarruz; Yunan cephesine korku, Türk cephesine ise heyecan vermişti.10 Ağustos 1920’de imzalanan Sevr Antlaşması’nı, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin tanımaması üzerine Yunan işgali sırasıyla 13-14 Temmuz'da Altıntaş ve Tavşanlı’ya, 17 Temmuz'da Emet ve Kütahya’ya, 5 Eylül'de ise Gediz’e kadar yayıldı. 28 Temmuz 1921’de Kütahya’ya gelen Yunan Kralı Konstantin, Yunan Savaş Konseyi’ne işgal sınırlarını Ankara’ya kadar genişletme kararı çıkarttırdı. Uygar dünya devletlerinin gözleri önünde gerçekleşen bu işgal karşısında, geri çekilen Türk Ordusu, Yunan Ordusu’nu nihayet Sakarya’da durdurmayı başardı.

Sakarya Savaşı’ndan sonra daha fazla ilerleyemeyeceğini anlayan Yunanlılar, işgal ettiği bölgeleri korumak için bu defa savunma hattı oluşturdular. Karadan hiçbir ordunun aşamayacağı şekilde Afyon keza civarına yerleşen Yunan Ordusu ve karargahı, müstahkem hale getirilmiş, üç sıra tel örgülerle çevrilmiş bölgede, yer yer ağır silahlarla korunmaktaydı. Yunan cephesi, Türk Ordusu’nun ne yapabileceği doğrultusunda her şeye hazırlıklıydı. Tüm aksilikler ve olası durumlar hesap edilmişti. Hesap edilmeyen tek şey vardı... Türk milletinin bağımsızlık ruhu ve o ‘ruh’a önder olmuş Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın yakacağı 'kurtuluş meşalesi' idi.

26 Ağustos 1922... Saat 04.30...


Mustafa Kemal Paşa’nın taarruz planındaki tek hedefi; düşmanı, geride yeni bir cephe kurmasına olanak vermeyecek bir biçimde tek darbede mağlup etmek ve silahlarını esir almaktı.Dünyanın en kanlı savaşı olarak görülen Birinci Dünya Savaşı’ndan yeni çıkmış bir millet için, Mustafa Kemal Paşa’nın taarruz planındaki tek hedefi; düşmanı, geride yeni bir cephe kurmasına olanak vermeyecek bir biçimde tek darbede mağlup etmek ve silahlarını ele geçirmekti. Tüm hazırlıklar bu hedef üzerine esas alınmıştı. Çünkü Türk Ordusu'nun uzun sürecek bir savaşa yetecek kadar mühimmatı yoktu.

Bu gerçeği bilen Yunanlılar kadar Avrupa ülkeleri de Türklerin bin bir güçlükle bir araya getirdiği son ordusunun da dağılacağına inanıyordu.

"Türkler savaşı kesin olarak kaybedecekti ve aksi durum mucize sayılacaktı."

O günün şartlarında savaş öncesi dünya görüşü de bu yöndeydi... Fakat söz konusu vatan savunması ise aksinin mucize olmadığını savaş sonrası tüm dünya anlayacaktı!

26 Ağustos sabahı saat 04.30'da Türk topçularının ilk ateş açmasıyla başlayan taarruz; Yunan cephesine korku, Türk cephesine ise heyecan vermişti. Kurtuluş Savaşı’nın son evresini oluşturan bu taarruzun en fedakâr ve en cesaret isteyen ilk görevlerinden biri 36. Alay'a bağlı 6. bölüğe verilmişti.

Üsteğmen Agâh Efendi'nin emrindeki bu 150 kişilik bölüğün görevi; Mustafa Kemal Paşa’nın taarruzu yönetmek için Kocatepe’ye kurdurduğu Başkomutanlık Karargâhı'nı korumak ve bu karargâha tek geçit yeri olan Kurtkaya mevkiine yakın, Afyon-Kalecik bölgelerini ele geçirmekti. Verilen görev imkânsız gibi görünse de, Yunan ordusuna hiç beklemediği bir şekilde darbe vurmak için yerine gelmesi gereken bir emirdi!

Savaş taktiği gereği, taarruza geçen tarafın 1’e 3 kuvvet oluşturması gerekiyordu. Oysa tam tersine saldırıya geçen 150 kişilik bölük, düşman birliklerinin 4’te 1’i kadar değildi. Buna rağmen üç kat tel örgüyle çevrilmiş Yunan savunma hattında gedik açıp, içeri girilecekti. Ve 150 kişilik bölük, 2 bin 500 kişilik düşman birliğine saldırıyı başlattı.

Birinci gün başarısız olan bölük, gece istirahat emri aldı. Üsteğmen Agâh Efendi, “Büyük Taarruz” için önem arz eden bu saldırıyı yinelemek ve kesin sonucu almak için 36. Alay Komutanı Osman Nuri Paşa’dan istirahat emrini geri almasını istedi. Gözü pek komutan, kurşun yarasının izlerini taşıyan gövdesini başıyla beraber bölüğünün önünde feda etmeye hazırdı. Bölüğünü tekrar hücum düzenine koydu. 

 Başçavuş Ali, eğildi yanı başına. Bir şey söylemeye çalışan Komutanı Agâh’ın, yarasını saracak ne bir teçhizatı vardı ne de zamanı. Sadece söylediklerini anlamaya çalışıyordu. Tek bir şey duyabildi…Birinci günün sabahı başlayan çarpışmalar ikinci gün de devam etti. Demire karşı kemik misali, kurşun yağmuruna karşı gövdelerini siper alan Üsteğmen Agâh ve emrindeki bölük, nihayet tel örgüye ulaşmıştı. Yunan ve İngiliz genelkurmay başkanlarının dünyaya geçilmez ilan ettiği tel örgü, ikinci gün yapılan saldırıda delinmiş ve geçilmişti. Topçuların açtığı gedikten içeriye dalıp, kalabalık düşman birliğinin üzerine ilerleyen Üsteğmen Agâh, kendisini bulan kurşunla en önde koşmaya devam ediyor, ardındakilerle beraber su gibi düşmanın derinliklerine aktı. 

Hedefteki tepenin düşmandan alınması için önceden belirlenen plan gereği gelmesi gereken 8. tümene bağlı diğer birlikler geç kalmış, düşman da büyük bir takviye kuvvet almıştı. Çünkü 6. bölük, düşman savunma hattına beklenen zamandan çok daha önce dalmıştı.

Artık zaman kazanmaktan başka yapacak bir şey yoktu. Üsteğmen Agâh, bölüğünün şevkini kırmak istemiyordu. Kanayan yarasını eliyle tuttu… Ne olursa olsun düşman Kurtkaya’dan inecek ve tepenin hemen aşağısında bulunan dar boğaza sürüklenecekti.

Çarpışmalar tüm şiddetiyle devam etti. Düşman ezilip geri çekildikçe, Üsteğmen Agâh ve bölüğü de gittikçe tükeniyordu. Her şeye rağmen hedeflenen noktaya çok yakındı. Bir an başını kaldırıp etrafına baktı. Sonra yere eğildi, kaçıp giden düşman mevzilerinden bomba tüfeğini alıp, geriye haber verdi. Bu, Başkomutan Mustafa Kemal Paşa tarafından verilen ve savaşın gidişatı için Türk ordusu lehine mutlak bir şekilde sonuca ulaşması gereken görevin yerine geldiğinin işaretiydi.

Kurtkaya Tepesi artık zapt edilmişti!
30 Ağustos Zafer Güneşi, kanıyla şanıyla işte böyle doğmuştu.

Tam o anda sürekli ıskalayan kör kurşun bu defa gelip başını bulduğunda bölüğünün görevi çoktan bitmişti… 

Başçavuş Ali, eğildi yanı başına. Bir şey söylemeye çalışan komutanı Agâh’ın, yarasını saracak ne bir teçhizatı vardı ne de zamanı. Sadece söylediklerini anlamaya çalışıyordu. Tek bir cümle duyabildi…

Bölüğe selam... Durmayın..!"

Ve gözleri öylece kapandı.

Bölüğün başı, ayağı, her şeyi olan Üsteğmen Agâh Efendi, yanında Sinoplu Teğmen Feyzullah Hulusi ve Anadolu’nun dört bir yerinden gelen 6. bölüğün tamamına yakını toprağa uzanmış, geriye kalan diğer 50 kişi ve vatan ise ayaktaydı…

“Büyük Taarruz” ve Cumhuriyet'e giden yol işte böyle başlamıştı...

*

27 Ağustos 1922 günü Yüzbaşı Agâh'ın şehit olduğu Kurtkaya Tepesi’nde bulunan ve bir tören alanı, bir çeşme ile bir kubbeden oluşan anıtın kitabesine şu sözler yazıyor:

27 Ağustos 1922 günü Yüzbaşı Agâh Efendinin şehit olduğu Kurtkaya Tepesi"Büyük Taarruz 26 Ağustos 1922 günü sabah 04.30'da başlamış ve iki saat içinde düşmanın bütün tel örgüleri parçalanarak gün doğmadan zaferin ilk ışıkları Anadolu'da parlamaya başlamıştır. Başkomutanlık Karargahı'nın bulunduğu Kocatepe'ye tek geçit yeri olan Kalecik ve Kurtkaya bölgeleri Türk ordusu için çok önemli idi ve düşmandan bir an önce alınması ve düşmanın yok edilmesi görevi 12. Tümen 36. Alay 6. Bölük Komutanı 24 yaşındaki Bayburtlu Yüzbaşı Agâh'a verildi. Yzb. Agâh, emrindeki 150 Mehmetçik ve Sinoplu Üsteğmen Feyzullah ile beraber 2500 kişilik düşman tümenine saldırarak büyük bir savaşa başladı. 26 Ağustos öğleden sonra başlayan çarpışmalar 27 Ağustos öğlene kadar sürdü. Düşmanın içine kadar dalan Yzb. Agâh onlara ağır kayıplar verdirerek batı istikametine kaçmalarını sağladı. Büyük bir takviye alan düşman birliği ile çarpışırken Yzb. Agâh; 100 Mehmetçik ve Üsteğmen Feyzullah ile birlikte şehit düştü. Geriye kalan 50 Mehmetçik ve gelen takviye kuvvetlerimizle düşman bu vadi içinde tamamen yok edildi. Kahraman Yüzbaşı Bayburtlu Agâh Efendi ve arkadaşlarını minnetle anıyoruz. Ruhları şad olsun."

KAYNAKÇA:

*TESAV  Konulu Konferans (Agah Oktay Güner) (26 Ekim 2000)
*Nutuk (Mustafa Kemal Atatürk) (1919-1927)
*Kocatepe Büyük Taarruz Uygulama ve Araştırma Merkezi
*Afyon Valiliği Resmi İnternet Sitesi (http://www.afyonkarahisar.gov.tr)
*Türkiye Cumhuriyeti Tarihi 1 (Ergün AYBARS - 1986)
*Hürriyet Gazetesi (Turgut Özakman) (24 Ekim 2005)
*Yüzbaşı Şehit Agâh İlköğretim Okulu (Biyografi)
*Büyük Taarruz’da Batı Cephesi Komutanları ve Şehitleri (Şenay Sezen Okay-M.Vedat Okay) (1986)
*Gönül Seferberliğine(Alparslan Türkeş - 1952)