'Bayburt, Bayburt olalı böyle zulüm görmedi' cümlesiyle hafızalara kazınan Türkiye'nin en küçük ili, artık kabuğunu kırmak ve farklı tanınmak istiyor.Öncelikle 16 yıldır düzenledikleri ‘Dede Korkut Kültür ve Sanat Şenlikleri’ni uluslararası festivale dönüştürmek istiyorlar. Daha da önemlisi, önlerine 12 yıl içinde ‘marka kent olmak’ gibi bir hedef koymuşlar. Bu yüzden de şenliklerin son günü kültür sanatla ilgili isimlerin katılımıyla bir arama toplantısı düzenlediler.
Baksı Müzesi’nde yapılan panelde ‘Bayburt nasıl bir marka kent olabilir’ tartışıldı.
Bayburt’a ilk kez geçen yıl yine temmuz ayında Baksı Müzesi’nin açılışı sırasında gitmiştim. Baksı’ya gidip de etkilenmemek mümkün değil. Hüsamettin Koçan, şehre 45 kilometre uzaklıktaki Bayraktar Köyü Çayırlar mevkiinde Türkiye’nin hatta dünyanın neresinde olursa olsun hayranlık uyandıracak bir müze yarattı. Hayallerini gerçekleştirdi, hatta ötesine geçti.
Koçan’ın hayallerinin Bayburtlulara sirayet etmesi kaçınılmaz. Gözlemlediğim kadarıyla sivil toplum, valilik ve belediye işbirliğiyle Bayburt’ta son üç yıldır yapılanlar hafife alınacak şeyler değil. Bayburt Bilim Eğitim ve Kültür Derneği (BEKDER), ‘Sırtımda Tiyatrolar’, ‘Bir Nehrin Yüzünü Yıkamak’ gibi başarılı projelere imza atmış. Zaten projelerin başında olan BEKDER Başkanı Mete Emir, AB Projeleri Eğitim Uzmanı ve birçok ilde bu konuda seminerler veriyor.
Ekolojik tarım projesi
Kuzeydoğu Anadolu Kalkınma Ajansı desteğiyle BEKDER ve İl Kültür Turizm Müdürlüğü’nün hazırladığı ‘Kültürün Kale Kenti Bayburt’ adlı çalışma bile ne kadar ciddi olduklarının göstergesi.
Vali Kerem Ay, valiliğin olanaklarıyla 10 baraj gölü projesi başlatmış. Kentin ortasından geçen Çoruh Nehri üzerinde çalışmalar var. Turizm Bakanlığı’ndan alınan fonlarla tesisler yapılıyor. Yine AB fonlarıyla birkaç yıl önce başlattıkları ekolojik tarım projesi devam ediyor.
Bayburt tabii ki gelecekte bir marka kent olabilir. 16 yıl önce başlattıkları Dede Korkut Şenlikleri büyük bir sanat-edebiyat festivaline dönüşebilir. Dünyadan ve Türkiye’den ünlü yazarlar davet edilip onlara çalışma olanakları sağlanabilir. Ellerinin altında her türlü atölye çalışmasına ve konaklamaya uygun Baksı Müzesi gibi bir değer var.
‘Küçük’ olmanın artısı
Bayburtlular kentin Türkiye’nin en küçük kenti olmasını ve göç vermesini olumsuz özellikleri olarak algılıyor gibi geldi bana. Küçüklüklerini değişimlere daha çabuk ayak uydurarak bir artıya dönüştürebilirler.
Göç vermeye gelince; evet, kentleşme çağındayız, herkes büyük kentlerde yaşamak istiyor ama ben yakın gelecekte tersine göçün yaşanacağına inanıyorum. Çünkü artık bilgiye erişmek için merkezde olmaya gerek kalmayacak.
Eğer çalışmalara bugünden hız verirlerse 10-15 yıl içinde Bayburt ekolojik tarımın, dokumacılığın (ehramların dokunduğu en önemli bölgelerden biri), kayak, rafting gibi doğa sporlarının merkezi olabilir.
Tabii bunun için birinci koşul, kötü durumda olan kent mimarisinin baştan sona elden geçmesi ve konaklama tesislerinin yapılması.
Ne diyelim, yolları açık olsun…
Temmuz 2011