Bayburt Rönesansı (1923-1969)

Abone Ol
(Bayburtlu büyüklerim, arkadaşlarım ve kendi albümüm ile Bayburt Postası arşivinden topladığım 29 adet fotoğrafa tek tek bakın, sonra da lütfen ‘uzun’ demeyip yazıyı okuyun! Eminim hak vereceksiniz!)

 
Önce bu şehrin yakın geçmişini bir düşünün: O zamanlar tam 11 yıl kesintisiz sürmüş savaşlarda her yeri ören olmuş; Balkan, Sarıkamış, Çanakkale, Hicaz-Yemen, Medine, Asir-Filistin, Doğu ve Afyon cephelerinde ise evlatları feda edilmiş! Bayburt savunmasında da sadece erkeğiyle değil kadını ve çocuğuyla tek vücut olarak çarpışmış, canını malını, elinde avucundakini vererek zafer kazanmış..
 
Sonra da bu şehrin savaşlardan arta kalan insanlarını düşünün: Düşmanlarını mucize gibi yenmiş; yenmiş ama kendi de perperişan olmuş. Malını, mülkünü yurduna vakfetmiş ve o imkansızlık ortasında yiyeceği, giyeceği, yakacağı bitmiş, yokluktan yok olma sınırına gelmiş.
 
Ama asıl mucize de zaferden sonra başlamış. Şehir ve insanları küllerinden yeniden var olan masal kahramanları gibi hızla boy vermiş, serpilmiş, gelişmiş. Yanan, yıkılan, ören olan evler onarılmış, okullar ve kamu binaları birer abide gibi akılla, estetikle, öngörüyle yerleştirilmiş. Çoruh’un sıtma nedeni olan yukarı kısımdaki bataklığı, kavaklar ekilip ‘Goruh’a dönüştürülüp kurutulmuş. Kale eteğine ve Cumhuriyet caddesine fidanlar dikilmiş. Bayburt, akılcı şehir planı, estetik kamu yapıları, tutarlı ulaşım ağı, köprüleri, bahçeleri ve evleriyle güzel yaşayan sakin bir memleket olmuş. Ticaret canlanmış, okur yazarlık hızla artmış. Yırtık ve dağınık kıyafetler yavaş yavaş ortadan kalkmış.
 
Tüm ülkede her ileri adım her yenilik, engellere rağmen milleti inandırarak, eğiterek, yeri geldiğinde sindirerek ama heyecanla Bayburt’ta da uygulanmış. Bir çok yasal haklar, ödevler, görevler ve yenilikler, batılılardan da önce, kısa zamanda toplumsal hayata girmiş.
 
O zamanlar Bayburt, insanların birbirinin yaşam alanına müdahale etmediği, kimsenin diğerinin yaşam biçimi üzerinde görünmez baskı kurmadığı, hoşgörülü, ter temiz bir memleket olmuş. İbadetini yapanla, ibadetten uzak duran birbirlerine tahammül değil saygı göstermiş. Herkes sadece aynı mahalleyi değil aynı dostluğu ve hoşgörüyü paylaşmış. Ayrışma tek büyük düşman sayılmış.
 
Bayburtlular cumhuriyetin kazanımlarıyla az zamanda, içi dolu dolu kendine güvenen ve meslek sahibi birer yurttaş olmanın gururunu taşıyan örnek insanlar olmuşlar. Bayburt büyüğünden küçüğüne güzel davranan, iyi konuşan, şık giyinen, saygılı hal ve tavır içerisinde; yurtsever, inançlı, uygar, uzlaşmacı, espirisi olan hoşsohbet insanların yaşadığı bir memleket haline dönüşmüş.
 
Ben demiyorum, kitaplarda yeri var ve fotoğraflar söylüyor!
 
***
 
Sonraa! Ve sonra bir dönem gelmiş; yapısal, kamusal ve kültürel her bakımdan erozyon başlamış. Kent, hem biçim hem de düşünce açısından kimlik değiştirme sürecine girmiş. Yerleşik plan korunup, yeni kent onun çeperine konumlandırılacak yerde merkezdeki her bina tamir edileceğine yıkılıp yerine 5-10 katlı kimliksiz yapılar dikilmiş. Çok sesli ve çoğulcu anlayış adım adım yok edilip tek tipleştirme başlamış.
 
Bu sürecte anayasal demokrasiyi içine sindirememiş insanlar, kendileriyle aynı tercihleri taşımayanları siyasal, parasal ve çeşitli yöntemlerle kıstırıp yanlarına çekmeye başlamış. Direnenler her açıdan yaptırımlara uğramış, önlerine engeller konulmuş, göçe zorlanmış..
 
Bunun sonucunda hemşerilerimin bir çoğu eleştiremeyen, karşı duramayan, “bu yanlış” diyemeyen, öneri sunamayan, katılımcı olmaktan ürken, ya da katılımcı olmalarına fırsat verilmeyen, çoğulculuğu reddeden bir kültürle beslenerek, yanlışa karşı itaatsizlik edemez olmuşlar.
 
Aynı kentte yaşamak ve hemşerilik gibi birleştirici kavramlar, bir yerleşimin birlikte yaşanabilirliğinin göstergeleridir. Bunlar aidiyet ve ortak kimlik duygusunun tüm ticari olanaksızlıklara rağmen birleştirici harcıdır. Bu yüzdendir ki bir kentin çoğunluğu azınlığa tahakküm ediyorsa, yerleşim çözümleri karmaşıklaşıp yapısal kütleler ölçeğini kaybetmişse o yerde renklilik ve hemşerilik duygusu cılızlaşır. Kentinize yabancılaşırsınız. Cansıkıntısı sokakları gezer. Hele de siyasi iklim “şöyle giyemezsin, şu an yiyemezsin, şunu içemezsin” dediği an bitmiştir. Şehrin ruhuna “el fatiha”!
 
Siyasal ve parasal güç birer “tahakküm” ve “bağış” aracı olduğunda ölçekler bozulur. Bu yüzden şimdi bence Bayburt’ta hemşeri olmak artık yitirilmiş, yitik bir ölçüdür. Bakmayın kente karşı beslenen içi boş romantik duygulara, tek tük şövalyeliklere, başarılara, girişimlere. Geri çekilip resmin büyüğüne baktığınızda: Yerel tarihin tahrifi, kültürel mirasın tahribi, doğanın katli, kent kimliğinin yok edilişi, bireysel hakların bastırılması, hafızasızlaştırma, kamu alanını tek tipleştirme, veren ele muhtaç etme; Çoruh’un duvarları, köprüleri ve “özgür bir lokanta”nın bile olmayışı bu hal ve gidişin göstergelerinin ağababasıdır!
 
Efendime söyleyeyim, bir kentte: Hakim güç ve çoğunluk; uzlaşma aramıyor, eleştiriden hazetmiyor ve en fenası başkasının hayatını nasıl yaşayacağına karar veriyorsa; çaktırmadan herkesi tek tip düşünmeye, tek tip davranmaya zorluyor, kendi gibi yaşamak istemeyene karşı görünmez şekilde ha bire alan daraltıyorsa; tuhaf bir kimlikle güçlünün önünde el pençe duruluyor, buna karşılık muhalif bilgi umursanmıyor, değişmekten korkulup, bunu gizlemek için nobran davranılıyorsa o kent içinden çürüyen ‘içine çöken kültür’ hastalığından muzdariptir.
 
Zaten bu kayıpları alta alta koyduğunuzda bir şehre duyulan sadakatsizliği görünmez şekilde beslerler. Gençler kente tutunamaz. Bu nedenlerle geçmişte kenti yönetenler bile bir süre sonra orada yaşamak istemezler. İlk fırsatta vınn!
 
Oysa sistemle problemi olmayan bir ruhtan gelen yaptırım gücü özgürlükçüdür. Son yıllarda kente atanmış veya seçilmiş ya da tayin edilmişlerin bir kısmı cumhuriyetin temel nitelikleriyle ve kurucularıyla sorunları olan insanlardı. Tümü de iyi niyet ve var güçleriyle çalışmalarına rağmen bu büyük çelişkinin içinde olmaları nedeniyle iş daha da karmaşıklaşıyor. Böylesine yarılmış siyasal kimlik istemese de yeni yapılan hemen çoğu proje ya da işte yalpalayarak yanlışa gömülüyor.
 
Gelinen aşamada bu nedenle, yerel yönetimin başındaki kişi allame de olsa; atanmış kişi emretse de artık geçmiş olsun! O noktadan sonra yatırımlarla, paralarla bu sorun çözülemez. Ekonomik çıkarın tahrip gücü o kadar güçlüdür ki feriştahı gelse o zinciri kıramaz. Önceki dönemlerde yapılan örnekler de gemi azıya aldığından yanlış emsal karşısında yetkililerin de elinden pek bir şey gelmez. Ancak tahribatı bir yerde durdurup temel iradeye rağmen bir şeyler yapılabilir ki bu benimki “ham hayal”!
 
Büyük gazeteci Ralph Nader “görünmezleşen siyasal veya ekonomik yaptırım gücü, kontrol süreçlerinin ve mekanizmalarının toplamıdır. Görünmezlik zihinlerin sömürgeleştirilmesi yoluyla başarılır. Bu üretilmiş siyasal algıya göre yanlış olan, orda yaşayanların gözüne tek doğru olarak görünür. Düşünülmeyecek kararlar veya işler her alanda normalleşir ve hizmet olarak algılanır. Buna itiraz eden bağımsız düşünceliler, sadece eleştiren, kibirli, çatışmacı sayılır” der. Eyvallah! Budur.
 
***
 
Ey “Bayburt Rönesansı”nı geriye döndürenler, yani çoğunluk, şimdi de size diyorum: Kentimiz geri gitti. Ayrıca imar ediliyor sanıyorsunuz oysa bozuluyor. Çoruh üzerinden geçirilen su boruları işinize şimdilik yarasa da, yeni köprülerden gelip geçseniz de eklektik çözümler sırıtıyor. Alt yapı düzenlense de bu çarpık yapılaşmayla olmayacak ve olmuyor. Kent içi konutla doldukça sorunlarınız artıyor, kensel doku modernleşiyor sanıyorsunuz halbuki kimliksizleşiyor. Çünkü sizler iyi ile kötüyü ayırt edecek geçmişin görgüsüyle yetişmişken görevliler bu konuda kafanızı karıştırdılar. Artık öyle ki kültürel, doğal ya da tarihi bir mirası hacamat ettiklerinde bile “ne güzel oldu” diyebilecek haldesiniz.
 
Geçmişte bir çok yönetici kuyuya taş attı, taş kuyudan çıkarılamıyor. Kent sorunlar yumağı oldu. Trafik berbat, yollar ondan da berbat, yetmiyormuş gibi merkez çok katlı binalarla doluyor. Görüyorsunuz; alt yapı yenilense de bu terazi bu sikleti çekmeyecek. Görün de bakın değişen pek bir şey olmayacak. Çoruh’un insanla olan ilişkisi de bitirildi. Köylerdeki “harıhlar’ bile daha özgür. Artık bu talihsizliğe sebep olanlar nereden öğrendiyse, nehir vazgeçilmeyen iki dimdik duvar arasına hapsedildikçe çirkin ve zayıf bir su kanalına döndü. Su orada 4 metre aşağıda bitkin bir kir taşıyıcısına döndürüldü.
 
Bence orası artık hafızasını yitirmiş bir kent. Bellek yitimi (Alzheimer) hastalığına yakalanmış gibi. Ve bunların tümünden de daha önemlisi kentin nesilden nesile aktarılan o kibar, saygılı, hoşsohbet, espirili, özgür ruhlu, art niyetsiz, temiz itikadlı, düzgün giyimli, nitelikli ve anıları olan kültürü katledildi. Sebep asla yönetenler değil sizlersiniz. Çünkü onlara bu yetkileri siz verdiniz ve sizler her kötülüğü onayladınız. Üstüne üstlük yanlışa karşı durmadınız. Mutluysanız hayrını görün. Ve yeni nesil size diyorum; ben ve benim gibiler öldü mü size böyle dobra dobra ayna tutanlar da olmayacak. Berbat bir kente hapsolup yaşayacaksınız bilesiniz.
 
Evett fotoğraflara baktınız, yazıyı okudunuz şimdi elinizi aklınıza koyun ve kendinizi sorgulayın: Bayburt’un bugün; doğruyu, iyiyi ve güzeli yok etmenin başkenti sayılmasındaki pay, hep söylediğim gibi sizin mi yoksa yerel yönetimin başına getirip getirip bıraktıklarınızın mı? Ve bundan sonra da sadece para ve siyasetin gücüyle sunulan eklektik çözümler yine aklınızı çelecek mi? Ve yine de bu vebali sürdürecek misiniz, yoksa “şu yapılıyor bu yapılacak” diye diye sürdürülemez parasal yatırımların bütün sorunlarınızı çözeceğine inanmaya aynen devam mı edeceksiniz? Tamam edeceksinz de bilin ki çıkmaz sokaktasınız.
 
Şimdi bunları yazdım ya, inancını ve yaşam biçimini ‘Arap Irkçılığı’ hayranlığıyla karıştıran, menkibe tutkunu, anayasal demokrasiyi hazmedememiş bir iki hemşerim; içi boş sözler, kalıplaşmış fikirleriyle yazdıklarıma karşı temelsiz eleştiriler, cümlesinin başını sonunu karıştırarak yorumlar yazacaklar. Onlara diyeceğim: Bilin ki ben de sizler kadar memleketimi ve insanımızı önemsiyor değer veriyorum. Tercihlerine de saygı duyuyorum. Fakat yazdıklarım da şahitli ispatlı gerçekler. İnanmıyorsanız bu 29 fotoğraf onbinlercesinin arasından seçilmiş, sadece küçücük bir kısmının şahidi. Onlara yeniden bakın, fotoğraflar iyi öğretmenlerdir. Eğer elinizde varsa aile albümlerini de gözden geçirin, onlar da aynı şeyleri söyleyecektir. Sonra da tutup bugünkü fotoğraflarla karşılaştırsın. Tabi öğrenmek, kıyaslamak ve gelişmek isterseniz. Ama ‘maazallah’ eğer değişirseniz..
 
Gelgelelim, rönesans yine de tohumlarını ekmiştir ve küllerinden tekrar doğabilir. Bayburt kurtulur mu? Elbette, ama, kaybetmeyi ve herkesi karşısına almayı göze alacak kadar deli cesaretine sahip; kimseyi mağdur etmeyecek kadar akılcı; engelleri aşabilecek kadar inanılmaz donanımlı ve memleket sevgisiyle dolu biri çıkarsa.. Rahmetli (deli) Mahmut’un sözü geldi “ya ya da, ya da ya”!
 
Evett! Onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine. Gökten düştü üç elma, üçü de seçilmiş, atanmış ve tayin ettiğimiz iradeye!