Albümdeki fotoğrafa baktığımda 1950’lilerin başları olduğunu tahmin edebiliyorum. Büyük dayım rahmetli Tacettin Akgün’ün (Destanoğlu) askere gidişi nedeniyle Şehit Nusret Bahçesi’nde kardeş, kuzen ve yeğenlerle birlikte çektirilen hatıra fotoğrafında 5 yaşlarındaymışım. Bayburt’ta, çayınızı yudumlarken Çoruh Nehri’ni seyredip, onun ninni gibi sesini dinleyebileceğiniz ve koruğun, erik bahçelerinin cennet kokularıyla serin serin esen rüzgarında ferahlayarak, çalağan sesleri eşliğinde sohbet edebileceğiniz yegane parktır Şehit Nusret Bahçesi…
On yıl kadar önceydi, günübirlik yaptığım bir Bayburt ziyaretinde rahmetli Murat Yıldız, Avni Karapınar ağabeyler ve misafir arkadaşlarla demli çaylarımızı içip sohbet etmiştik o güzel mekanda…
1997 yılı Dede Korkut Şölenleri haftasında ise rahmetli Avukat Fuat Akkoyunlu ağabeyim, şair üstadlarımız Fırat Kızıltuğ, Bekir Sıtkı Erdoğan, Yahya Akengin ve yine rahmetli Halil Soyuer, değerli dostum Necdet Alp, eniştem Albay Rüknettin Esatağaoğlu ve isimlerini hatırlamadığım konuklarla yaptığımız sohbetler de mazinin güzel ve bir daha asla yaşanamayacak anıları arasında yerlerini aldılar.
Yazıma konu olan ve Bayburt’umuzun bu şirin parkında adı yaşatılan Şehit Nusret Bey kimdir?
Edindiğim bilgiler ışığında,(*) değerli okurlar ve aziz hemşehrilerim, bu gün Milli Şehit Nusret Bey’den bahsetmek istiyorum:
Mart 1919’da Urfa’nın işgalinde, bir İngiliz yarbayı, subaylarıyla ve bir zırhlı araçla geldikleri Urfa’da İngiliz kumandan, ziyaret ettiği Mutasarrıf Nusret Bey’e “Galip bir hükümetin askeri neden karşılanmıyor?’’ diye sorduğunda:
“Haksız yere memleketi işgal eden bir kuvveti karşılamaya çıkmak bir Türk Mutasarrıfına yakışmaz. Bir misafir olarak gelseydiniz, sizi Birecik’te karşılardım” diye cevap veren, Ufra Mutasarrıfı Nusret Bey, 19 Nisan 1914 tarihinde Bayburt kaymakamlığına atandı.
O’nun Bayburt Kaymakamı olarak göreve başlamasından kısa bir süre sonra, Avrupa da I. Dünya Savaşı çıktı. Bunun üzerine Bayburt bölgesinin de içinde bulunduğu Doğu Anadolu Bölgesi’nde yaşayan Ermeni’ler, Rusların bağımsız bir Ermenistan Devleti kurmalarına yardımcı olacağı şeklindeki kışkırtmaları sonucu gönüllü silahlı Ermeni grupları teşkil ederek Türk mahalle, köy, kasaba ve şehirlerinde katliamlara başladılar. Doğu Anadolu Bölgesi’nde bu olaylar cereyan ederken Osmanlı idaresi, 1 Haziran 1915’de savaş bölgesinde oturan Ermeni’lerin savaş alanı dışı olan Suriye dolaylarına gönderilmesini içeren “Ermeni Tehciri” kanununu çıkardı.
Haziran 1915’de Erzurum’daki 3. Ordu Komutanı Kamil Paşa’nın emriyle, Bayburt harp sahası içinde olduğundan bölgedeki Ermeniler de Nusret Bey’in idaresi altında bulunan jandarma güçleri vasıtasıyla salimen Erzincan’a sevk edildiler. Tehcir sırasında yasa dışı hiçbir olay olmadı. Tehcire tabi tutulan Ermeni’lerin emval-i metrukeleri (terk edilen malları) de oluşturulan bir komisyon tarafından satılarak bedelleri kendilerine verildi.
Ermeniler Bayburt’tan göç ettikten sonra da bölgede Ermeni’lerin çetecilik faaliyetleri devam etti ve bu konuda değişik tarihlerde Erzurum Vilayeti’nden Dahiliye Nezareti’ne şifreler gönderildi.
Nusret Bey 1. Dünya Savaşı’nın en sıkıntılı günlerinde bir yandan Bayburt Ermeni’lerinin salimen tehciri için çaba sarf ederken, diğer yandan da 3. Ordu’ya erzak temini için çalıştı. Nusret Bey bu hizmetlerinden dolayı değişik tarihlerde Erzurum Valiliği ve 3. Ordu Komutanlığı tarafından ödüllendirildi.
Nusret Bey 14 Haziran 1917 de, o sıralarda Yıldırım Orduları 2. Grup Kumandanı olan Mustafa Kemal Paşa’nın isteği ile Urfa Mutasarrıflığına tayin edildi. Nusret Bey, Urfa’da görev yaparken Mondros Mütarekesi imzalandı. Bunun üzerine Urfa’da işgallere karşı Müdafa-yı Hukuk Teşkilatı’nın kurulmasında Nusret Bey’in büyük emeği geçti.
Nusret Bey Urfa Mutasarrıflığı görevinde bulunurken 1. Damat Ferit Paşa Hükümeti tarafından 6 Nisan 1919’da Ermeni tehciri meselesinden dolayı azledildi ve İstanbul’a çağrıldı.
Nusret Bey İstanbul’a geldikten sonra Bayburt ve Ergani-Madeni Ermeni tehciri ve taktilinden dolayı Mustafa Nazım Paşa başkanlığındaki Divan-i Harp-i Örfi’de yargılandı ve suçsuz bulundu.
Ancak yine de Nusret Bey askeri hapishanede alıkonuldu. 15 Mayıs 1919’da İzmir’in Yunanlılar tarafından işgali üzerine tüm Anadolu’da olduğu gibi İstanbul’da da hava elektriklendi. Bunun üzerine hükümet ortamı yatıştırmak için aralarında Nusret Bey’in de bulunduğu 40 tutukluyu serbest bıraktı.
30 Eylül 1919’da Damat Ferit Paşa Hükümeti istifa etti ve yerine Ali Rıza Paşa Hükümeti kuruldu. Bu dönem öyle bir dönemdi ki, kendi halinde yaşayanların bile beklenmedik bir kazaya uğrayıp her an tutuklanması olasıydı. Nitekim Nusret Bey’de daha önce yargılanıp serbest kalmasına rağmen 6 Kasım 1919’da Ermeni tehciri meselesinden dolayı tekrar tutuklanıp cezaevine kondu.
15 Mart 1920’de sorgulanmaya başlandı, 5 Nisan 1920’de 4. Damat Ferit Hükümeti tekrar kuruldu. Bu hükümetin en önemli meselesi Ermeni tehciri davalarını hızlandırmaktı. İşte bu amaçla; hükümet 17 Nisan 1920’de I. Divan-ı Harp-i Örfi Başkanlığına (Nemrut) Mustafa Paşa’yı atadı. 26 Nisan 1920’de de “I.Divan-ı Harp-i Örfi Mahkemesi’nin Teşkilat ve Vazifeleri” hakkında bir genelge yayınlayarak; tehcir davalarının öncelikli görüleceğini, yargılamaların gizli yapılacağını ve sanıkların avukat bulunduramayacağını açıkladı.
İşte bu şartlar altında, yalancı şahitler ve çirkin iftiralarla yapılan duruşmalar sonunda mahkeme heyeti Nusret Bey’in hiçbir savunmasını kayda ve dikkate almadı. Avukat bulundurma hakkı da olmadığından O’nu kaderiyle baş başa bıraktı.
Nemrut Mustafa Paşa ve diğer üyeler Nusret Bey’in idamını istediler. Üyelerden Ferhat Bey karşı çıkınca yerine Mirliva Niyazi Bey atandı. Bunun üzerine 27 Temmuz 1920’de Nusret Bey’in idam kararı mahkeme heyetince imzalandı. Bu karar 4 Ağustos 1920’de padişah tarafından onaylandı ve 5 Ağustos 1920’de de İstanbul Beyazıt’ta infaz edildi.
İftira edilen, milletin parasını çaldığı iddia edilen bu şerefli ve namuslu Türk evladının arkasında bıraktığı yetimlere kalan parası, yamalı pantolonundan çıkan 1 liraydı!
Yanyalı Nusret Bey idam edilmesinden önce eşi Hayriye Hanım’a ve kardeşi Cevdet Bey’e mektup yazmıştı. Kardeşine yazdığı mektupta Nusret Bey şöyle vasiyet ediyordu:
“Küçük çocuklarımı, zevcemi yalnız ve pek fakir bırakıyorum. Beş gün sonra yiyecekleri bile kalmayacaktır. Allah aşkına onları sokaklarda bırakma. Validesi çocuklarımın terbiyesine baksın. Babaları mücrim değil, şehittir. İşte son nefesimde hiçbir şeyden korkmayarak vicdanımdan kopup gelen şu ifadelerimi sana iblağ ediyorum. Vatanım yaşasın, elbet bir gün gelir hesabı sorulur. Masumların ahı büyüktür.
Bir masumun kanıyla oynayan şu Mustafa Paşa’nın hainane hareketleri bu dünyada kendisine kar kalacak mı? Sabır tavsiye eder ve aileme sefalet çektirmemenizi rica ederim. Bilirim, senin de halin müsait değildir. Fakat ne yapalım, senden başka kimsem yok. Elveda kardeşim, hakkınızı helal ediniz.”
Ruhun şad olsun aziz şehit.
Vatan ve Bayburt seni unutmayacaktır.
Nisan 2009 / İstanbul
*Kaynakça: Yrd. Doç. Dr. Bayram Akça
Ermeni Araştırmaları 1.Türkiye kongresi Bildirileri / II. Cilt